"Anne bir bakar mısın!?" Diye mutfaktan oturma odasına doğru seslendim. Bir yandan da buzdolabında eksik bir malzeme var mı diye bakıyordum. Annem, normalde odamda oturmuş ders çalışmam gerekirken bir anda markete gitme fikrinden hoşlanmaya bilirdi.
Gerçi bahanemde hazırdı. Ders çalışırken yiyebileceğim atıştırmalıklar almaya gideceğimi söyleyecektim ama yine de annemin gözüne girmek için almamı istediği bir şey var mı diye sorucaktım.
Annem, "Geliyorum." demesiyle mutfağa girmesi bir olmuştu.
Buzdolabının açık kapağını tutup kendisini bekleyen bir adet Eylül görünce direkt "Noldu?" diye sormuştu.
"Markete abur cubur almaya gidecektim de eksik bir şey var mı? Gitmişken alırım." dedim ama hala buzdolabını karıştırmaya devam ediyordum.
"Benim akıllı kızım sen büyüdün de evin ihtiyaçlarını mı soruyorsun?" Bunu diyen annem olsa şaşkınlıktan bayılabilirdim ama bir bardak kaldırdığımızda bile sanki dünyadaki kimsenin yapamadığı bir işi yapmışız gibi öven babaannemden başkası söylememişti.
Annem izin vermeden önce ilk ders çalışıp çalışmadığımı sorguladı ve çalıştığıma ikna olacak çözülmüş testleri önüne getirince, geçer not almıştım sonra da elime küçük bir liste verip erken gelmemi tembih ederek markete gitmeme izin vermişti.
Doğru odama gitmiş ve hızla hazırlanmaya başlamıştım. Son yedi dakika kalasıya hazırlanmış ve market randevusuna hazır hale gelmiştim. Üstüme sade bordo bir kazak giyip kazağın bir kısmını siyah yüksek bel pantolonumun içine yerleştirmiştim. Hepsinin üzerine ise yeşil dizime kadar gelen bir ceket geçirdim.
Saçımı sade bir at kuyruğu yaptım ve Poyraz'ın bana verdiği şapkayı taktım.
Asansörü beklemeyecek kadar kıpır kıpırdım bu yüzden merdivenleri kullanmış üçer beşer atlayarak inmiştim. Birkaç dakika geç kalmıştım, farkındayım ama evin kapısını ardımdan kapatmamla içimden dolup taşmak üzere olan heyecan taştı, taştı ve boşalan yere korku dolmaya başladı.
Neyden korktuğumu bilmiyordum. Onunla yüz yüze geldik, defalarca kez konuştuk ve güldük ama içimi kemiren bu duyguyu nasıl yeneceğimi biliyorum.
Olacaklar gözümün önünde canlanabiliyordu. Uzun ve tek tük ağaçların olduğu kaldırımda yan yana yürüyecektik ve bu markete gidene kadar devam edecekti. Dönüşte ellerimizde poşetlerle döneceğiz ve benim koşarak indiğim merdivenleri sakince çıkacaktık.
Hayal etmesi kolay ama yaşaması zor olacak gibi hissediyordum.
Bana köşe başında bekleyeceğini söylemişti ama şu an baktığımda ise etrafta tek tük insandan başka kimse yoktu. O gelene kadar bana bekleyeceğini söylediği yerde beklemem daha iyi olurdu. Köşe başına kadar yürümeye başladım ama yine de etrafa göz atmayı ihmal etmiyordum.
Rüzgar hala esiyor ama üşütmüyordu. Kaldırıma çıkıp köşe başında ki büyük ağaca doğru yürümeye devam ettim. Önümdeki yol pürüzsüz ve engin olduğu için rahatça kafamı kaldırıp gökyüzüne bakarak yürüyebiliyordum. Hava gittikçe grileşiyor bulutlar yoğunlaşıyordu. Umarım markete gitmeden önce yağmura yakalanmazdık çünkü çok hazırlıksızdım.
Tam kafamı indirecekken yanımdaki, yeni gelen varlığını hemen hissettim. Ben kaldırımda o ise hemen yanımda ama asfalt yolda benimle yürüyordu. Göz ucuyla baktığımda ise onunda benim gibi gökyüzüne baktığını gördüm.
Gökyüzü kadar uzakta değilim ama belki gökyüzüne bakınca karşılaşırız.
Gökyüzüne bakarken karşılaşmasak da, karşılaştığımız için gökyüzüne bakabiliyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
with you MELİFLOUS
Teen FictionSıcacık avuçlarıyla yanaklarımı kavradı. Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakarken yavaşça gülümsedi. "Şu haline bak," Yanaklarımı daha sıkı kavradı. "... Küçücüksün ama bu koca bedenim sana muhtaç." ~DÜZENLENDİ~