Delikanlım!
İyi bak yıldızlara,
Onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
Yıldızların ışığında
Kollarını ufuklar gibi açıp
Geremezsin...
Murat'ın rüyasını anlatmaya başladığı dakikalarda kilometrelerce uzakta, Murat'ın bir gün önce gözünü açtığı ormanın içinden geçen o yolun tam da o noktasında bir beden umutsuzca sürünerek ilerlemeye çalışıyordu. Gözlerinden akan yaşlar kan ve toz ile karışıp yanaklarından süzülürken yüzünün her halinden katlanılmaz bir acı içinde olduğu okunabilirdi.
"Kahretsin!" diye tükürerek haykırdı. Elini karnına götürdüğünde avucuna biraz daha kan bulaştı. Yarasından sızan kan giderek artıyor, bedeni her geçen saniyede daha çok tükeniyordu.
"Sıyırmış en azından" dedi öksürükleri izin verdiği ölçüde. Gözleri büyüdü sonra kısa bir an. "Beni sıyırdıysa... O zaman... O zaman ona isabet etmiş olmalı!"
Gözlerinden birkaç damla yaş daha süzüldü. Elinden artık hiçbir şey gelmezdi.
Başına aldığı darbe yüzünden alnından da kan sızıyor olmalıydı. Emin olamadı bundan zira alnından akıp gözlerine dolan şeyin kan mı yoksa kendi teri mi olduğunu anlayamıyordu. Her yer alabildiğine karanlık içindeydi. Gerçi ışık da olsa çok fark etmezdi muhtemelen. Gözleri giderek daha fazla kanla doluyor, görüşü iyiden iyiye zorlaşıyordu.
Böyle uzun dakikalar boyunca süründü. Ona saatler gibi gelen dakikalar boyunca gücü yettiği kadar süründü. Karanlığın içinde çaresizce ışığı arayan bir küçük kelebek gibiydi. Onun kadar kırılgan, onun kadar korkmuş ve onun kadar az ömre sahip.
Birden aklına cebindeki telefon geldi sonra. Kendi telefonu değildi gerçi ama bu çağdaki telefonları nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Elini cebine doğru götürdüğünde hala orda olduğunu anladı. Yüzüne öyle güzel bir tebessüm yayılmıştı ki o an onu biri görse ölümcül yaralar içinde bir adam gördüğünü asla anlamazdı. Genç ve masum yüzü adeta tüm olumsuzlukları, tüm karanlıkları güzel bir bahar şafağının sarhoş edici ateşiyle yok ediyor gibiydi.
Kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle çıkarttı telefonu yerinden. Düz cam ekran çatlaklarla doluydu. Hala çalışıp çalışmadığını anlamak için yan düğmeye bastığında telefonun ışıkları kurtuluşu müjdeleyen kutsal bir buyruk gibi aydınlattı çevresini.
"Eğer..." dedi yine öksürüklerle titreyen sesine rağmen. "Eğer biraz olsun hat çekiyorsa tarih kendini güncelleyecektir."
Telefonun tarihinin kendini güncelleyip güncellemediğine baktı. Akıllı telefonların en sevdiği özelliği buydu. Tek bir an bir hatta bağlanırsa hemen yeni tarih yazardı ekranda. Heyecan ile gözlerini ekrana dikti. Orda ne göreceğine asla emin olamazdı.
Güncellenmişti tarih. Telefon az da olsa çekiyor olmalıydı. Ekranda 24 Ekim 2023 – 00:15 tarihi okunuyordu. Görmek isteyeceği en son tarih bu olmalıydı.
"Kahretsin!" dedi ve birkaç küfür savurdu peşi sıra. "Her şeyin başladığı gündeyim" diye mırıldandı. "Ve..." dedi sonra. Gözleri büyümeye başlamıştı fark ettiği şey yüzünden. "Ve öleceğim gündeyim!"
Kabul etmek istemese de hayatının bitmek üzere olduğu gerçeği havanın soğukluğu kadar keskin bir şekilde ruhunu titretiyordu şimdi. Ağaçların rüzgâr ile hışırdayan kuru yaprakları bile ondan çok daha fazla ömre sahipti artık. Bu öyle garip bir gerçeklikti ki o yaprakları bile kıskanabilirdi o an. Ölmek üzere olan bir insan ne hisseder diye hep merak etmişti. "Demek böyle bir şeymiş." diye mırıldandı usulca. Telefonunda okuduğu o tarih artık yolun sonuna geldiğini haykırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geleceğin Gölgesi
FantasyBir gün uyandığınızda kendiniz hariç her şeyin 23 yıl yaşlandığını fark etseniz ne yapardınız? Aileniz, arkadaşlarınız ve hatta sevdiğiniz kız bile artık 23 yıl geçmişte kalmış bir masal olduğunda yeni hikâyenizi yazmaya nasıl ve nereden başlardınız...