TANITIM

195 31 47
                                    

🍁Yazım hataları için kusura bakmayın 🍁

"Yapma... Ne olursun, Kenan, yalvarırım!"

Sude'nin sesi titriyordu ama duyulmuyordu. Adamın kararmış yüreği, kadının çığlıklarına sağır olmuştu. Kenan’ın kalbi, bir taş gibi, tüm merhametini kaybetmişti.

"Kes sesini ve gir odaya!" diye sert bir sesle bağırdı. Kadın her çırpınışında daha da zayıf düşüyordu, kolundaki morluklar onu güçsüz bırakmıştı. Kenan, her gün sevdiğini söylediği kadını, her gün incitmekten geri durmuyordu. Onu acımasızca odaya itti. Sude hıçkırarak ağlamaya başladı, fakat Kenan’ın öfkesi gözlerini kör etmişti.

"Ne olur, Kenan... Yapma. O daha çok küçük, ona dokunma. Ne yapacaksan bana yap, ama o... O dayanamaz. O bizim emanetimiz, ne olur ona zarar verme!" Sude, umutsuzca yalvarıyordu. Kenan karşısındaki kadına sanki teselli eder gibi yaklaştı, ama elinin tersiyle yanağını okşayarak onun acısını daha da derinleştirdi.

Sude, Kenan’ın nefesinden gelen alkol kokusuyla mide bulantısını zorlukla bastırıyordu. Katlanmak zorundaydı, o küçük çocuğa zarar gelmemesi için. Kenan, sadistçe bir gülümseme ile burnunu kadının yanağına sürterek derin bir nefes aldı.

"Merak etme, güzel karım," diye fısıldadı. "Her şey yoluna girecek. O engel ortadan kalktığında, her şey eskisi gibi olacak. Yine sadece benim olacaksın. Sadece bana ait olacaksın."

Kenan, Sude'nin çenesini sıkıca kavradı ve onu odaya doğru itti. Kapıyı kapatıp kilitledi, ardından yanında duran adama döndü.

"Ben haber verene kadar bu kapıyı açmayın. Gözünüz hep üstünde olsun."

"Emredersiniz, Kenan Bey."

Kenan, ağır adımlarla başka bir odaya doğru yürümeye başladı. Sude’nin arkasından gelen yalvarışları, kapıya vurduğu yumruklar onun için hiçbir anlam ifade etmiyordu.

"Kenan, yapma! Allah aşkına, yapma! O daha çocuk!"

"O senin oğlun, nasıl kıyarsın ona!"

Sude’nin çaresiz çığlıkları tüm evi dolduruyordu. Fakat Kenan'ın yüreği taşlaşmıştı, kimsenin sesini duymuyordu. Sude'nin sözleri artık kesik kesik çıkıyordu, boğazı kurumuş, enerjisi tükenmişti. Ancak o ses, bir kalbi derinlerde titretmişti.

Umut.

Yatağında küçücük bedeniyle titreyen, korkudan nefesi kesilen Umut.

Altını ıslatmıştı korkudan. Ne olacağını biliyordu, ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Işığı babası tarafından söndürülen Umut.

Kenan kapıyı açıp içeri girdi. Yatakta, köşeye sinmiş küçük bedene baktı. Her adımında çıkan ses, Umut’un kalp atışları kadar sertti. Umut, kollarını sıkıca kendine sarıyor, dişlerini kenetliyordu.

"Umut korkar... Umut çok korkar..." diye fısıldıyordu küçük çocuk.

Kenan, duygusuzca yaklaştı.

"Korkma, küçük Umut," diye mırıldandı. "Biraz canın yanacak belki, ama sonra huzura kavuşacaksın." Bir babanın ağzından dökülen bu soğuk sözler, vicdansızlığın derinliğini gösteriyordu.

Umut, iki yana başını sallıyordu sürekli.

"Korkuyorum, baba... Çok korkuyorum."

Kenan, çocuğu kollarından tutarak onu kucağına aldı. Tekerlekli sandalyesine oturttu ve onu dışarı çıkarmak için sürüklemeye başladı. Umut, babasına direnemiyordu. Sessizce gözyaşları yanaklarından süzülüyor, ölümünü planlayan adamı izliyordu.

Sude'nin bulunduğu odanın önünden geçerken Sude, ayak seslerini duyar duymaz tekrar çığlık atmaya başladı.

"Kenan, yapma! Ne olur, ona dokunma! Umut, beni duyuyor musun?"

Kenan, daha fazla oyalanmak istemediği için adımlarını hızlandırdı. Umut’un minik bedeni, sandalyede titriyordu. Sude’nin son çığlıkları kulağında yankılanıyordu, ama Umut kaçacak gücü olmadığını biliyordu.

"Kaç Umut, kaç! Baban seni öldürecek, kaç!" diye bağırıyordu Sude, umutsuzca.

Kenan, Umut'u kucağına alıp arabaya fırlattı. Arabayı çalıştırırken Umut hâlâ ağlıyordu.

"Baba, bırak beni... Annem ağlıyor. Çok korkuyorum, ne olur bırak."

Kenan çocuğun ağlamalarını hiçe sayarak arabayı sürdü. Umut, yürüyemiyordu. Arkadaşları gibi koşamaz, oynayamazdı. Annesine muhtaçtı. Keşke babasına muhtaç olmasaydı.

Yolculuk uzun sürdü. Kenan birkaç defa durup yakıt aldı ama Umut’a ne su verdi ne de yemek. Çocuk, yorgunluktan uyuya kaldı.

Kütahya yolunda, ıssız bir yerde durdu Kenan. Arabadan inip sert adımlarla arka kapıyı açtı. Umut’u kollarından tutup dışarı çıkardı. Küçük bedeni, yağmur altında titreyerek babasına baktı.

"Baba, ben korkuyorum..."

Kenan yüzünde soğuk bir gülümsemeyle çocuğa baktı.

"Korkma, Umut," dedi. "Ya da kork... Çünkü burada öleceksin."

Umut’un yalvarışlarına aldırmadan, Kenan arabasına bindi ve uzaklaştı. Küçük çocuğun çığlıkları, boşluğa karıştı.

"Baba gitme... Korkuyorum... Anne, gel... Lütfen!"

Yağmur gittikçe hızlandı. Gökyüzü de Umut'la birlikte ağlıyordu. Umut çaresizce başını yere yasladı, gözlerini kapattı ve ölüme teslim oldu.

O gece, Umut babasız, annesiz, kimsesiz kaldı. Ve korkudan dilsizleşti.

Sabaha çıkacağımızı
Bilmediğimiz halde,
Çalar saati kurup uyumaktır,
"Umut"

🍁🍁🍁

Umarım beğenirsiniz bu bölüm tanıtım oldu, kitap açıklamasını okuyun lütfen gelecekten bir kesit.🍁

Kitabımın ilk iki bölüm ilahi bakış açısı olacak. Diğer bölümleri baş karakterimizin dilinden yazılacak yazarken çok zorlandım, Umuda çok üzüldüm çünkü.🍁

Oy vererek bana destek olun ve takip etmeyi unutmayın lütfen 🍁

Yorumlarınız önümü aydınlatıyor ve bana UMUD ışığı oluyor onları benden esirgemeyin lütfen, kendinize iyi bakın Allah'a emanet olun 🍁

Ay Işığı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin