~14.Bölüm~

33 4 1
                                    

Resimde elin de bir tas dolusu su ile kadının çiçekleri beslediğini gördü. Gördüğü kadın kendisiydi. Odadan gelen ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Perdeyi hızlıca tuvalin üzerine serdi. "Melina"
"Efendim"
"İyi misin?"
"Hiç olmadığı kadar." Diyerek atölyeden hızlıca uzaklaştı. Salondan koşarak ilerledi. Yaman anlamsız bir şekilde onu izledi. Bahçeye çıktığında Alaz'a seslendi "iyi geceler" dedi eve doğru koştu.
Alaz onun bu neşeli tavrına ve mutluluğuna bir anlam veremedi.
"Abi? Oda benim gibi rahatsız herhalde." Melina eve vardığında koşarak odasına çıktı ve kendisini yatağa attı. Ellerini başının altına koyarak gözünü tavana dikti. Yanaklarında ki gamzelerin çukurunu dolduramıyordu. Heyecan ile ayağa kalktı ve pencereden dışarı doğru baktı. Onu pencereden izlemeye devam etti. Bugün yaşadıklarını düşündükçe daha mutlu oluyordu. Dağılan yapboz parçalarını bir araya getirdiğinde kendisiyle onun resmini görüyordu. Mutluluğun vermiş olduğu his Melina'nın uykularının kaçmasına neden olmuştu. Gökyüzüne doğru baktı ve yıldızları izlemeye devam etti.

Mutluluğun getirdiği kaçamak bir formüldür yıldızları izlemek. Gökyüzüne bakıp parlayan yıldızları izlemek. Yarım bir ay parçası ve uzağında kalan yıldızlar. Gökyüzüne çekilmiş simsiyah bir perde, görünmeyen bulutlar ardında uçsuz bucaksız bir sonsuzluk. Sonu bilinen her şey insanı korkutur. Hayatının sonu nereye gidiyor? Kiminle? Nerede? Gözlerin sonsuzluğa nasıl bir şekilde kapanacak. Yıldızları izlemek kadar güzel bir son mu? bekleyecek sizi? Belki de hayır ve olması için neler yaşıyoruz? Gündüzü nasıl yaşıyorsun? Ne kadar temiz, bir su kadar mı? Bazen düşünmeli, her geçen gün aynı mı batıyor güneş? Yoksa farklı mı? Ya da bugünü farklı kılan ne yaşadın? Bir aşk mı? Bir sevda? Sende ki sevda hep aynı mı? Gittikçe özleniyor mu? Yoksa özlerken gözlerinde kayıp mı oluyor? Belki de kaybettik. Bu bir kayıp evet neler kaybetmedik ki? Sadece bir aşk mı? Bir dost mesela? Yaşadıklarımız birer akıntıysa bu akıntı bizi istediğimiz yere götürmüyor ve her savrulduğumuzda kaybettiklerimizi geride bırakıyoruz. Sonsuzluktan söz ediyorduk değil mi? Aslında sonu sen belirliyorsun. Olacak olanları, geride kalanları, önüne gelen her şeyin seçimi sadece senin elinde ve senin ellerin sonsuzluğa açılıyor. Açtığın elleri yor, yor ki sonunda güzel olsun. Tuttuğun kürek kalbin, akıntılar engel, akarsu bir hayat olsun. Güzel tut kalbini ki sonu da güzel olsun. Aksini düşünme her şey bitti diye bakacaksın. Bitmeyecek ve her şey bittiğinde başlayacak. Tam bittim ben derken, yeni bir sen sana yabancı da gelse o sen, asıl olan sensindir. Çünkü insan yaptığı hatalardan, geçmişinden, çocukluğundan al da bu zamana kadar yaşadığın üzüntüler, hayal kırıklıkları, olmayışlar, olamamayışlar işte tüm bunların hepsini bir gün fark ettiğinde kendini de yeniden tanıyıp kazanacaksın.

Alaz'ın küçük alarm saati çalmaya başlamıştı. Eliyle uzandı ve susturdu.
"Yaman?" Yaman onun sesini duyduğunda yatağından kalkarak koşar adımlarla yanına doğru gitti.
"Geldim abi uyuya kalmışım." Alaz gülerek ortamı neşelendirdi. "Ne biçim hemşirsin oğlum sen hasta senden önce uyanıyor."
"Haklısın abi"
"Haydi mutfağa git ve kahvaltı hazırlasınlar. Karnım çok acıktı." Yaman odadan ayrıldı. Masa da kahvaltılar hazırlanıyordu. Alaz bastonu ile yatağından kalkarak pencereye doğru yaklaştı. Ayşe hanımın bahçesine doğru gözünü dikti.
Melina'nın kapıdan çıktığını gördü. Balkona çıktı ve ona bağırdı.
"Melina?" Yaman onun sesine kulak verdi.
"Abi iyi misin sen? Sakin"
"İyiyim oğlum. Herhalde beni duymadı."
"Yok abi sen gerçekten iyi değilsin. Gözlerimin önünde eriyorsun. Seni de kaybettik." Diyerek güldü.
"Bazen kaybolmak iyidir." Yaman Melinayı işaret ederek bağırdı.
"Şurada ki senin bilinmeyen şehrin değil mi? Ya bir gün kaybolduğunda kendini bulamazsan."
"Ağzına sakız olduk iyice." Yaman iki elini havaya kaldırdı ve dudağında bir fermuar deseni çizdi. "Tamam ben sustum sen şehrin sokaklarını izlemeye devam et." Balkondaki dambılı onun üzerine attı.
"Bak işte."
"Sustum vallahi de sustum billahi de." Alaz hazırlandı ve bahçeye çıktı. Yaman'ın kafasına sertçe vurdu. "Günaydın."
"Abi? Kim bu kız?"
"Çok ama çok uzun bir hikâye anlatması zor ama yaşaması mükemmel bir his. Haydi git yengeni çağır bakalım belki beraber kahvaltı ederiz."
"Yenge mi? Beni güldürme abi. Hatta ben bir güleyim." Yaman kahkaha atarak karnını tuttu." Uzun zamandır böylesine güzel gülmemiştim." Onun kendisine sinirli bir şekilde baktığını fark etti. "Tamam sakin ol kalkıyorum." Bahçenin kapısına doğru ilerledi. "Yenge?" Masadan aldığı zeytin tanesini kafasına fırlattı.
"Ne yengesi?"
"Çok özür dilerim. Düzeltiyorum."
'Yaman?"
"Melina hanım değil mi? Alaz abimiz kahvaltıya buyur ediyorlar. Gelmek ister misiniz?"
"İsterdim ama Ayşe hanıma sözüm var."
"O da gelsin. Hep birlikte yapalım."
"Önce kendisine sormam gerekiyor. Size haber veririm." Melina, Ayşe hanımın odasına çıktı ve kapıyı bir kaç kez tıklattı. "Alaz bey sizi kahvaltıya davet ediyor. Gelmek ister misiniz?"
"Sen git kızım. Dün gece çok geç yattım. Kendimi yorgun hissediyorum. Ben size daha sonra katılırsam benim için daha iyi olacak." Melina kapı ardından gülümsedi. "Tamam" mutfağa giderek boş bir tabak aldı ve üzerini kahvaltılıklar ile doldurdu.
"Abi yenge gelmedi ama maşallah iyi yiyorsun." Ağzını doldurduğu ekmeği su ile ıslattı. "Çok acıkmışım" Yaman onun geldiğini fark etti. "Abi?"
"Nasıl da acıkmışım. Hadi yesene oğlum." Yaman kaş göz işaretleri ile onu işaret etti.
"Bak masada hiç bir şey kalmayacak." Melina boğazını temizledi. Alaz sesi duydu ve arkasını döndü. Avucu ile ağzını kapattı. "Günaydın"
"Günaydın. Gelebilir miyim?"
"Tabi. Ayşe hanım nerede?"
"Kendini çok yorgun hissediyormuş. Bize daha sonra katılacağını söyledi."
"Öyle mi. Eee nasılsın? Dün gece birden ortalıktan da kayboldun."
"Hiç hava biraz soğuktu ve üşümüştüm. Odama çıkıp biraz ısınmak istedim."
"Galiba kış mevsimini sevmiyorsun?" Melina ellerini birbirine sürttü.
"Yok. Maalesef bir türlü alışamıyorum. Soğuk bana göre değil."

"O zaman hayatında sana kışı sevdiren biri olmalı." Diyerek gözlerinin içine baktı.Yaman kısık bir sesle ona yaklaştı. "Abi biraz yavaş yürüsen diyordum. Bildiğin koşuyorsun ve kız sana yetişemeyecek." Alaz onun bileğine doğru baktı. " O bileklik gerçekten de babandan kalan en son hediye mi? Dün gece soracaktım aslında ama şimdi aklıma geldi." Yaman bir kez daha kulağına fısıldadı. "Sen işini biliyorsun helal sana abi. En zayıf yerden konuya giriyorsun." Alaz ayağına basarak susturdu. "Evet öyle ama bir de mektup var. Ona hediye demek doğru olmaz ama benim için yazdığı bir şeylerin olması bana bir hediye gibi geliyor "
"Mektup?"
"Bu çok uzun ve dramatik bir hikaye. Kaldırabileceğini hiç sanmıyorum. Çünkü ben henüz bazı şeyleri içimden atamadım. Onun hayatımda olmayışına hiç alışkın değilim. Babam beni hiç bir zaman yalnız bırakmadı. Kendimi o kadar çok yalnız hissediyorum ki."
"Seninle aynı kaderi paylaşıyoruz. Bu yüzden seni anlamakta zorlanmıyorum."
"Peki ya neden pembe kuvars bileklik aldı. Hiç sordun mu?"
"Babam bana anlamını söyledi. Kalp çakrasının taşıdır. Taşıyan kişiyi duygusal anlamda şifalandırır. Bulundurulduğu ortama sevgi, aşk, huzur getirir. Olumsuz düşünceleri temizler."
Alaz "ince düşünülmüş anlamını beğendim."
"Kahvaltıdan sonra balık tutmaya gideceğiz. Sen de gelmek ister misin? gülümsedi.
"Ayşe hanıma sormam gerekiyor."
"Bence sormana gerek yok. Yeter ki ona balık tutacağım de. O balıkları çok sever. Bir gün bir kova dolusu balık tutmuştum. Eve geldiğimde üzerime atlamıştı. Ama tabi sen yine de bir sor en azından haberi olsun."
"O zaman ben gidiyorum izin alıp sonra da hazırlanıp geliyorum."
Melina balık tutmak için izin istedi. "Balık mı? İstersen sabahlara kadar orada ol ama bana bir kova dolusu balık getiriyorsun. Söz mü?' Melina gülerek; "Söz" dedi. Odasına çıktı ve üzerini değiştirdi. Bahçeye doğru koştu.
"Ben hazırım."
"Balık tutmak için bu kadar istekli olduğunu bilmiyordum." Gülümsedi.
Yaman olta ve diğer eşyaları bagaja yerleştirdi. Kısık seste bir müzik açtı ve Paterica koyunun yolunu tuttu. Alaz dikiz aynasından Melinayı izliyordu. Melina aynaya baktı ve gözlerinin içi gülüyordu.
Uzun bir yolun ardından kamp alanına giriş yaptılar. Yaman deniz kenarında bir yer ayarladıktan sonra bagajdan eşyaları çıkararak yerleştirmeye başladı. Melina, Ayaz'ı koltuğunun altına alarak onu sahile götürdü. Bir eli ile ellerini sımsıkı tutarken bir eliyle de belini kavrıyordu. Onu sahile getirdiğinde yavaşça kamp sandalyesine oturttu. Yaman balık tutmak için oltasını hazırlıyordu. Alaz denizi dalgaların sesini dinliyordu ve sessizliğe renk kattı.
"En çok sevdiğin renk nedir?"
"Mavi ve yeşil. Ne mavi olmadan yeşili ne de yeşil olmadan maviyi severim. İkisi de hayatın bir bütünü ve kaçış yolu. Sen doğa da ağaçları çiçeklerden ayırt ediyor musun?"
"Hayır. Mavi ve yeşil doğanın en uyumlu iki rengi, bu renkler yalnız başına benim için bir şey ifade etmiyor. Çünkü hayat gidilen yollarda görülen en güzel renklerin mavi ve yeşil olduğuna inananlarındır."
"Güzel sözmüş."
" Bu bir gezgin sözü."
"Bunu söyleyen gezgin kim?"
"Henüz daha gezmeyen biri yani ben."
"Neden gezmiyorsun peki?"
"Beklediğim şeyler var diyelim." Kaçamak bir cevap verdiğinin farkındaydı.
"Peki senin en çok sevdiğin renk nedir?" Tişörtünü tuttu. "Siyah"
"Niçin?" Deniz dalgalarının parmak uçlarında daireler çizdiğini izledi."
"Bu doğaya bir de yalnız insan lazım. Mesela eski de kalmış renksiz filmleri izlemek beni daha çok heyecanlandırıyor. Genelde koyu tercihlerim vardır. Belki de kir tutmak istemediğimden."
"Böyle bir durum da ben de sanırım beyazı severdim?"
"Neden? Mavi ve yeşili ne çabuk unuttun."
"Siyahı tamamlamak için. Yalnız bir insana sevgi lazım." Duraksadı.
Gözbebeklerinde kendini görüyordu. Onu siyah takım elbise ile hayal etti.

~ KUVARS ~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin