Hızla hareket eden arabayla gözlerimi yeşil gözlerden alıp cama doğru baktım. Zora arabaya ateş etmeye çalışıyordu ancak üstüne çullanan dört koruma ve Rino yüzünden bunu yapamıyordu. Yüzündeki çaresizlik beni korkutuyordu.
"Ne istiyorsunuz benden? Neden beni zorla arabanıza aldınız?"
"Korkma lütfen İlay, ben Türkleri çok severim. Sana karşı oldukça nazik ve dürüst olacağım."rum ağızı ile konuştuğu bozuk Türkçesini dinlerken korkudan gözlerim dolmak üzereydi.
"Seni birinin yanına götürüyorum, orada gerçekleri anlatacağız sana."hayır, anlatmayın. Gerçekler acıtır.
"Ne gerçeği?"dedim titreyen sesimle. "Durun lütfen. Gelmek istemiyorum. Zora...O..."
"Sakinleşin lütfen, İlay. Seni zarar vermeyeceğim. Senin iyiliğin için yapıyorum bunu."beni kaçırmak iyilik miydi?
Aklım sabah karşılaştığım kadın yüzünden yeterince karışıkken şimdi kaçırılıyordum...
"Kimin yanına gidiyoruz?"
"Ailenin."kaşlarımı çattım anında. "Ailemin?"
"Ailenin."
Ama Zora'ya gitmiyoruz ki.
...
Boğazımda oluşan yumruyu geçirmek için sayısız kez yutkundum. Ama işe yaramadı. Gergindim, gerginlik tüm bedenime yansıyordu. Korkuyordum da, duymaktan, aklıma getirmekten dahi korktuğum şeyleri birazdan öğrenirim diye çok korkuyordum. Ailene gidiyoruz demişti, ailem kimdi ki benim? Her şeyim yalan mıydı, bana anlatılan onca şey...Neden?
Araba durduğunda hızla gözlerimi Bay Lovric'e çevirdim. Arabadan şoförünün kapısını açmasıyla indi. Kapım açıldığında hızla dışarı attım bedenimi. Büyük bir villanın önündeydik. "Bu taraftan İlay."dedi Bay Lovric nazik bir sesle.
O önümde ilerlerken arkamızda yürüyen iki koruma vardı. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım. Bulutlara, maviye baktım. Birazdan, birazdan belki beni asla kendime getiremeyecek şeyler öğrenecektim. Ve bunun en büyük konusu Zora'ydı.
Sevdiğim adam...Kocam...Ailem...
Boğazımdaki yumru gözlerimi çoktan yaşla doldurmuştu bile. Sonuma ellerimle gidiyordum, başka çarem yoktu. Kalbimdeki acıyla beraber villanın içine girdik ve salona ilerledik. Camın önündeki koltukta oturan bedeni görür görmez şaşkınlıkla doldum. Beni görür görmez ayağa fırladı heyecanla.
"İlay!"dedi bağırarak ve bana doğru hızla koşup sarıldı. Bedenim sarsıldı ve göz kapaklarımdan bir damla yaş düştü. Tuvalette gördüğüm, ablam olduğunu söyleyen kadındı bu. Göz göze geldiğim adam ve yanındaki sarışın kıza da dikkatle baktım. Ama ağlıyorum, tıpkı bana sarılan beden gibi.
Kolları arasından çıktım ve yaşlı gözlerle ona baktım.
"Benim ailem siz misiniz?"dedim deli gibi titreyen sesimle zorlukla konuşarak. Ablam kafasını salladı burukça gülerek. Gözlerinde de yaşlar dolup taşıyordu. "Ailen hep bizdik. Ben, Serhat ve Sahra."arkasını döndü. "Bak bu benim kocam, Serhat. Bu da Sahra, senin yeğenin. Onu o kadar çok severdin ki, sen büyüttün onu."boğazıma kadar dolduğum yalanlarla hıçkırdım. "Ne oldu bana?"gerçekleri kabul ettiğim, bana söylenen yalanları farkına vardığım ilk an'dı bu an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZOR'A (+21)
General FictionHırvat Hristiyan iş adamı Zora Lovric, Türkiye'deki iş yemeğinde gördüğü Müslüman İlay Arslanlı'ya kafayı takıp onu ülkesine götürmek ister. "Bırak beni! Bırak beni!"diye bağırdım art arda. Canımı acıtıyordu. "Bırak!"gözlerime sinirle bakıyordu. Y...