0.7

296 35 132
                                    

_____________________

•Jay'den•

Sabahın köründe Heeseung hyung yüzünden uyandırılmıştım. Ona yüz kere sabah sabah benimle telapatik bir şekilde iletişime geçme dememe rağmen yine aynı şeyi yapmıştı. Hayır yani neden? Telefon denen alet varken ne gerek vardı buna?

"Yine ne var hyung?"

Heeseung hyung ile odalarımız yan yanaydı. Bu yüzden gitmek o kadar da üşendirici gelmemişti.

"Büyük bir sorunumuz var." deyip yatağın üzerinde oturan Sunoo'yu göstermişti. Uyku sersemi olduğumdan ilk bakışta bir şey farketmemiştim. Ama dikkatli bir şekilde bir daha bakınca yatağın olduğu gibi kana bulandığı görmüştüm.

"Sabahın köründe yanıma geldi. İyi olmadığını söyledi ve sonra da... Hemde benim yatağıma." Onun söylenmelerini duymazdan gelerek Sunoo'nun yanına yaklaştım.

"Ne oluyor Sunoo? İyi misin?" Sunoo'nun önünde diz çöktüm ve ellerimle elini kavradım.

"Bilmiyorum..." Sunoo'nun tekrar kusacağını hissedince yatağın üstündeki leğeni aldım ve onun önüne tuttum.

"Cidden iğrenmiyor musun?" Bu sefer konuşan Sunghoon'du.

Onu duymazdan geldim ve Sunoo'ya geri döndüm. Kesinlikle Sunoo şu an Sunghoon'dan daha önemliydi.

"Dün gece ne yedin?" Belki de yediği bir şey yüzünden böyle olmuştu.

"Beraber yedik ya. Artı olarak farklı bir şey yemedim."

Dün ne yediğimizi düşünmeye başladım. Her zamanki gibi yemekhanede ne çıkıyorsa onu yemiştik. Ve hani her hafta yediğimiz bir yemekti.

"Bu hâlde ders falan dinleyemezsin sen. Senin için müdürden izin alırım. Sen de odanda dinlen tamam mı?"

Jake'e konuştuğumun aksine bizimkilerle daha şefkatli konuşabiliyordum. Tabi bu her zaman değil, bazen gerçekleşen bir olaydı.

"Neden onu revire götürmüyoruz? Gün boyu kusamaz, yazık değil m-"

"Sunghoon kafayı mı yedin? O vampir dişlerini saklamak yeterince zorken birde revire mi gitsin çocuk?"

Özel vampirler oluşumuz hâlâ vampir olduğumuz gerçeğini değiştirmiyordu. Bu yüzden gülerken veya konuşurken dişlerimizi göstermemeye özen gösteriyorduk. Bazen çok zor kaldığımız durumlarda Sunghoon'un hipnoz gücünden de yaralanıyorduk. Ama dediğim gibi, çok zor kaldığımız durumlarda bunu yapıyorduk.

"Nereye kadar saklanabiliriz Jay? İlla bir gün anlayacaklar." Heeseung hyungun bu kadar rahat oluşu deli ediyordu işte beni.

"Kesin sesinizi. Ben şimdi müdürün yanına gidiyorum. Zaten her türlü ne dersem kabul edecek. İnsanlar parayı gerçekten çok seviyor..."

Ben odadan çıkarken Heeseung tekrardan Sunoo'ya söylenmeye başlamıştı. Belki en ciddileri bendim ama en vicdanlıları yine bendim anasını...

Müdürün odasının önüne geldiğimde kapıyı yavaşça tıklattım. "Gel" sesini duyduğumda kapıyı açıp içeri girdim. Asla ama asla müdürden çekinmiyordum. Malûm babamın bağışları...

"Oh Park Jay! Seni buraya hangi rüzgar attı bakalım?"

Böyle tatlı tatlı konuştuğuna bakmayın. Şu an karşısında Jake olsa muhtemelen azarlamaktan bir hâl olurdu. Çünkü o burslu öğrenciydi... Evet, bizim okulun genelinde burslu öğrencilere oluşan bir nefret var. Çünkü buraya genellikle soylu ve zengin ailelerin çocukları gelebiliyor. İki yılda bir de burs sınavı yapılıyor. O sınavda ise ilk 10'a girebilen bu okula gelebiliyordu. Ki bu oldukça zor bir şey. Çünkü tek Kore değil, tüm dünyadan bir katılım oluyor okul için.

"Bir arkadaşım için gelmiştim. Kim Sunoo, 10-B sınıfından. Bugün fazlasıyla rahatsız. Cidden yürüyebilecek hali yok. Onun için izin almaya gelmiştim."

Müdür gülümsedi ve ona bir izin kağıdı yazdı. Bu adamın gülümsemesi bile itici.

"Al bakalım, bunu onun sınıf öğretmenine verirsin."

"Teşekkürler." Müdürden ne kadar nefret etsem de saygılı olmak zorundaydım. Bu yüzden ona teşekkür edip eğildim. Ardından da odadan çıktım.

Yukarı sınıfa çıkacakken Jungwon'u görmüştüm. Bu cidden büyük bir lütufdu şu an.

"Jungwon-ah!" Koşarak yanına gittim ve elimdeki kağıdı ona doğru. İlk başta şaşırsa da kağıdı okuyunca durumu anlamıştı.

"Onu tek başına bırakmamız doğru mu hyung? Sonuçta iyi değil."

"Başka çaremiz yok Jungwon. Benim şimdi gitmem lazım. Görüşürüz!"

Jungwon'u atlatıp sınıfıma doğru gittim. Sunghoon ile Jake çoktan gelmişlerdi bile. Sunghoon şu sıralar beni fazla sinir ediyor. Arkadaşım olmasa gebertirdim muhtemelen. Ama arkadaşım maalesef...

"Ben neden seninle oturmak zorundayım?" Suratımı asıp yerime oturdum. Sunghoon ile oturmak bir zamana kadar hoşuma gidiyordu. Ama şu sıralar değil...

Sunghoon önündeki Jake ile konuşmaya çalışırken -ki doğru düzgün konuşamıyor- ben de geçen gün aldığım kitabı okuyordum. Kitap kurdu değildim ama kitap okumak hoşuma gidiyordu işte.

"JAY!"

Sunghoon kulağımın dibinde bağırınca ben de kitabın kapağını sertçe kapatıp ona döndüm.

"Ne var salak?"

"Kızma ya hemen... İngilizcede yemek ne demekti?"

Gözlerimi kocaman açıp ona baktım. Bu kadar salak olamazdı değil mi?

"Şaka yapmıyorsun değil mi?" diye sordum ciddi bir şekilde.

"Ya Jay hadi ya! Jake bekliyor."

Önce Jake'e sonra Sunghoon baktım. Gerçekten ciddiydi...

"Meal."

"Ney ney ney?" Kafasına her an bir yumruk geçirebilirdim şu anda...

"Meal gerizekalı, aptal. Me-al!"

Sunghoon başını sallamış ve Jake'e geri dönmüştü. Hayır, tamam insanlar İngilizce bilmeyebilir ona lafım yok. Ama bu kadar bilmemezlik olmaz. Hele ki uluslararası bir okulda. İngilizce derslerinde full İngilizce konuşulan bir okulda bu kadarı olmaz...

Hoca geldiğinde Jake ile Sunghoon konuşmayı bırakmış ve ayağa kalkmışlardı. Dersimiz matematikti... Matematik dersini seviyordum sevmesine ama olabilecek en gıcık öğretmeni verince işler değişiyordu...

Bir yandan dersi dinliyor bir yandan da not alıyordum. Aklıma nedense birden  Kore'ye geldiğim ilk zamanlar gelmişti. Hiçbir şekilde konuşulan veya yazılan şeyleri anlamıyordum. Heeseung hyung ve Sunghoon olmasa muhtemelen şu an böyle olamazdım. Sunghoon'da benim sayemde İngilizce öğrenmişti aslında. Yoksa hiçbir şey bilmiyordu...

Bir anlığına gözüm ön sıradaki Jake'e kaydı. Defteri bomboştu. Ardından yüzünü inceledim. Tabi ya, Korece bilmediğinden bunca zamandır hocaların anlattığı hiçbir şeyi anlamıyordu...

"Sunghoon-ah!" Sessiz bir şekilde yanımdaki Sunghoon'u dürttüm.

"Ne?"

"Jake geçenki matematik testinde kaç aldı?"

Sunghoon durdu ve beynini yokladı.

"Tam olarak hatırlamıyorum. Ama 90 veya üstü gibi bir şey almıştı galiba."

90? Anlamamasına rağmen nasıl o kadar yüksek alabiliyordu ki?

"Neden sordun, hani Jake seni gram ilgilendi-"

Susması için ayağımla, onun ayağına tekme atmıştım. Mesajı alınca anında susmuş ve önüne dönmüştü.

•Bölüm Sonu•

Bu sefer kontrol edesim gelmedi. İdare edin.

Tamed-Dashed (Jayke)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin