"Türkçe biliyor musun?"
Karşımdaki adam kelimeleri tane tane, yavaşça ve anlamamı umut ederek sormuştu. Kafasını eğip, aynı benim kedilere yaklaşıp anlamasını umarak 'Aç mısın sen?' diye sormam gibiydi.
"Evet, biliyorum." iki kelimede bile aksanım aşırı derecede belli oluyordu, Türkçe dilini anlıyordum ama konuşmada bazen yalpalıyordum.
"Hah, çok iyi." saçları seyrek, sert görünümlü okul müdürü buna oldukça sevinmiş görünüyordu. Tabi kendi dillerini bilmesem hem onlar hem de ben zorluk yaşayacaktık.
Bu sefer anadili Türkçe olan, Türk babam gülümseyerek müdürle konuşmaya devam etti. Oldukça mutlu görünüyordu, zaten ülkeye adım attığımız andan itibaren İspanya'daki duruşu yok olmuştu.
Annem hiç istemiyordu buraya gelmeyi, kendi ülkesinden ayrılmayı bu yüzden geldiğinden beri yüzü pek gülmezdi. Keza küçük kardeşimin de öyle ama benim için fark etmiyordu, yeni insanlarla tanışmak, farklı yerlerde bulunmak hoşuma gidiyordu.
Biliyordum, babam iflas ettiği için mecburen gelmiştik onun 'baba ocağı' dediği yere, burada kendisini toparladıktan sonra yeniden gidecektik.
"Emin," sadece babamın ve bu ülkedeki akrabalarımın kullandığı ismi müdürün ağzından duyunca ilk başta garipsedim, kendimi toparlayıp yüzüne baktım. Marco denilmesini daha çok isterdim. "Oğlum yarını falan bekleme, derse gir arkadaşlarınla kaynaş."
Bir babama, bir müdüre bakarken heyecanla gülümsedim. Çok heyecanlıydım, babamın kendi lisesine gelmiştim. Meslek lisesi olduğunu söylüyordu, burada sadece erkekler varmış. Yaşımdan dolayı beni direkt son sınıfa vermişlerdi, sınıfı geçmem konusunda da yardımcı olacaklardı.
"Olur." dedim ve yeniden babama baktım. Babam öyle bir baktı ki, bu liseye gelmeyi kabul ettiğime bir kez daha mutlu olmuştum, o mutlu olduğu için.
Müdür, sanırım o sınıfta dersi olan matematik öğretmenini çağırıp beni tanıştırdı. Sinirli bir öğretmene benziyordu ama bana iyi davranmıştı. Konuşarak en üst kata çıktık, koridorda ilerlerken konuşmamızı bölen şey bir müzik sesiydi. Adım attıkça daha fazla geliyordu.
"Ulan orospu çocukları." dedi yanımdaki öğretmen, küfür ettiği için irkildim. Bunu İstanbul'a ilk indiğimiz zaman, valizi kaybolmuş bir Türk'den duymuştum. Havaalanında bağırarak emirler savuruyordu, babama anlamını sorduğumda küfür olduğunu söylemişti.
Öğretmen benden önce bir kapının önüne varıp kapıyı açtığında müziği net duymaya başlamıştım. Öğretmen içeri girer girmez bağırmaya başladı ama ne konuştuğunu anlamıyordum. Hızlı ve bağırarak konuşan insanların Türkçesini anlamıyordum.
Korkarak içeri girdim, girdiğim anda büyük bir kargaşanın içine düşmüştüm. Sıralar kenara çekilmiş, ortaya bir sıra konulmuş ve büyük bir kabın içinde turuncu renkte bulgurlu bir şey duruyordu. Önünde gömleğini koluna kadar sıvamış, elleri ketçapa bulanmış gibi duran çocuk sırıtarak öğretmene bakıyordu.
"Siz ne hayvan insanlarsınız lan! Okulda çiğköfte yoğurmak ne?"
Öğretmen önündeki öğrencinin ensesine bir tane yapıştırınca irkildim, ciğköfte neydi ve yoğurmak ne anlama geliyordu bilmiyordum ama oldukça kötü bir şeydi sanırım.
Öğretmen önündeki her öğrenciyi döverken yutkundum, biraz kenara kaydım. Gözlerim iri iri olmuştu, burası nasıl bir okuldu böyle.
Herkes gülüşerek, bağıraşarak ortalarda gezinirken öğretmenin öfkesi geçmemişti. O sırada biraz ilerimde sırıtarak önündeki manzaraya bakan, uzun boylu çocuğa kaydı gözlerim. Diğerlerine göre daha rahat duruyordu ve oldukça eğleniyor görünüyordu.
Güvenli kişi olacağını düşünerek ona yanaştım, yanına geldiğimde saniyeler sonra beni fark edip gülümseyen ifadesiyle bana döndü. Yabancı bir yüz görmüş olacaktı ki ilk başta gözlerini kısarak bana baktı, yüzündeki sırıtış sabitti.
"Sen kimsin la?"
"Ben, yeni geldim." aksanım anında yanımızda bulunan iki kişinin de dikkatini çekmişti.
"Anaa yabancı." dedi içlerinden biri, baştan aşağı süzdü beni uzaylıymışım gibi.
Hoca bir daha bağırdığında yüzümü buruşturup güvenli hissettiren çocuğa daha çok yaklaştım. Aramızda pek bir boy farkı yoktu, yine de üstten bakmasına engel değildi uzun boyu.
Çocuk bana sırıtarak bakarken öğretmen 'yerlerinize geçin' dediğinde herkes kahkaha atarak sıraları düzeltmeye başladı. Öğretmenin o kadar gözü dönmüştü ki kıpkırmızı olmuş vaziyette kravatını genişleterek kendi masasına ilerledi. Orada da yeşillikler vardı, onu görünce yine delirdi.
İrkildim, o sırada güvenli çocuk koluma dokundu. Korku dolu bakışlarımı ona yönelttim.
"Korkma lan, gel." dedi kafasıyla arka sırayı gösterirken. Sırıtarak kendisi önden önden yürürken ben de hemen peşinden gittim. O duvar kenarına oturunca bende yanına geçtim.
Yerime yerleştiğimde beni fark edenlerin ilgi odakları ben olmuştum bu sefer.
"Nereden geldin?" diye sordu bir çocuk o kargaşanın içinde oturduğum masanın önüne gelip. Aşırı ilgililerdi.
"İspanya." dediğimde kaşları çatıldı ve önümüzde oturan, dikkatle sırıtarak beni izleyen çocuklara döndü.
"Orası nereydi amına koyayım? Acun'un survivor çektiği yer miydi?"
"Mal, Dominik o."
Hiçbir şey anlamadan, ayıp olmasın diye kim konuşursa gülümseyerek ona dönüp dinliyordum.
"O kadar lise dururken neden buraya geldin bahtsız kardeşim." dedi yanımdaki güvenli, esmer çocuk. Bu sefer aynı gülümsemeyle ona döndüm.
"Benim baba bu lisede okumuş, o yüzden geldim." dediğimde birkaç saniye yüzüme baktı sırıtarak
"Senin baba mı okumuş burda," dedi dişlerini gösterip gülerken, ardından dilini ısırıp elini yüzüme yaklaştırdı. İrkildim, iri elini yüzüme bastırdığında istemsizce yüzümü buruşturdum darbe alacağım diye. Saniyeler sonra geri çekti, saçımı dağıttı ve elini çekti.
Galiba beni sevmişti.
"Çok tatlı la." dedi önden oturan bir diğer esmer çocuk.
"Küfür öğretelim." dedi ayakta duran çocuk.
Geri kalan tüm derslerde ilgi odağı ben olmuştum, tüm sınıfla ve hatta beni duyup gelen başka sınıftan insanlara konuşmuştum.
Girişteki o korku dolu anların dışında oldukça iyi karşılanmıştım.
***
Şöyle çerezlik bir şey atayım
Çocuğun aksanı var, yazarken çoğu yerde bunu belirtmeyeceğim ama bazı kelimeleri falan yanlış söylediği için o kelimeleri öyle yazacağım, her kelimesine cümlesine bunu yapmayacağım çünkü cringe gelir.
Bazı yerler texting olur