Bölüm 16

76 12 5
                                    


"Hava bu gece amma da soğuk. Kış erken başlayacak sanırım."

Şehrin epey dışında, o karanlık ormanın ötesinde kurulmuş Harlan Akıl Hastanesinin yaşlı başhekimi hastanenin bahçesinden ormana doğru bakarken söylemişti bu sözleri. Saat bir hayli ileri olmasına rağmen bu gece hastanede kalmayı tercih etmişti. Yatmadan önce de hastanenin bahçesinde kısa bir yürüyüş yapmak fena bir fikir gibi görünmemişti gözüne. Zira yıllarını verdiği bu hastane artık ona iş yerinden çok evi gibi geliyordu. Dolaştığı bu bahçe adeta evinin geniş ve ağaçlarla dolu bahçesi gibiydi. Ve her bir metrekaresinde o kadar çok hatırası vardı ki.

Yıllar önce buraya ilk geldiği günü hatırladı.

Önce meraklı bir kız sonra da bir hasta olarak geldiği günü.

Kaybolmuş, korkmuş, hatta çoğu insana göre delirmiş bir halde geldiği günü.

O günlerden bu güne ulaşması, hasta olarak geldiği hastanede şu an başhekim olması başkasına göre bir başarı olabilirdi. Ama sadece başkasına göre. O bu güce erişeceğini çok ama çok uzun yıllar önce anlamıştı. Bu her şey olabilirdi ama bir başarı değildi. Zamanın ona erkenden müjdelediği bir haberdi sadece.

Soğuk iyice dişlerini titretmeye başladığında saatine baktı. Vakit 00.45'i gösteriyordu. Yeni gün başlayalı çoktan yarım saatten fazla geçmişti bile. Göz kapaklarının ağırlaştığını hissetti tüm bu soğuğa rağmen. İçeri geçip odasındaki koltuğa kıvrılıp yatmayı düşündü. Genellikle öyle yapardı zaten. Hatta sırf bu yüzden o koltuğu olması gerekenden çok daha rahat ve geniş olanlardan seçmişti öyle ya.

Yüzünü ormandan çevirip hastane binasına döndü ve hızlı adımlarla içeri girdi. Binanın hiç şüphesiz bir akıl hastanesi için gerçekten de ürkütücü bir mimarisi vardı. Koridorlarında dolaşırken kolaylıkla kaybolabilir, dışarıdan onu seyrettiğinizde ise hakkında anlatılagelen korkunç dedikoduların çoğuna sahiden de hak verebilirdiniz. Zaten tıpkı yanına kurulduğu orman gibi bu hastane için de onlarca hikâye dolaşıyordu halk arasında. Ve yaşlı doktor yılların tecrübesiyle şu iki şeyi çok iyi biliyordu.

Bir hikâye asla sadece bir hikâye değildir!

Ve en önemlisi, Mircea Eliade'nin de dediği gibi "Mucize, ancak onu bir mucize olarak görmeye hazırlıklı olanlara görünür. Diğerleri için görünür değildir, o yüzden de yoktur."

***

Birkaç dakika sonra merdivenlerden çıkıp odasına çekilmişti yaşlı doktor. Bir süre odasında saatinin tik takları arasında gözlerini kapatıp sessizliği dinledi. Victoria döneminden kalma bir malikânenin çalışma odasına benziyordu adeta burası. Fazlasıyla zamanın dışında bir yer gibiydi. Hatta zaman odanın içinde çok daha yavaş akıyordu sanki. Normalde orada olmaması gereken bir şömine usul usul yanarken odunların çıtırtıları bu soğuk gecenin en vazgeçilmez melodisine dönüşüyordu. Odadaki tüm ışıklar kapalıydı. İçeriye tek aydınlık çok da canlı yanmayan o ateşin parlaklığından yansıyordu sadece. Turuncu ışık tüm odayı o an için bir kehribarın içinde hapsedilmiş gibi gösteriyordu.

Dışarıdaki soğuk, ormanın hastane pencerelerinden görünen korkutucu görüntüsü, odanın insanın içine huzur veren turuncu ışıltıları veya buna tamamen bir tezat oluşturan, hastaların odalarından zaman zaman yükselen isterik çığlıklar... Bunların hiçbiri o an başhekimin çok da umurunda değildi aslında. Beyninden geçen tek bir şey vardı.

"Zaman gelmek üzere. Çok ama çok yakın!"

Sonra birden...

Sonra birden masasının üzerinde duran telefon onu yerinden sıçratmaya yetecek bir panikle çalmaya başladı. Usulca uzattı elini çalan telefona. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Harlan Akıl Hastanesi buyurun."

"İyi geceler hanımefendi." dedi telefonun karşısındaki ses. Sesin kime ait olduğunu daha ilk kelimesinde anlamıştı yaşlı başhekim.

"Bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm. Ben şehir hastanesinden Doktor Mehmet. Harlan orman yolunda yaralı bir kişi bulundu da. Şahıs şu an kendinde değil ve üstünde tanımamız için herhangi bir kimlik bulamadık. Sadece bir cep telefonu ama onun da kilidini açamıyoruz şu an için. Yirmili yaşlarının başında sarışın bir erkek. Acaba sizin hastalardan biri olabilir mi?"

Kadının yüzüne yayvan bir tebessüm öylesine yayıldı ki o an telefonun diğer ucundaki doktor bu manzarayı görse tek bir kelime bile etmeden o telefonu kapatırdı.

"Hayır" dedi yaşlı başhekim. "Hastanemizde az önce yeni bir sayım yaptırmıştım. Tüm hastalarımız bina içerisinde şu an."

Oysa sayım filan olmamıştı. Yalan söylüyordu ve her geçen saniye gözleri daha da ışıl ışıl görünmeye başlamıştı. Kesinlikle morali yerindeydi şu anlarda.

Telefonun karşısındaki adamın derin bir nefes aldığı duyuldu ahizeden. Neredeyse mırıltılı bir sesle "Zavallı çocuk" dedi sonra.

"Hastanenizden kaçan bir hasta olduğunu düşünmüştüm. Demek iş daha başka. Tekrar rahatsız ettiğim için özür dilerim doktor hanım. İyi geceler."

Telefon kapanıp da hattan tek düze sinyal sesi gelmeye başladığında Harlan Akıl Hastanesinin yaşlı başhekimi hala elinde tutuyordu ahizeyi. Beyninde çakan şimşekler öylesine ardı sıra geliyordu ki onu bile hareketsiz bırakmaya yetmişti.

"İşte başladı!" dedi ahizeyi elinden yere atarken. Telefonu kapatmayı düşünmemişti bile. Eski telefon boşlukta sallanırken önce yanan alevlere çevirdi gözlerini. Odunların çoğu çoktan kömürleşmiş artık tüm alevlerini tüketmişlerdi. Gözünde yıllar, uzun çok uzun yıllar önce gördüğü o manzara canlandı sonra. Tıpkı bu şöminenin içindeki alevler gibi alevler canlandı gözünde. Çok daha büyük çok daha yok edici ve çok daha güzel.

Gözlerini pencereden dışarı çevirdiğinde ise karanlıklar içinde duran ormanın alevlerle aydınlandığını hayal etti kısa bir an. "Ahh..." dedi baygın ve haz duyan bir sesle. Bacaklarının titrediğini kalbinin çok daha hızlı çarptığını hissetti.

"Sonunda..." dedi aynı haz dolu sesiyle. "Sonunda vakti geldi işte."

"Yıllardır buna hazırlandım. Yıllardır bu anı bekledim!"

"Uğur, Beren ve Murat..."

...

...

"Sonunda yeniden karşılaşacağız"

Geleceğin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin