Göz kapaklarını açtığında beyaz, yakıcı bir ışık gözlerini aldı. Öylesine kamaştı ki gözleri sımsıkı geri yummak zorunda kalmıştı. Sonrasında ise birkaç ses onu bu ışıktan daha fazla rahatsız edercesine dolmaya başladı kulaklarına.
"Şu saatte böyle sarhoş olmak!" dedi biri. Kınar ve iğrenir gibi bir hali vardı. "Belki de hastalığı filan vardır!" dedi öteki. Anaç bir sese sahipti ama bu, o bariz iğrenme hissini de bastırmaya yetmiyordu. "Uyandı galiba. Biraz daha su atın yüzüne!" diye söylendi üçüncüsü. Ergenlikten çatallaşan bir sesi vardı ve sesinde iğrenme hissedilmeyen tek kişi de oydu.
Murat gözlerini yavaş yavaş aralarken etrafına onlarca kişinin toplanmış olduğunu gördü. Anlamsızca ve konuşmayı unutmuş gibi bakakaldı öylece. Anaç sesli kadın, "Evin uzakta mı evladım?" diye seslendi. Gözlerinden tatlı bir huzur yayılıyordu. "Ambulans çağırdık yerinden kalkma sakın!" diye ekledi onu sarhoş veya daha fena bir şeyin etkisinde sanan adam.
Doğrulmaya çalıştı ama başı o kadar dönmekteydi ki belindeki kaslara herhangi bir emir verecek kudreti bulamadı kendinde. Kulaklarında giderek yoğunlaşan bir uğultu vardı. Bir süre sonra biraz daha kendine geldiğinde usulca doğruldu. En son ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Aklına ilk gelen burası her neresi ise kendi şehri olmadığıydı. Ona çok benziyor olsa bile değildi. Sonra o iki büyücü geldi gözünün önüne. Ellerindeki parlak cam plakalarla oynayan o iki büyücü. Ve nihayet gazetede okuduğu o sayılar ve kelimeler.
Etrafına bir süre boş boş göz gezdirdi. Bir ses sürekli "Ambulans çağırdık az sonra gelir" diye tekrarlayıp duruyordu. Bu ihtimal onu ölesiye korkutmaya yetti zira bir ambulans şu an başına gelecek en büyük felaket olabilirdi. Bu haliyle onu muayene eden kim olursa olsun aklını kaybettiğine kanaat getirirdi hiç şüphesiz. Ve günün sonunda kendisini şehrin akıl hastanesinde bulması işten bile olmazdı. Belki de sahiden aklını kaybediyordu ama bunu şu an için kendinden başka kimsenin bilmesine gerek yoktu.
"Be... Ben... Ben iyiyim." diyebildi usulca. "Birden başım döndü sadece. Bir şeyim yok!"
Ellerini dizlerine koyup ayağa kalktığında yüzüne bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı ama gözlerindeki şaşkınlık ve korku bu gülümsemenin inandırıcılığını tamamen yok ediyordu.
Ona garip bir varlığa bakarmış gibi bakan insanlara "Ben... Şey... Sadece... Bugün ayın kaçı? Sorabilir miyim acaba?" diye korkak bir soru yöneltti. Doğrudan "Hangi yıldayız?" diye sormaktansa lafı bu şekilde dolaştırmayı daha uygun bulmuştu. Hem ambulans gelmeden neler olduğunu biraz daha anlayarak buradan uzaklaşmak hem de etraftaki insanlara normal olduğunu kanıtlamak istiyordu.
"Yirmi üçü" diye nazik bir kadın sesi yükseldi. "23 Ekim pazartesi!"
Belli belirsiz mimiklerle teşekkür edip üstünün tozunu silkelemeye başladı Murat. Olabildiğince normal davranıp etrafında biriken kalabalığın dağılmasını umuyordu. Tarihi duyduğu an gözleri yeniden büyümeye başlasa da artık kendini daha iyi saklayabiliyor ve paniğini belli etmemeyi biraz daha iyi başarıyordu. Artık tarihin 18 Mayıs 2000 olmadığına fazlasıyla ikna olmuştu zaten.
Bir süre sonra kalabalık sahiden de dağılmaya başladı. Birkaç dakika içinde tüm sokak eski haline dönmüştü. Murat da sanki gideceği yere geç kalmış gibi kararlı ve hızlı adımlarla yürümeye koyuldu. Ambulans oraya geldiğinde çoktan caddenin bir başka ucunda kalabalığın içine karışmıştı bile.
Dakikalar boyu amaçsızca yürüdü. Yaklaşık yarım saat sonra bir büfeye daha denk geldi. Bu sefer çok daha hazırlıklıydı göreceği şeylere. Derin bir nefes alıp gazetelere göz gezdirdi. Çoğunu ilk defa görüyordu. Aralarından sadece birkaçının adı tanıdık geldi. Hemen onlardan birine uzandı, eline aldı ve hızla göz gezdirdi.
Okuduğu haberlerin hiçbiri onun için bir anlam ifade etmiyordu. Yabancı bir ülkenin gündemini anlamaya çalışıyor gibi hissetti kendini. Ne politikacılar ne magazin ünlüleri ne de sporcular daha önce hatırladığı isimler değildi. Bildiği dünya, okuduğu bu yeni dünyanın ayakları altında ezilip yok olmuş hatta hiç var olmamış gibi silinmişti.
On milyondan fazla insanın savaşlardan kaçıp ülkeye sığındığını anladı ilk olarak. Ne olmuştu ki dünyada da bu kadar mülteci vardı? Dünya savaşı filan mı yoksa? diye heyecanla kalbi çarpmaya başladı bir an. Şöyle bir etrafına göz gezdirdiğinde o savaşın en azından buralara uğramadığını rahatlıkla anladı tabii. Biraz olsun sakinleştirdi kendini.
En sonunda gözü yeniden gazetenin tarih yazan kısmına takıldı. 23 Ekim 2023 yazıyordu tıpkı daha önce baktığı diğer gazetede de olduğu gibi. Aklını yitirmediğine giderek daha da çok emin oldu bu sayede. Elinde tuttuğu gazete, hafifçe esen sabah rüzgârı, yanından geçip giden insanlar, ellerinde tutukları garip cihazlar, ilk defa gördüğü otomobiller hatta insanların basbaya garipleşmiş giyim tarzları... Hepsi ama hepsi tamamen gerçekti.
Anlaşılması güç ve yaşanması imkânsız gibi gelen gerçeği iyice fark ve kabul etmişti artık. Gazeteyi yerine yerleştirirken kendi kendine telkin verir gibi yeniledi sonraki yarım saat boyunca tekrarlayıp duracağı cümleleri;
Ben gelecekteyim... Tam 23 yıl gelecekte...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geleceğin Gölgesi
FantasyBir gün uyandığınızda kendiniz hariç her şeyin 23 yıl yaşlandığını fark etseniz ne yapardınız? Aileniz, arkadaşlarınız ve hatta sevdiğiniz kız bile artık 23 yıl geçmişte kalmış bir masal olduğunda yeni hikâyenizi yazmaya nasıl ve nereden başlardınız...