19

58 12 5
                                    

 !TW!
kendine zarar verme.

İki kardeş sanki zamanı bükerek geçmişe gitmiş gibilerdi. Uzak bir geçmiş değildi belki ama özlenen bir geçmişti. Uzaktan çok, unutulmuş bir geçmişti. Birbirlerine sımsıkı bağlı oldukları bir geçmiş...

  Tüm gece boyunca Atsumu'nun hisleri hakkında konuşmuşlardı. Fazlasıyla yabancıydı hissettikleri ve çaresizdi. Ancak Osamu, onu yalnız olduğunu düşündüğü anda bile yalnız bırakmamak için oradaydı. Uzun zamandır kardeşinin ona gelmesini bekliyordu ve bu yüzden Sakusa denilen çocuğa minnettardı. Onu gördüğünde ilk önce küçük bir teşekkür edecek, sonra da kardeşini üzmemesi için onu tembihleyecekti.

  Şimdi ise neredeyse sabah olmuştu. Atsumu, okula gideceği için üç saat de olsa uyumak için yatağındaydı. Hafif hissediyordu. Üstündeki kocaman yük çuvalını biri onun için sırtlamış ve çuvalın kapattığı güneş ışınları yüzüne vurmaya başlamış gibiydi. Gözlerini kapattı ve olacaklardan habersiz aylardır biriken yorgunluğunu şu üç saat içinde geçirebileceğine inandığı uykuya daldı.

  Osamu ise sevgilisine mesaj atmaya koyulmuştu. Suna büyük ihtimal mesajları sabah görecekti ama heyecanını bastıramamıştı. Çok mutluydu, hem de çok! Ailesinden kalan son parça gibiydi Atsumu. Babası gideli çok olmuştu. Annesinin yüzünü göremiyordu, tün gün aynı evin içinde olsalar da annesinin zihni bambaşka bir yerde tıkılıp kalmıştı. Ailesi büyük bir darbe almıştı ve dağılmıştı. Toparlamak güçtü belki ama Osamu hiçbir zaman kolay pes eden biri olmamıştı.

  Tam o da uykuya dalacakken bir ses duyuldu. Çoğu gece olduğu gibi en ufak seste kalbi tekliyordu. Annesine bir şey olma ihtimali beynini istila ediyordu sürekli. Eşyaları, istediği kadar kırabilir, parçalayabilir ya da dağıtabilirdi  ama tek umudu aynılarını kendisine yapmamasıydı. Atsumu da uyanmıştı sesten dolayı. Gözleri ilk önce Osamu'yu buldu. Kardeşine korkusunu hissettirmemek amaçlı düz bir ifadeyle bakıyordu ama unutuyordu, Osamu'nun onu tanıdığını.

  Ayağa kalktı, hızlıca annesinin odasına gitti ve kapıyı aralandıktan hemen sonra gördüğü manzarayla birlikte kalbi sıkışmaya başladı. Devam edemiyordu. Atsumu hareket edemiyordu. Gerçeklik algısını yitirmişti sanki. Rüya olmasını umduğu manzaraya bakıyordu. Ambulansı aramalıydı, onu kurtarmalıydı ama olmuyordu işte. Bedeni onu dinlemiyordu. Zaman o an durmuştu Atsumu için. Ruhunun derinliklerindeki dayanılmaz acılar, temiz tuvale püskürtülen simsiyah boya gibi etrafa saçılmaya başlamıştı. Ne olup bittiğini anlamazken Atsumu'dan ses çıkmayınca Sandalyesine zor da olsa binerek gelen Osamu bir haykırış kaçırdı ağzından. Masa lambasından çıkan loş turuncu ışığın aydınlattığı annesinin yüzünde kan damlaları vardı. Morluklarla dolu kolu ise tamamıyla kana bulanmıştı.

  Osamu, hızlıca annesinin yanına gitti. Beyaz çarşafı kadının koluna sardı ve basılı tutarak Atsumu'ya baktı. Gözünden gelen yaşlara engel olamıyordu. "Atsumu, çabuk ambulansı ara! Lütfen hızlı ol!" Cevap yok. Atsumu gözlerini bir yere dikmiş öylece duruyordu. Osamu hayatında hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Telefonunu yatağında bıraktığı için kendinden nefret ediyordu. Yürüyemediği için kendinden nefret ediyordu. Annesi için bir şey yapamadığı için kendinden nefret ediyordu. Atsumu'yu kaybettiği için kendinden nefret ediyordu.

Ancak nefretinin onu gölgelemesine izin vermedi. Var olan gücüyle Atsumu'ya bağırdında genç adam irkilerek ikizine ve elleri arasında tuttuğu kanlı kola baktı. Osamu kendine gelen kardeşine seslendi. "Ambulansı ara, çabuk!" Atsumu yutkundu söylenenleri algılamaya çalıştı. "Ambulans... Telefon..." mırıldanıyordu ama hareket etmiyordu. Hareket eden tek şey titreyen elleriydi. "Telefon... Telefon..." Mırıltıları mânâ kazandığında kendine tam gelemese de telefonunu almak için hızlıca odasına gitti. Ne yapacaktı ki telefonla? "Telefon..
Ambulans... Ambulans!" Nefes alışverişi hızlanmıştı, titreyen elleriyle arama kısmına girdiğinde duraksadı. Ambulansın numarası aklına gelmiyordu. Kafayı yiyecek gibi hissetti o an. Ne yapacağını bilemez haldeydi. Hastaneyi arasa da konuşamayacak durumdaydı zaten. Bu yüzden koşarak telefonu Osamu'ya verdi. Osamu telefonu eline aldı. Numarayı girerken Atsumu'ya bıraktı kanlı örtüyü ve nabzını kontrol etmesini söyledi.

  Atsumu  kanlı örtüyü annesinin koluna bastırırken hâlâ düzgün hareket ettiremediği elleriyle nabzına bakıyordu, attığını fark edince derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatarak bekledi. Küçükken kötü olduğu zamanlarda babası, gözlerini kapatmasını söylerdi ona. Oğluna sarılır, beraber 10'a kadar sayarlardı derin nefesler alarak. Atsumu yine aynı şeyi yapıyordu. Babası yoktu belki yanında, belki annesinin kanlı vücuduna dokunuyordu şu an ama işe yarayacaktı. Babası yanılmazdı hiçbir zaman. O her şeyi bilirdi. Bir, iki, üç...

  Osamu hastaneyle konuşmayı bitirmişti. Gözyaşları kurumuş akmıyordu artık. "Geliyorlar, ben bu halde gelemem size ayak bağı olurum. Böylesi daha iyi." dedi  buğulu sesiyle. Atsumu'nun diyecek bir şeyi yoktu. Eğer Osamu ambulansla giderse onun için de zor ve yıpratıcı olurdu biliyordu.

  Ambulansın sesinin gelmesiyle sessizlik bozuldu. Çok kan kaybetmişti kadın. Onu böyle bulduktan sonra ne kadar süre geçmişti iki kardeş de bilmiyordu sadece yaşamasını umuyorlardı. Her ne kadar anneleri ölmek istemiş olsa da, ikisi de onu yaşama geri döndürmek istiyordu.

Atsumu telefonunu cebine attı ve görevliler kadını sedyeye yatırıp ilk müdaheleyi yaparken kardeşine yöneldi. Ellerini gözyaşlarıyla dolan korkmuş yüzüne yerleştirdi. "Osamu... O iyi olacak, tamam mı? Suna'yı çağır yanına. Tek kalmanı istemiyorum. Eminim ki gelir. Ben seni arayacağım oradayken. Şimdi istersen seni yatağına yatırayım olur mu? Suna'nın anahtarı var zaten hm?" dedi sakin bir tonla. Osamu kafasını iki yana salladı. "Yatağa dönmek istemiyorum. Suna'yı ararım. Ama sen hastanede tek başına durma. Sen de çok kötüsün yanında biri olmalı." diye cevapladı. Atsumu kararsız bakışlarla kardeşine baktı. Kimseyi rahatsız etmek istemiyordu. "Bokuto'yu ara ya da Sakusa'yı, eminim rahatsız olmazlar." diye devam etti. Atsumu cevap vermedi ve gitti. Osamu şimdi hem kardeşi, hem de annesi için endişeleniyordu. Ve bu yüzden kaçış noktasını aradı. Onu sakinleştirebilecek tek kişi Suna'ydı.

*
Annesi ameliyata alınmıştı. Geç kalmış gibi hissetmişti ama kalmamışlardı. Zaman algısını yitirdiği için hiçbir şey kafasına oturmuyordu. Her şey bir anda olmuş gibiydi ama aynı zamanda dakikalar asırmış  gibi de geliyordu. Kafayı yemek üzereydi. Telefonunu çıkardı cebinden. Osamu'ya küçük bir bilgi mesajı yazdıktan sonra öylece baktı telefona. Bokuto tonla mesaj atmıştı. Kiyoomi de aynı şekilde. Hatta biraz abartmış bile sayılabilirdi. Gözleri bir süre 'Maske' yazısına takılı kaldı. Aramalı mıydı? Ona ihtiyacı vardı bunu biliyordu ama bencillik yapmak istemiyordu. Yapmalı mıydı?

İstemsizce birkaç saniye daha telefonuna bakarken ekran değişti ve telefon titremeye başladı. Kiyoomi arıyordu. Mesaj atmayı bırakmasının sebebi buydu. Atsumu hâlâ engel olamadığı titreyen ellerini yeşil butonda kaydırdı ve telefonu açtı.

"Alo?" dedi Sakusa'nın güzel sesi bir cevap beklercesine. Atsumu sesiyle bile yatışmıştı. Daha sakin hissediyordu. "Efendim?" diye yanıtladı yorgun çıkan tona engel olamayarak. "İyi misin? Sabah normalde mesajlara cevap verirdin vermeyince endişelendim, okulda da yoktun..." Sesi cidden endişeli geliyordu.

  Atsumu dayanamadı. Ve tuttuğu bütün gözyaşlarını hafif hafif göz kapaklarından dışarı dökmeye başlamıştı bile. Kiyoomi'ye karşı saklanmasına gerek yoktu. O korkak Atsumu'yu görebilirdi. O endişeden kendini bitiren Atsumu'yu görebilirdi. O ailesiz kalan Atsumu'yu görebilirdi.

  Hıçkırıkları artmaya başlayınca telefonun karşısındaki çocuk panik olmaya başlamıştı. Atsumu'ya ne olduğunu soruyordu ama bir cevap alamıyordu. En sonunda hıçkırıklarının arasından tiz bir ses çıktı. "Omi... Benim sana ihtiyacım var."

 

poem || sakuatsuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin