Bölüm 12

96 19 22
                                    


Hızla doğruldu Murat yattığı sıcak ve yumuşak yatağın üstünden. Derin derin soluklandı birkaç saniye öylece. Öylesine terlemişti ki yüzünden akan sular dudaklarına tuzlu bir ıslaklık bıraktığında sahiden de fırtınalı bir denizin ortasında boğulmak üzere olduğu anın gerçek olduğunu düşündü. Bedeni de sırılsıklamdı.

Onu izleyen meraklı gözleri çok sonradan fark edecekti.

"Nasılsın?"

Bu soruyu duydu ilk olarak ama uyandığı andan beri ona sorulan ilk soru bu muydu emin olamazdı. Kulakları yeni yeni çalışmaya başlıyor gibiydi. Sorunun kime ait olduğuna bakmadan "Fena bir rüyaydı" diye iç geçirdi. "Bir karabasan!"

"Anlatsana, ne gördün?" diyerek farklı bir ses katıldı konuşmaya. Murat hala konuşanların yüzlerine bakma gereği duymamıştı.

Cevap vermedi. İçinde uyandığı odayı incelemeye başladı. Orta halli bir evde olduğunu düşündü ve neden sonra boynunu döndürebildiğini hatırlayıp yüzünü onunla konuşan seslerin geldiği yöne çevirdi.

İlk gördüğü Uğur'un sabah onu kafede karşılayan yaşlanmış yüzüydü. O sabah gözlerinde okunan yabancılıktan eser yoktu artık. Eski bir dostun sırdaşlıkla dolu kardeşliğini taşıyordu bu gözler. 23 sene öncesinde olduğu gibi.

"Murat... " diye söze girdi Uğur ve bir kez daha sordu. "Nasılsın?"

Yüzünü önüne eğdi Murat. Yine bir rüyada mıydı yoksa gerçekliğe dönmüş müydü emin olamadı. Nefes alıp verişlerini dinledi bir süre.

Gerçekti, uyanıktı, Uğur'un evindeydi.

"Aç mısın?" diye seslendi diğer sesin sahibi. "Saatlerdir uyuyorsun!"

"Aç?" Bu kelime ilk anda yabancı bir sözcük gibi geldi Murat'a. Rüyasının o denli etkisindeydi ki bu kavramı tanımlayamadı zihni bir süre. Lakin bir gerçek vardı ki fazlasıyla açtı. "Sanırım..." diyebildi mahcubiyetle ama hala bu ikinci sesin yüzünü görmemişti.

"Uğur..." diye mırıldandı daha sonra. "Söylesene bana! Bu gün günlerden ne?"

"23 Ekim" diye o da kısık bir sesle cevap verdi. Odada hala uyuyan birileri var da onları uyandırmamaya çalışıyor gibi konuşuyorlardı. Fısıltıyla ve tane tane.

Sonra bir perdenin açıldığını duydu. O an camları döven yağmuru da duymaya başladı kulakları. Perdeler mi bu seslerin kulağına dolmasına engel olmuştu yoksa zihninde hala uyuyan yerler vardı da adım adım mı uyanıyordu anlayamadı ama yüzünü pencereye çevirdiğinde onu gördü. Kehribar saçlı kız yatağının hemen yanı başındaydı.

Perdenin güneşlikleri açılınca içeriye hafif bir ışık vurdu ama kükreyerek yağmaya devam eden yağmurun indiği gökyüzü hala kara bulutlarla doluydu ve günün hangi saatinde olduğunu tahmin etmek bile imkânsızdı. Yine de o zayıf ışık kızın saçlarını öylesine aydınlatmıştı ki sönmek üzere olan bir ateşin parlamaya çalışan közleri nasıl insanı seyre zorlar bir güzellikle dans ederse öyle dans ediyordu işte.

"Günaydın!" dedi kız utangaç bir eda ile. Reverans yapar gibi hafifçe dizlerini kırmış, ellerini saygıyla önünde birleştirmişti. Bu hali ona bir an, Victoria dönemi hizmetçilerinden biriymiş gibi bir hava kattı.

Bir hizmetçi! Neden böyle hissetmişti ki Murat? Kızın siyah pantolon ve siyah tişörtü ile bu algıyı pek destekler bir giyimi de yoktu aslında. Veya belki de vardı! Victoria dönemi hizmetçileri nasıl giyinirdi ki?

Bilmiyordu.

Murat zihninin tamamen boş olduğunun bir kez daha farkına vardı. Beyninde akıp duran düşünceler yabancı bir şarkının anlamı bilinmeyen kelimeleri gibiydi. Sürekli devam ediyorlardı etmesine ama Murat kendi kendine bile anlamlarını izah edemiyordu.

Geleceğin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin