Sahil kasabasında saatler ilerledikçe çarşı gitgide kalabalıklaşmaya başlamıştı. Hediyelik eşya dükkanına gelenler raflar arasında dolaşırken Tolga ve annesi de onlara yardımcı olmaya çalışıyordu. Bu sırada duyduğu "Ay benim oğlum gelmiş! Hoş gelmiş, sefalar getirmiş. Ne kadar büyümüş benim kuzum" diyen çığlıkla karışık heyecan ve mutluluk dolu sesle gözlerini pencereden dışarıya çevirdi. Karşı dükkanın kapısının önünde Emre ve annesi büyük bir sevinç içinde sarılıyordu. O an içinde garip bir sızı hissetti.
"Aslan oğlum benim!" diyen babasıyla da birbirlerine sarıldılar. Emre başını hediyelik eşya dükkanına çevirdiğinde yıllar sonra ilk kez onun yüzünü gördü. Kalp atışları hızlanırken, yüreğinde hissettiği burukluğun ve çaresizliğin tarifi mümkün değildi. Bir kişiye karşı hem özlemi, hem nefreti aynı an da nasıl hissedilebilirdi bir insan?
Babası elini omzuna atıp onu dükkana soktu. Bakışları hediyelik eşya dükkanında takılı kaldı içeriye girene kadar Emre'nin.
"Bunun fiyatı ne kadar?" diyen müşterinin sesini duymamıştı bile. Arkasından öylece bakakaldı ayakları istemsizce titrerken.
Annesinin "Oğlum ilgilensene müşteriyle!" ikazıyla bir anlığına duran dünyada, zaman tekrar akmaya başlamıştı sanki Tolga için. Dudaklarını sıkıp gülümsemeye çalışırken "Hangisini sordunuz?" diyerek çevirdi sonunda gözlerini müşteriye. Ama aklı hâlâ diğer dükkandaydı.
Kasadan para üstünü veren genç "İyi günler" diyerek aldığı süs eşyasını müşteriye verdikten sonra sandalyeye oturdu. Tıpkı çocukluk yıllarındaki gibi gözlerini karşı dükkandan ayıramıyordu onu bir kez daha görme ümidiyle.
Okula giderken her yaz tatilinde babasının yanında bu dükkanda çalışıyordu. Emre'nin babası emekli olduktan sonra memleketlerine dönmekten vazgeçip, tam karşılarına dükkan açarak bu sahil kasabasına yerleşeceklerini öğrendiğinde çok sevinmişti.
"Aslında çocukken her şey daha güzeldi. Keşke hiç büyümeseydik" diye geçti aklından. Akşam olup dükkanda işler bittikten sonra ilk olarak birlikte sahile yüzmeye gidiyorlardı. Daha sonra ceplerindeki paraları birleştirip bakkaldan kola ve bir torba dolusu cips alarak, gece yarısına kadar denize karşı oturup muhabbet ediyorlardı. Yaz aylarının ısıttığı Akdeniz akşamlarında neredeyse hiç eve girmiyorlardı. Saf ve çocuksu duyguları en yoğun yaşadıkları yaşlarda dünya toz pembe ve çok güzel bir yerdi onlar için. "Keşke hep çocuk olarak kalsaydık" diye mırıldandı bir kez daha. Belki o zaman hep arkadaş olarak kalırdı Emre'yle.
Ama olmamıştı işte. Arkadaş olarak kalmayı becerememişti ikisi de. Ne olursa olsun su akıp yolunu buluyordu bir şekilde. Lisenin ilk yıllarında arkadaşlıklarının geri dönüşü olmayan bir yola evrilmeye başladığını farkettiklerinde artık ikisi içinde çok geçti. İlk olarak Tolga itiraf etti yıllardır içinde sakladığı duyguları. Ardından duygularının karşılıklı olduğunu söyledi Emre. İki genç çocukluklarından beri birbirlerini sevdiklerini ancak liseye geldiklerinde itiraf etmişlerdi. O gün gönüllü olarak girdikleri bu yolda çok yaralar alacaklarını, ayrı düşeceklerini, pişman olacaklarını ve ailelerini üzeceklerini hiç hesap edememişti iki genç aşık.
Sinirle dişlerini sıkıp ayağa kalkan genç kapıya doğru yönelirken annesi "Nereye gidiyorsun?" diye sordu merakla.
"Biraz işim var. Yarım saate gelirim ben" dedikten sonra kapıyı açtı. Geçmiş sürekli hafızasında canlanıp dururken ve daha kötüsü, karşı dükkanda Emre'nin olduğunu bilmek nefesinin daralmasına sebep olmuştu. Çarşıdan biraz uzaklaşıp deniz havası almanın kendisine iyi geleceğini düşündü.
Dışarıya adımını attığı an da, Emre ve annesi de dükkandan çıkınca iki genç yıllar sonra ilk kez göz göze geldi birden. O an bütün sinir sistemi kilitlenmişti adeta. Adım atmak istiyordu ama bunu yapamıyordu. Gözlerini kaçırmak istiyordu ama bir türlü gözlerini Emre'nin gözlerinden ayıramıyordu. Bu çok değişik ve bir o kadar da berbat bir histi genç için. Emre'den ölesiye nefret etmesi gerekirken kalbinin hâlâ onu görünce heyecanla atmasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Hayallerini ve bütün gençliğini çalan kişiye hâlâ aşık olamazdı.
Dişlerini sıkarak arabasına doğru yürümeye başladı. Bu sırada karşısına çıkan kişi önüne geçerek "Gözün aydın" derken alaycı gözlerle gülümseyerek baktı.
"Anlamadım" diyerek baktı kaşlarını çatarak.
"Lise aşkın geldi ya onu diyorum. Gözün aydın. Emre seni tek başına bırakıp gideli kaç sene olmuştu dahi?"
Sinirle yakasına yapışıp "Ömer! Bela mısın lan? Ne saçmalıyorsun sen yine?" diyerek baktı öfkeyle.
Çarşıda dolaşan turistler şaşkın bir şekilde bakarken, dükkanda çalışanlar onları ayırmak için koşup yanlarına geldiler. Tolga'nın kavga ettiğini gören Emre, annesine "Ne oluyor orada? O kavga eden Tolga mı yoksa?" diyerek kalabalığın arasına karışıp gencin yanına geldi hemen.
"Siz lisedeyken gizli gizli buluşup yiyişmiyor muydunuz? Sevgili olduğunuz yalan mı?"
Gencin öfkesi her sözüyle biraz daha artıyordu."Ömer bak yemin ediyorum ağzını yüzünü sikerim lan senin!" dedi çenesini tutup sıkarken.
Orta yaşlardaki esnalardan biri "Gençler ayıp oluyor. Bakın herkes size bakıyor! Tolga bırak sende Ömer'in yakasını!" derken, Emre "Tolga sakin ol. Ne yapıyorsun?" diyerek kolunu tuttu gencin.
"Bak hemen koşa koşa geldi sevgilin" dedi.
Genç suratına sert bir yumruk atarken "Kapat artık şu çeneni piçoğlu piç!" dedi sinirle. Ömer yüzünü acıyla tutarken Tolga'yı onun yanından zor da olsa uzaklaştırdılar.
Tolga'yı omuzlarından ve belinden tutanlar onu zar zor zaptediyorlardı. Bıraksalar Ömer'e bir kez daha yumruk atacaktı o sinirle. "Lan senin geçmişini sikerim orospu çocuğu! Sana defalarca çeneni kapalı tut dedim. Ama sen koşa koşa gördüklerini yetiştirdin. Lisedeyken de şerefsizdin. Aradan yıllar geçti hala su katılmamış şerefsizsin!" diye parmağını ona doğru sinirle sallayarak bağırdı.
Ömer'i iki kişi apar topar uzaklaştırdı. Emre omzunu sıkarak, öfkeyle nefes alan gence baktıktan sonra "Tolga bu sensin değil mi? Az daha tanıyamayacaktım. Çok değişmişsin" dedi şaşkın ve heyecan dolu bir sesle.
Onu dişlerini sıkarak dinledikten sonra omzundaki elini sinirle itti. Esnaflar arasında "Ne sevgilisi? Ömer ne dedi öyle? Doğru mu bu?" soruları dolaşıyordu. Gencin korktuğu şeyler daha ilk günden gerçekleşmeye başlamıştı. "Ömer Allah senin belanı versin!" diye mırıldandı sinirle.
"Tolga biliyorum bana kızgınsın hâlâ. Ama konuşmak istiyorum seninle" dedi Emre.
Kaşları çatılırken "Konuşacak bir şey yok. Benden uzak dur!" dedikten sonra hızla meraklı gözlerle olanları izleyenlerin arasından geçerek oradan uzaklaştı. Ne kadar kaçsa da, eninde sonunda geçmişi onu gelip buluyordu. Tıpkı Ömer'in bulduğu gibi.
Onu çocukken de pek sevmiyordu. Mahallenin çocukları olarak ne zaman birazcık yaramazlık yapsalar. Yaptıklarını hemen ispiyonlardı Ömer herkese. Onun yüzünden babasından çok azar işitmişti çocukken.
Son yaptığı ise hem kendisinin, hem de ailesinin bütün hayatını etkilemişti. Tolga ve Emre birbirlerine açıldıktan sonra daha çok vakit geçirmeye başlamışlardı. İki çılgın aşık gözlerden uzak olduklarında fırsat buldukça buluşuyorlardı gizli gizli. Yine bir gün beden eğitimi dersinde öğretmen Tolga'ya soyunma odasında nöbetçi olmasını istemişti. Çünkü son zamanlarda soyunma odalarındaki hırsızlıklar artmıştı. Emre gizlece dersi bırakıp soyunma odasında almıştı soluğu.
Tolga onu soyuma odasında görünce şaşkın bir şekilde "Ne işin var senin burada?" diye sordu.
"Seni çok özledim."
Emre yanına yaklaşarak belinden tutup bedenine doğru bastırdı gencin bedenini. Genç korkuyla "Ne yapıyorsun? Şimdi biri girecek içeriye?" diyerek onu itti omuzlarından.
Dudaklarını dudaklarına götürmek isterken "Kim gelecek? Herkes derste. Birazcık öpeyim işte" diyerek çenesini ve dudağını öptü büyük bir heyecanla.
"Dur diyorum sana Emre!" derken soyunma odasının kapısından gelen tıkırtıyla gözlerini çevirdiklerinde Ömer'le göz göze geldiler.
Yüzünü ekşiterek "Yuh amına koyayım. Erkek erkeği öper mi? Allah belanızı versin. İğrençsiniz ikinizde!" dedi. Tolga ve Emre korkuyla baktılar birbirlerine. Görmek istedikleri en son kişi görmüştü ne yazık ki. O anlar aklına geldikçe Ömer'e, Emre'ye ve kendisine olan nefreti daha da artmıştı gencin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akdeniz Akşamları //BxB// Final Yaptı
ContoZaman geçse ne farkeder ki, gönül vazgeçmeyince? (Boyxboy)