??-??-????
Saat 05:12
Bilinci onu yeniden uyanık olmaya zorladığında gözlerini bir süre açmadan öylece yattığı yerin neresi olduğunu anlamaya çalıştı. Kötü bir rüya gördüğünü düşündü.
Son anımsadığı fırtınalı bir gecede arabasıyla bir adama çarpmak üzere olduğuydu.
Sonra...
Sonra uyanmıştı işte! Gözlerini açtığında yatağında bulacaktı kendini. Ama bir terslik vardı. Yatağı hiç de rahat değildi. Hatta beton bir zeminde yatıyor gibi hissediyordu aslında. Bedenini giderek titreten soğuk havanın da etkisiyle gözlerini açtı.
Gökyüzü yıldızlarla doluydu. Hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemişti. Ölü bir atom iken birden canlanmış ve varoluşa hayran kalmış gibiydi. Gözlerini gökyüzünden ayıramadı. Yıldızların da gerisine bakmak istiyordu. Gecenin rengine, yıldızların ışıkları ile siyah değil -siyah en son tanımlama olurdu bu gördüğü rengi anlatmak için- koyu bir mavilikle yoğrulmuş bu renge, yıldızlardan çok daha fazla âşık olmuştu. İnsan zihni bazen sadece var olduğu ana ve varlığına ait olur. Murat belki de ilk kez işte böyle bir anın tadına varmaktaydı. Sonsuz gibi görünen bir huzur kaplamıştı tüm ruhunu.
Lakin gözünü açar açmaz gördüğü bu resim dakikalar sonra aslında ne denli saçma olduğunu beynine bir kazık gibi çakmaya başladı. Bir insan nasıl yatağında yatarken gökyüzündeki yıldızları izleyebilirdi ki? Hemen karşısında olması gereken tavan nereye gitmişti?
Gözlerini yumdu bir süre. Belki de bir kaç dakika boyunca da açmadı. Çatı birden yok olup gitmiş olamazdı, öyle ya! Kulağına bir ses geldi bu esnada. Aslında sesten çok bir rüzgârın şarkısı demek daha doğru olurdu. Yüzüne serin bir esinti vurdu. Sahiden de şarkı söyleyen bir sevgili gibi ılık nefesi ile okşuyordu Murat'ın yanaklarını. Rüzgâr esiyordu etrafında hiç duvar yokmuş gibi.
Aynen öyleydi! Sadece tavan değildi eksik olan. Sağına ve soluna baktığında duvarların da gitmiş olduğunu gördü. Yeniden yukarı baktı. Yıldızlar az önce nasıl görünüyorlarsa yine öyle görünüyorlardı. 24 yıllık hayatında hiçbir zaman uyandığı gibi gökyüzünü ve yıldızları görmemişti.
Küçük bir çığlık attı ve hızlıca ayağa kalktı yattığı asfalt zeminin üstünden.
Asfalt...
Başını eğdiğinde gördüğü şey asfalt bir zemin olmuştu. Bir yolun ortasındaydı. Dağların arasında bir ormanı ikiye bölen bir yolun. Dün gece gördüğü rüyada arabasıyla geçtiği yola çok benzeyen ama onun aksine toprak değil asfalt olan bir yolun.
Rüyasında gördüğü o kaza geldi aklına. Bir anda karşısında beliren hayalete çarpmamak için frene asıldığı an bir rüyadan çok daha gerçekçi bir şekilde kazınmıştı hafızasına. Yoksa rüya değil miydi? diye düşündü ama imkânsızdı; arabası yoktu, çarptığı adam yoktu, bir gece önce bardaktan boşalırcasına yağan yağmura dair en ufak bir iz bile yoktu. Üstelik gözleri karanlığa alışınca gördü ki ağaçlar sararan yapraklarla doluydu. Sonbahar her yerde kendini hissettiriyordu. İliklerine işleyen ayaz ise bunu şüpheye yer olmayacak şekilde duyurmuştu aslında dakikalar önce. Rüyasındaki gibi bahar yağmurları yağarken bir kaza yapıp burada bayılmış olamazdı. Burası o yol bile değildi. İki arabanın zar zor yan yana geçtiği dar bir orman yolu olması lazımdı rüyasında gördüğü yolun. Oysa bariz bir şekilde geniş asfalt bir yolun üstünde uyanmıştı.
Başını ellerinin arasına aldı. Dayanılmaz bir ağrı yoktan var olmuş gibi pençesine almıştı sanki beynini. "Ben..." dedi giderek artan bir ses ve panik ile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geleceğin Gölgesi
FantasyBir gün uyandığınızda kendiniz hariç her şeyin 23 yıl yaşlandığını fark etseniz ne yapardınız? Aileniz, arkadaşlarınız ve hatta sevdiğiniz kız bile artık 23 yıl geçmişte kalmış bir masal olduğunda yeni hikâyenizi yazmaya nasıl ve nereden başlardınız...