..🌙
Kafamdaki ağrıyla gözlerimi aralamaya çalışırken inledim derince. Neden kafam bu kadar acıyordu? Yavaşça doğrulduktan sonra gözlerimi tamamen açtım. Gördüğüm gösterişli yatak odası mobilyalarıyla kaşlarımı çatıp doğruldum. Neredeydim ben?
Üstünde yattığım kocaman yataktan doğruldum ve etrafıma baktım. Bu kocaman, parlak beyaz renginden oluşan mobilyalarla dolu olan odada ne işim vardı? En son uçaktaydım. Burası neresiydi ki? Ablam iş için geleceğimiz yeri bana söylememiş miydi? Bu kadar lüks eşyalarla dolu olan odada işim neydi? Odanın içindeki kahverengi ahşaptan yapılmış kocaman kapıya ilerleyip kolunu aşağıya indirmeye çalıştım. Kapı açılmamıştı. Kilitliydi. Biri beni kilitlemiş miydi yani? Ablam bunu neden yapsın ki?
"Abla! Abla! Kapıyı neden kilitledin ki?!"dedim sorarcasına yüksek sesle. İçimdeki düşünceyi sesli bir şekilde dile getirmiştim.
Kapıyı zorlayıp yüksek sesle ablamı çağırsam da ses seda, kıpırtı yoktu. Odanın içindeki balkona doğru hızlı adımlarla ilerlerken üstümdeki beyaz, ince kumaştan yapılan elbisem rüzgardan dolayı hafif havalanıyordu. Balkona çıktığımda kocaman bir teras karşıladı beni. Hızla manzaraya bakarken güneş tepede en güzel haliyle ışıldıyordu.
Burası, Hırvatistan'dı. Tüylerim ürperdi bir anda, adımlarım hızla geriye adımladı. Hırvatistan. Fotoğraflardan gördüğüm Hırvatistan manzarasıydı baktığım yer! Ben mi kafada kuruyordum? Aynısıydı, aynısıydı!
Odaya geri döndüğümde kapıya vurmaya başladım. "Açın kapıyı! Abla! Abla!"bir umut, abla diye bağırıyordum işte. Ses seda hâlâ yokken koşarak balkona çıktım. Gözlerim dolmuştu bile bilinmezlik ve endişeden dolayı. Balkona çıktığımda bağırdım. Aşağısı bu evin giriş katıydı sanırım. Bilmiyordum da! Sadece, şansımı denemek istiyordum. Bu bilinmezlikten, korkunun içinden sıyrılmak istiyordum.
"Orada kimse var mı?!"dedim titreyen sesimle İngilizce konuşarak. Ağlayacaktım neredeyse. Ablam, eniştem...Onlar neredelerdi?! Neden bu odada kilitli uyanmıştım?! Neresiydi bura? Hırvatistan mıydı gerçekten de?
"Kapıyı açın! Odanın kapısını açın!"diye avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Ne ses seda, ne kıpırtı yoktu. Denize bakan bu yerin yanındaki evler de kimsesiz gibiydi. Lükstü etrafımdaki evler de. Denize bakıyordu. Kuş sesinden başka bir şey duyamamak beni daha da çıldırtıyordu. "Allah'ım...Bana yardım et. Neler oluyor?!"dedim sesim titreyerek. Önemli duaları okuyup yatağa oturdum.
Bir anda kapıdan gelen tıkırtıyla hızla başımı kapıya çevirdim. Büyük ve ağır olduğu buradan belli olan kapı sanırım açılıyordu. Kapı yavaşça açıldığında kapının önündeki bedene baktım. Orta yaşlı, sarışın bir kadın bana bakıyordu. "Bayan İlay."dedi İngilizce. Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Hayır. Yok. Olamaz...Hayır."diye fısıldadım. Yataktan aniden kalktım, bunu yapacağımı düşünmemiştim. Kadının yanından koşar adımlarla geçtiğimde arkamdan seslenişini duydum. Odanın bitişinde gösterişli mobilyalardan, tablolardan oluşan bir koridor vardı. O koridoru koşarak geçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZOR'A (+21)
General FictionHırvat Hristiyan iş adamı Zora Lovric, Türkiye'deki iş yemeğinde gördüğü Müslüman İlay Arslanlı'ya kafayı takıp onu ülkesine götürmek ister. "Bırak beni! Bırak beni!"diye bağırdım art arda. Canımı acıtıyordu. "Bırak!"gözlerime sinirle bakıyordu. Y...