"Uç noktalarıma dokundun.
Sen biraz olsun beni düşün.
Göz kapaklarıma vuran şehir lambalarını bir bir söndürdüm.
Kimse görmesin diye bizi, öpüşemeden."...
Karşısında ağlıyordum. Bütün duygularım iç içe geçmiş, durduramadan ağlıyordum. O ise tekli koltuğunda bacak bacak üstüne atmış, dik duruşuyla otururken beni izliyordu. Bazen birini istemezsiniz, bir şeyi istemezsiniz. Sebepleriniz vardır. Ya da yoktur. İstemezsiniz. Bu adamı istemiyordum.
"İlay, yeter artık. Ağlama."konuşmasını istemiyordum. Sadece, ülkeme dönmek istiyordum. "Ablam ne...nerede?"ayağa kalktı ve yavaşça bana yaklaştı. Yerde oturmuş, kafamı öne eğmiş ağlıyordum. Kızgınlığım kendimeydi biraz da. Neden susmamıştım, neden bu adamı iyice kışkırtmıştım? Birkaç gün daha şirkete gitmesem olmaz mıydı? Neden adamın damarına basmıştım? Belli ki reddedilmeyi yedirememişti.
"İstanbul'da."
"Beni kaçırdın."dedim ağlayarak. "Bunu neden yapıyorsun? Güzel değilim, senin dünyandaki kadınlar gibi değilim. Eminim onlar sana, yanına, isteklerine daha çok yakışacaktır. Geç olmadan ülkeme gideyim."dikkatle beni dinliyordu. Lafımı hiç kesmeden sabırla beni dinledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZOR'A (+21)
General FictionHırvat Hristiyan iş adamı Zora Lovric, Türkiye'deki iş yemeğinde gördüğü Müslüman İlay Arslanlı'ya kafayı takıp onu ülkesine götürmek ister. "Bırak beni! Bırak beni!"diye bağırdım art arda. Canımı acıtıyordu. "Bırak!"gözlerime sinirle bakıyordu. Y...