Ertesi sabah güneş vaktinden önce yükselmiş gibi geldi hepsine. Daha uykuya bile erişemeden gündüz tüm gürültüsü ile başlamıştı sanki. Apartmanın merdivenlerinde koşturan okullu çocuklar, eski tesisatın kullanıldıkça yılan gibi tıslayan su boruları ve sokaktan yükselen türlü gürültüler eşliğinde hemen hemen aynı anlarda uyandı Beren, Uğur ve Murat'tan oluşan ev ahalisi.
Saat 6.50 sularında gözünü açtı Murat. Uyanır uyanmaz ise ilk hissettiği şey garip bir baş ağrısı, uykusuzluk ve yorgunluk olmuştu. Kafası öylesine karışıktı ki uyandığı ilk dakikalarda bir gece önceki olayların rüya olup olmadığını düşündü.
Zaman yolculuğu... 23 yıl gelecekte uyanmak... Bambaşka bir yere dönüşen şehir... En yakın dostunun yaşlı bir adam olarak karşına çıkması... Elif... Anne ve babası... O kızıl saçlı kız... Uğur'un kızı... 23 yıl...
Üstündeki yorganı ondan nefret eder gibi hışımla kenara attı. Rüya değildi. Hiçbiri rüya değildi. Şu an içinde bulunduğu oda çocukluk arkadaşının, yaşlı bir adama dönüşmüş Uğur'un evindeki bir odaydı ve Murat o odanın içinde kendini eski bir resim gibi hissediyordu. Ani bir hamleyle doğruldu ve üstünü giyindi.
Odasından çıkmadan önce evi dinledi birkaç saniye. Henüz kimse uyanmamış gibiydi. Kısa bir an öylece kapının önünde bekledi. "23 yıl gelecektesin Murat!" dedi kendi kendine. 23 yıl...
Evin içinde biraz dolaştıktan sonra sabaha has o turuncu gökyüzünü izledi balkona çıkıp. Kehribar renginde gökyüzü yüreğine eşsiz bir hoşnutluk salmıştı. Elindeki yarayı annesine üfleten bir çocuk nasıl huzur bulur, acıları dinerse öylesine dinmişti sanki başının ağrısı.
Bir an arkasında rengini gökyüzünden alan bir şeylerin hareket ettiğini hissetti. Refleks olarak o yöne döndüğünde uykusuz gözleri ve dağınık saçlarına rağmen çirkin veya hastalıklı görünmekten çok, yorgun bir çocuk kadar masum görünen Beren'i gördü. Gözlerini ovuştururken Murat'ın yanına kadar gelmişti Beren. Onun da pek dinlendirici bir uyku çekmediği her halinden belli oluyordu.
Dudaklarından belli belirsiz bir "Günaydın!" sözcüğü çıkıverdi. Hafif bir tebessümle cevap veren Murat gözlerini sanki bir yasağa el uzatmaktan korkar gibi çevirdi hemen Beren'in suratından. Derin bir nefes aldı ciğerlerine temiz hava doldurmak ama daha çok da zihnini dağıtmak için. Bir şeyler demek istiyor da kelimeleri hazırlıyor gibi görünüyordu ama sessizliği yenemedi bir türlü. Yoldan tek tük geçen okul servislerini izledi bir süre.
"En çok neye şaşıracaksın acaba?" diye sordu Beren. Ellerini balkonun demirlerine dayamış, gözlerini günün ilk ışıkları ile aydınlanan şehre dikmişti. Tüm şehrin sahibi oymuş da mülkünü kalesinin tepesinden izliyormuş gibi bir hali vardı.
Murat, "İlk yapacağım şey..." dedi yüzünü Beren'e dönme gereği duymadan. "Onların yanına gitmeliyim. Oğullarının döndüğünü söylemeliyim. Yıllar önce yapmam gereken vazifemi yapmalıyım."
"Hiç tanıyamadım onları" dedi Beren. Eminim çok iyi insanlardı.
"Olabilecek en güzel aileyi verdiler bana!" diye sesi titreyerek cevap verdi Murat. "Bunu hak etmiyorlardı. Benim arkamdan tuttukları yası düşünüyorum da..."
Birden hangi caminin hangi minaresinden geldiği belli olmayan bir feryat işitti kulakları. Bu acı ses ile ikisinin de tüyleri diken diken olmuş, içlerinde bir şey ürpermekten çok daha ileri bir duygu ile titremişti.
Sela verilmekteydi.
Kulak kabarttı Murat, boğazında bir şeyler düğümlendi artan bir baskıyla ve Beren ile beraber sanki ölen ruhun anısına hürmet eder gibi solukları yavaşlayıp sessizleşti. Öyle bir saygı öyle bir hürmetti ki bu, bedenleri yaşamaya devam etse bile ruhları o an gerçeğin olduğu yerde güneşten bile aydınlık bir ışıkla ışıldıyordu. Ve ikisi de aslında farkında bile olmadan ölümün titrek karanlığının ucundaki ışığa bakıyorlardı. Gözlerin en anlamlı daldığı anların içindelerdi tüm sela boyunca. Tek bir ölü veya tek bir ölüme değildi bu saygı ve ürperti. Kelimelere dökemeyecekleri ortak bir hüzün ve huzur yaşadılar o an boyunca.
"Ne garip şey ölüm!" dedi Beren. Sesinin tonundan bu kavrama pek de yabancı olmadığı çok net anlaşılıyordu.
"Çok sevdiğin biri öldüğünde..." diye usul bir tonla devam etti sözlerine. Artık gökyüzü mavileşmiş tek kehribar tonlar Beren'in saçlarından yansır olmuştu.
"Çok sevdiğin biri öldüğünde uzun bir zaman o ölümü her sabah yeniden hatırlarsın!"
"Nasıl yani?" diye karşılık verdi Murat. Aslında arayıp da bulamadığı bir şeyi Beren bulmuş da Murat da merakla ona nasıl bulduğunu soruyormuş gibi bakıyordu. Yüzünü kıza yaklaştırdı. Beren de yaşından çok daha olgun bakan gözlerini Murat'ın yaşından çok daha toy bakan gözlerine dikmişti.
Bundan sonra duydukları Murat'a adeta bir Shakspeare tiradı gibi geldi. Tabii bir tirattan çok daha etkileyiciydi zira bu kez sahnede oyuncular değil o ve Beren vardı.
Hafif bir rüzgâr saçlarını okşadı ikisinin de ve sahne başladı.
"Ölüm sen ona alışıncaya kadar bir rüya gibidir" dedi Beren. "Gördüğün kötü rüyadan bir an önce uyanmak istersin. Ölümde de o ölümün aslında olmadığına içten içe inanır kalbin. İşin kötüsü beynin bile o ölümü reddetmeye yönelir. Her sabah uyandığında o sevdiğin kişinin ölümü silinmiştir hafızandan. Beynin uykudan uyandığı anda sanki o ölümü hiç yaşanmamış gibi devam ettirir seni alıştığın hayata. İşte bu yüzden rüya gibidir ölüm. Uyandığın anda ne kadar kötü olursa olsun çoğunu unuttuğun bir rüya gibi.
Tabii sonra hatırlarsın rüya sandığın gerçeği ve işte o zaman rüya ile gerçeğin yer değiştirmesini dilersin. Bu günler hatta aylarca böyle devam eder. Gün gelir o sevdiğin her kim ise hala bir yerlerde nefes alıyormuş gibi hissedersin. Öldüğünü bilsen bile o hala yaşıyordur o anlarda. Sanki birden zil çalacak ve kapıdan içeriye girecektir. Bu böyle devam eder durur. Sen o ölüme ve onun yokluğuna alışıncaya kadar. Bazen birkaç ayda alışırsın bazen birkaç hafta. Bazen yıllar sürer. Bazen ise..."
Devam etmedi bundan sonra sözlerine Beren. Murat'tan gözlerini hızla kaçırıp içeriye giriverdi açık kapıdan öylece esen bir rüzgâr gibi. Kızın arkasından bakarken cümlenin geri kalanını Murat tamamladı.
"Bazen ise bir ömür boyu alışamazsın!"
Derin bir nefes çekti içine. Beren'in dediklerinin sadece ölüm için geçerli olmadığını düşünüyordu. Hatırladığı günlerin 23 sene geride kalmış olmasına belki de bir ömür boyu alışamayacak, içinde bulunduğu durumu bir ömür boyu bir rüya gibi anmısayacaktı.
Sokakta sesler artıp daha çok insan geçmeye başladığında içeri girmek için kapıya yöneldi. Yöneldi yönelmesine ama tam karşısında Beren'i gördü yeniden. Elinde çerçeveli bir resim tutuyordu. Resmi Murat'ın eline doğru uzatırken Murat kızın gözlerinde az önce fark etmediği bir kızarıklık fark etti. Garip bir buğunun ardında parlayan narin bir kızarıklık. Neyin buna sebep olduğunu anlamak istercesine çerçeveyi ellerinin içine alıp usulca gözlerini kızdan resme indirdi.
Çok eski bir resim değildi bu. Hatta belki de en fazla 5 yıl öncesine ait bir resimdi. Uğur, Beren ve... Ve kim olduğunu bilmediği bir kadın. Beren'in saçlarının tıpatıp aynısı saçlara sahip ve başını Uğur'un omuzlarına koymuş bir kadın. Aklına gelen ilk ihtimali fısıldadı Murat. Konuşmaktan çok sesli düşünüyor gibiydi. "Annen mi?"
"Evet!" dedi Beren. Saçlarına vuran ışık adeta gökyüzüne yeni bir kızıllık yayacak gibi görünüyordu. Hızla birkaç kez içini çekti sonra. "Annem..." dedi titrek bir sesle. "Ölümünden hemen önce!"
-----
Gelecek bölüm yarın sizlerle olacak. Lütfen yorum ve beğenilerinizle beni desteklemeyi unutmayın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geleceğin Gölgesi
FantasyBir gün uyandığınızda kendiniz hariç her şeyin 23 yıl yaşlandığını fark etseniz ne yapardınız? Aileniz, arkadaşlarınız ve hatta sevdiğiniz kız bile artık 23 yıl geçmişte kalmış bir masal olduğunda yeni hikâyenizi yazmaya nasıl ve nereden başlardınız...