Bölüm 17

69 11 7
                                    


"Sanırım..." dedi Beren fısıltıyla. "Aynı rüyayı ben de görüyorum."

Murat da Uğur da şaşkın gözlerle Beren'e dikkat kesildiler.

"Son birkaç gündür..." dedi Beren. Sesi kesik kesik çıkıyordu. "Son birkaç gündür zaman zaman bu rüyaya benzeyen bir şeyler görüyorum!"

"Emin misin?" diye sordu Uğur. Yavaş adımlarla kızına doğru yürüyor, gözlerinde daha önce kızının hiç görmediği bir korku okunuyordu. Yüzünü sakin tutmaya çalışsa da gözleri içine düştüğü korkuyu tüm odaya haykırıyordu aslında.

Murat ise oturduğu yerden kalkamadı. Kaşlarını çatmış Beren'in ne kastettiğini anlamaya çabalıyordu. Birebir aynı rüya olamaz diye geçirdi içinden defalarca. Bu imkânsız.

Uğur kızının elini tutmuştu şimdi. Önünde diz çökmüş iki elini de avuçlarının içine almıştı. Bu mesafeden gözlerinde biriken yaşları çok net fark edebiliyordu Beren. Neden böyle korku ve acı ile ona baktığını o da anlayamamıştı ama içinde bulunduğu durumun normal karşılanamayacağının da farkındaydı.

"Bize tam olarak ne gördüğünü anlat!" diye odadaki herkesten daha katı ve kuvvetli olduğunu belli edercesine keskin bir cümle kurdu Uğur. Kızının ne zaman yalan söylediğini, ne zaman gerçekten korktuğunu hatta ne zaman ne düşündüğünü bile hiç tereddüt etmeden anlayabilirdi. Şimdi ise kızının yüzünde sadece merak ve korku görüyordu. Hem de gerçekliği hiç şüphe uyandırmayan bir korkuydu bu.

Babasının gözlerine baktığında içi güven ve cesaret ile dolan Beren "Bazen..." diye söze girdi. Gözlerini Uğur'un gözlerinden ayırsa karanlıkta kaybolacak gibi hissediyordu adeta.

"Bazen annemi bana seslenirken duyuyorum! Rüya mı gerçek mi olduğuna emin olamadığım bir seslenme. Kimi zaman daha uyanıkken başlıyormuş gibi geliyor."

Beren'in dudaklarından "Annem" kelimesini duyması bile Uğur'un kalbine hüzün dolu bir sıcaklık yaymıştı. Gözlerini kızının gözlerinden kaçırdı bir an.

"Sonra kendimi geçmişin görüntüleri içinde oradan oraya savrulurken görüyorum. Tıpkı size olduğu gibi yıllar öncesi ile şimdi iç içe geçiyor sanki. Ve fırtınanın ortasında bir gemide buluyorum kendimi. Güvertede tanıdığım tanımadığım bir sürü insan var. Babam, arkadaşlarım ve... "

"Ve..." diye merakla yeniledi son cümlesini Murat. O da baba ve kızın yanına yanaşmış ayakta dinliyordu şimdi.

"Ve yüzünü göremediğim bir adam kucağıma bir bebek bırakıyor. Onun da bebeğin de yüzünü asla göremiyorum. Ona seslenmek istediğimde sesim çıkmıyor. Ne kadar bağırırsam bağırayım tek bir ses bile duyuramıyorum. Bebeği kucağıma bıraktıktan sonra adeta kayboluyor. Gemide sağa sola koşmaya başlıyorum. Bir süre sonra yeniden kucağıma baktığımda bebeğin oradan gittiğini fark ediyorum. Ve işte o zaman tam karşımda bir kadın beliriyor. Bebek onun kucağında ve bana her seferinde şey diyor..."

Murat'ın dudakları kendiliğinden oynadı sanki bu anlarda. Beren'in yarım kalan cümlesini kendisi tamamladı; "Fırtınadan kaçamazsın! Bu fırtına senin eserin."

Beren onaylayan gözlerle Murat'a baktı. Uğur başka bir dünyaya dalmış gibi derin bakışlara sahipti artık. "Ve ben de varım öyle mi ?" diye sordu merakla. "Ben sana ne diyorum peki?

"Birini azarladığını duyuyorum baba!" dedi Beren. "Sesini duyuyorum, sen olduğunu ve birine nefretle bağırdığını biliyorum ama bana asla bakmıyor asla seslenmiyorsun!"

"Ve sonra da..." Murat rüyanın sonunu merak etmişti. Beren gözlerini Murat'a sabitleyip son cümlelerini söylemeye başladı.

"Sonra ise dalgalar gemiyi parçalıyor. Birden sihir bozulmuş gibi binlerce parçaya bölünüyor o gemi. Eski çok eski bir gemi üstelik ve parçalanan kerestelerin sesi fırtınanın sesine karışıyor. Annemin bana seslendiğini hala duyabiliyorum. Ve o bebeğin ağlama sesini. Ben boğulmak üzereyken son ana dek o ses sanki hemen yanımdaymış gibi kulağıma dolmaya devam ediyor. Hatta yanımda değil de doğrudan beynimin içinden geliyormuş gibi! Ve gemideki herkes akıntıya kapılıp dağılıp gidiyor. Ben de olduğum yerde ağır bir kaya gibi dibe çökmeye başlıyorum."

Uzun süren bir sessizlik oldu. Belki 5 dakika belki de çok daha uzun. Üçü de oldukları yerde öylece azar işitmiş çocuklar gibi sessizce beklediler. En sonunda "Bir anlamı olabilir mi?" diye söze girdi Murat. "Belki de sadece bir tesadüf!"

Tam bu esnada üst kattan ani bir ses geldi. Bir şeyin yere düşme sesi. Ve arkasından bir ses daha. Hepsi birden kafalarını sesin geldiği yöne yani odanın tavanına diktiler.

"Zavallı adam!" diye hayıflandı Uğur. "Yine düştü galiba!"

Murat'ın meraklı gözlerini görünce açıklama gereği hissetmiş olacak ki devam etti sözlerine.

"Üst katta yaşlı bir komşumuz var da. Ya bir şeyi devirdi ya da kendi düştü."

"Anlıyorum!" dedi Murat. Aslında çok da umurunda değildi ama o ses kendi de dâhil odadaki herkese bir an için hayatın dışarıda da devam ettiğini hatırlatmıştı sanki. Zihinleri o kadar bulanmaya başlamış ve beyinleri o denli yorulmuştu ki dışarıdan gelen bu ses küçük bir mola gibi gelmişti. Belki de biraz da bunun etkisiyle az önceki kasvetli hava biraz olsun dağıldı.

Uğur birden ayağa kalktı. Az önceki halinden eser yok gibiydi. Nasıl yapmış ise tüm duygularını içine gömmüştü sanki. "Eminim..." dedi garip bir özgüvenle "Eminim o rüya sadece bilinçaltını ilgilendiren bir durumdur. Biraz psikanaliz bilsek ortada şaşılacak bir şeyin olmadığını bile anlarız belki de!"

"Umarım böyledir!" dedi Murat. O anlarda Uğur'un da Beren'in de derinden hissettiği o enteresan korkuyu hissetmeye başlamıştı aslında ama her korku gibi o da kendini başta önemsiz göstermeye meyilliydi.

Tipik insan beyni mantıklı bir çıkarım peşinde koşardı her daim. Onu bulamadığında ise korku ile ne yapacağını şaşırır, gözünün önünde duran gerçekliği dahi inkâr eder hale gelirdi. Ve mantık olarak öne sürdükleri şey genellikle en "kör" çıkarım olurdu. Tam aksi düşünülmesine rağmen aslında basit olandan her zaman kaçardı insanoğlu. Mantıklı olanın görünenin ötesinde bir şey olacağına inanırdı. Üstelik "mantık" denen şeyi arzu edilen olarak görmeye meyilliydi. Gerçek olup olmaması önemli değildi aslında. Mantıklı ise gerçek olmalıydı insanlara göre. İnsan zihni böyle bir çocukluk içindeydi her zaman. Mucizelerin gerçekliğine kapıları kapatır, mantıklı bir açıklama arardı. Ve bunu yaparken de o mucizelerin sihrini kendi elleriyle silip yok ederdi işte.

Ve...

Ve öylesine cahildi ki tüm insanlık. Çocukların bile gördüğü gerçekleri sırf mantıklarına uymadığı için yok saymayı bilgelik zannederdi.

Tıpkı o odada olan herkes gibi. Onlara göre mantıklı olanın gerçek olmak zorunda olduğu gibi.

İşte tüm bunlar birleştiğinde o odadaki herkes de mantıklı bir çıkarımı illa bulacaklarına emin olmak, öyle hissetmek istiyorlardı aslında. Hiç birinin aklına geleceğin gölgesinin bu geceye ve rüyalarına vurduğu gelmemişti haliyle.

Kim bilebilirdi ki?

Kim...


------------------

LÜTFEN YORUM VE BEĞENİLERİNİZİ ESİRGEMEYİN. GELECEK BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZRE 

Geleceğin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin