Bölüm 8

120 30 16
                                    


Altays Books&Coffee günün en kalabalık saatlerini yaşıyordu. Sürekli bir devinimle yükselen uğultuya bardak ve kaşık şıngırtıları eşlik ediyor, arada bir açılan kapıdan içeriye az sonra bastıracak yağmurdan kaçmak için buraya sığınan insanlar doluşuyordu. Sabah saatlerindeki o dinlendirici uğultu yerini artık fazlasıyla rahatsız edici bir gürültüye bırakmıştı.

Mutfak camından dışarıya kaçamak bir bakış attı Uğur. Hava baya kararmış, toplanan bulutlar akşamı erken getirmişti. Saatine baktı sonra. Okulların son zilinin çalmasına 10 dakikadan az kalmıştı. Dağılan öğrencilerle de birleşince kafede altından kalkılması zor bir kalabalık birikeceği kesindi. Beren biraz çabuk gelir umarım! diye söylendi kendi kendine. Çalışanları yani Kübra, Onur ve Arda bir süre sonra yetersiz kalacaktı. Hatta eğer böyle devam ederse Kübra'nın gerilen sinirleri bir yerden sonra kopacak ve piyango zavallı bir müşterinin başına patlayacaktı. Beren'in okuldan çıkar çıkmaz buraya gelmesi ve şu yoğunluk geçene kadar işlere yardım etmesi gerekiyordu.

Önlüğünün cebinde duran bozukluklar geldi birden aklına. Onlarca yıl öncesinin damgasını taşıyan bozukluklar. Eline aldı yeniden, üstlerinde yazan sayılara, tarihe ve motiflerine göz gezdirdi. Bir kez daha ne aradığını tam olarak bilemeden kontrol etti hepsini. Gün boyu o gencin tekrar gelmesini ve her şeyin bir şaka olduğunu itiraf etmesini beklemişti. Kimin yaptığını bulamamış olsa da bu sözleri duyacağına emindi.

Bu bir şakaydı. Bunu duymak istiyordu.

Emin olmak istiyordu.

İmkânsız olanı ihtimal olarak kabul etmek sadece boş bir avuntu verirdi insana. Bu avuntuya karnı geçen yıllar neticesinde fazlasıyla toktu. Karısı geldi aklına. "Ece..." diye mırıldandı avucundaki paraları sıkarak. Küçük ama çok küçük bir ihtimal demişti doktorlar onun hakkında konuşurlarken.

Ve o ihtimal hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Uğur'un umut bağladığı o ihtimal asla bir gerçeğe dönüşmemişti.

Karısının cenazesinde söz vermişti kendi kendine. Bir daha küçük ihtimaller ile kendini avutmayacaktı Uğur. Böylesi en kötüye hazırlanmak için daha iyiydi ve bildiği bir şey varsa o da bir şey olacaksa genellikle kötü ihtimallerden biri olurdu.

"Murat da 23 yıl sonra mezarından kalkıp geri dönecek değil ya!" diye söylendi sonra. Kalbinin ihtimal verdiğini zihni reddediyordu. "Aptal bir şaka!" diye söylendi. Tükürür gibi çıkmıştı sesi. "Aptal bir şaka!"

Başka bir açıklaması olamazdı. "Ne yani canım!" dedi. "Hem geri dönecek olsa bile onca yıldır aynı yaşta donup kalmadı ya!"

"Mezarından çıkıp gelmesi mümkün değil ya!"

"Onu o mezara ben ellerimle koydum! 23 yıl önce ben attım ilk toprağı üzerine."

Tam paraları yeniden cebine koyup işinin başına dönecekti ki kulakları sağır eden bir gök gürültüsü duyuldu. Kafenin içinde bile insanlar korku ile birkaç saniye susup kaldılar. Hemen peşinden de yağmurun şiddeti camlara vuran sert ve aceleci damlalarla kendini belli etmeye başladı.

Yeniden saatine baktı Uğur. Okullar dağılmak üzereydi.

Dışarıda deli gibi yağan yağmur yüzünden bir süre sonra herkes konuşmayı kesti ve bu gürültüyü dinlemeye başladı. Arada bir gök gürlemeleri ile homurdanan yağmur, tüm kafede kahve ve cay kokuları ile birlikte dinlenen güzel bir besteydi artık.

Uğur'un kulağına bu sessizlikte usul usul konuşan dört kişi takıldı. Sabah Murat olduğunu söyleyen o gencin oturduğu masada oturuyorlardı. En fazla 15-16 yaşlarındaydılar. Kızından birkaç yaş küçük dört tane genç. Muhtemelen okuldan kaçmış buraya gelmişlerdi. Yıllar yıllar önce Murat ve Uğur o yaşlardayken nasıl enerji doluydularsa onlar da en az o kadar enerji dolu görünüyorlardı. Gözlerindeki parlak ışık, tenlerinin genç ve taze dokusu, kelimelerinde saklı heyecan ve sebepsiz gibi görünen neşeleri. Hepsi ama hepsi aklına 23 yıl önceki Murat ve Uğur'u getirdi.

Geleceğin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin