Bölüm 9

101 30 18
                                    

Bir otomobilin aniden yanında fren yapmasıyla irkildi Beren. Daha ilk gördüğü anda tanımıştı bu doksanlardan kalma eski arabayı. Ön sağ kapıyı hızla açıp babasının yanına attı kendini.

"Baba... dedi sonra ürkek bir sesle. Soğuktan titreyen sesi sadece soğuk yüzünden böyle ürkek çıkmıyordu. "O çocuk..."

"Biliyorum" dedi Uğur. "Biliyorum!"

***

-5 dk önce-

Eğer sahiden oysa evine de uğrayacaktır!

Murat'ın eskiden yaşadığı eve doğru olabildiğince hızlı sürmeye çalışan Uğur'un sadece bu kelimeler geçiyordu zihninden. Silecekleri yağmurun hızına yetişemiyor, karşısındaki cam ona sadece saniyelik aralıklarla yolu gösterebiliyordu.

Eğer sahiden oysa evine de uğrayacaktır!

"Evi..." diye mırıldandı sonra. Son nefesini veren bir hastanın nefesi kadar cılız çıkmıştı bu kelime dudaklarından. Gözlerini sağa sola kaçırdı. Sanki karşısında Murat vardı da gözlerini ondan kaçırıyordu.

O evi o halde görmeye kendisi bile katlanamazken Murat, tabi gerçekten Murat ise, kim bilir neler hissedecekti.

Suçluluk hissi bedenine öyle hızlı yayıldı ki midesi bulandı birden. Gaza biraz daha yüklendi. Ara sokaklardan geçerken bile yavaşlamayan araba yağmurun içinde delirmiş bir hayvan gibi etrafına su ve çamur saçarak ilerlemeye çalışıyordu.

Birden biraz ileride yolun kenarında koşan bir silüet çarptı gözüne. Turuncu saçları bu fırtınanın ortasında bile kendini belli eden tanıdık bir silüet. Tam yanında durduruverdi arabasını. Onu burada görmeyi beklemiyordu beklememesine ama şaşırdığı da söylenemezdi. Bu gün hayatının diğer günlerinden çok daha sürprizlerle dolu bir gündü hiç şüphesiz. İleride üstünde uzun uzun düşüneceği günlerin de başlangıcıydı.

Araba yanında durur durmaz Beren kendini içeriye attı.

Birkaç saniye sonra ikisi de birbirinden şaşkın ve meraklı yolcularıyla artık sokak lambalarının aydınlatmaya başladığı sokaklarda ilerlemeye devam etti eski otomobil.

Üçüncü yolcusuna doğru!

***

İliklerine kadar ıslanmıştı Murat ama ne soğuğu ne de yağmuru hissediyordu.

Evinin olduğu sokağa girmişti. Bulmuştu işte adresini, oradaydı. Çocukluğunun geçtiği evin hemen önündeydi şimdi.

Daha doğrusu o evden geriye kalanların!

Üst üste yığılmış odun ve tuğlalar çoktandır öyle olduğunu belli eden güneş çürüğü izleri ile doluydu. İki yanında uzanan yeni apartmanların arasında zamanın çarkında ezilip kalmış bir harabeye dönüşmüştü.

Gündüz geceye, bahar kışa, yeni eskiye, genç yaşlıya.

Çocuklar büyür, büyükler yaşlanır ve yaşlılar ölür!

Dizlerinin üstüne çöktü. Sadece bakıverdi, dakikalarca...

Babasının her bahar özenle domatesler ektiği bahçe artık yaban otlarının altında kaybolmuştu. Evlerinin avlusundan geriye ufanmış beton parçaları, annesinin özenle yetiştirdiği çiçeklerden ise sadece çürüyüp küflenmiş saksılar kalmıştı.

Boş bira şişeleri, rüzgârın sağa sola uçuştururken adeta burada tuzağa düşürüp biriktirdiği çöpler, belki de kedilere yuva olmuş şekilsiz ve rastgele göze çarpan oyuklar...

Sahipsizdi o an orada her ne varsa. O yıkılmış ev, perişan haldeki bahçe, o eski saksılar ve... ve Murat'ın bizzat kendisi sahipsizdi. Kimsesizdi!

Ne kadar orada öylece oturdu kimse bilemez ama bir süre sonra öylesine çığlıklar atmaya öylesine dehşetli feryatlar koparmaya başlamıştı ki yağmur bu kadar çılgınca yağmasaydı Murat'ın sesini duymamış tek bir ev bile kalmazdı o sokakta. Lakin şu anlarda Murat bile kendi sesinin ne kadar arşa yükseldiğinin farkında değildi. Deli gibi yağan yağmurun altındaydı ama yanaklarında hissettiği tek şey akıp duran gözyaşlarıydı. Ötesi değil!

"NE OLDU SİZE!" diye bağırdı sonra. Sesi şimdiden kısılmaya başlamıştı.

"NE OLDU BURADA! NEREDESİNİZ?! BEN... BEN... BEN NEREDEYİM!"

Sonra...

Sonra konuşmadı uzun bir süre. Zihninde herhangi bir kelime hayat bulamıyordu artık. Birkaç dakika önce duyduğu tüm neşe, kendini diğer insanlardan şanslı ve hatta seçilmiş hissetme duygusu silinip gitmişti işte. Sadece ağlıyor arada bir yanaklarını silerek o yıkıntılara bakıyordu. Dizlerinin arasından akıp giden sular az sonra onu alıp sürükleyecek ve bu dünyadan silecekti sanki. Aslında bunun böyle olup her şeyin bir nihayete ermesini isteyen artık Murat'ın ta kendisiydi. Beyninde düşünce olarak varlığını devam ettiren tek şey büyük karanlık bir boşlukta yok olmak ve sonsuza dek yok olarak kalmaktı.

Hemen arkasında duran arabanın fren sesini de ondan inen şoförün hızla açtığı kapıyı da duymadı.

Ama...

Ama birden omzunda bir el hissetti. Dostlukla omzunu kavrayan samimi bir dokunuşa sahip tanıdık bir el!

Hemen peşinden de o kelimeleri duydu; "Murat! İyi misin?"

"İyi miyim?" diye mırıldandı Murat sesin kime ait olduğuna bakmak için yönünü bile çevirmeden. Ağlamaktan da bağırmaktan da yorgun düşmüştü artık. Kendini bir tüy gibi hafif hissetti. Rüzgâra teslim oluyordu işte. Ona direnmenin bir anlamı yoktu. Tüy gibi savrulmaya razıydı.

Gözleri kapanıyor, tamamen başka bir dünyaya çekiliyordu. Zihni, istemsizce ayık kalmaya kendini zorlarken algıladığı son şey fırtınanın ortasında parıldayan kehribar renginde bir şelaleydi.




----------------------------------------------------------------------------------
Bölüm biraz kısa oldu ama yarın yeni bir bölüm daha atarak bunu telafi edeceğim. Lütfen beğeni ve yorumlarınızı benden esirgemeyin ve arkadaşlarınıza da tavsiye etmeyi unutmayın. Gelecek bölüm görüşmek üzere.

Savaşın sonsuza dek silindiği bir dünyanın hayaliyle yazdıklarımı okuyan herkese sevgilerimle.

Geleceğin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin