~TATLI SURAT~

81 16 11
                                    

Hala kararlıydım ona yazmamış yazmayacaktım da. Koca bir haftadır duvara ne yazarsa yazsın cevap vermiyordum. Hatta bizden bağımsız duvara yazı yazanları ve facebook hesaplarıyla donatanları tek tek siliyordu ki, ben rahatça yazabileyim. Çünkü bir keresinde duvarı silmeye üşendiğim için kaldırıma yazmıştım bundan dolayı çok alay etse de diğer gelişimde duvardaki yazıları silmesi gözümden kaçmamıştı.

Cevap vermememin üzerine toplamda 20 yazı birikmişti. Bunların içinde nerede olduğumu, güneş ışığı olmadan boynu büküldüğünü hatta güzel bir çiçek olduğundan bahsetmiş ve onu saklamamı istediğini söyleyen yazılar yazmıştı. Ama hiçbirinin de romantiklikle uzaktan yakından alakası yoktu.

 Ama hiçbirinin de romantiklikle uzaktan yakından alakası yoktu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bunlar sadece birkaç tanesiydi.

Neden bu kadar çiçekleri konu aldığını geçte olsa anlayabilmiştim. Gerçi ilk gördüğümde bu adamın içine yanlışlıkla keko mu kaçtı acaba diye bir düşünmedim değil.

O günün öncesi Nisan'la balkonda, balkona alacağım çiçekler hakkında konuşmuş ve orada çiçekleri ne kadar çok sevdiğimden bahsetmiştim, beyefendi de onu duymuş olmalıydı.

Ne olursa olsun yazmamakta direnecektim, bunun sonu nereye varacaktı kestiremiyorum ama o sona bir an önce varmak istediğimi biliyorum.

Bugün sabahın ilk ışıklarında uyanmış ve bir daha uyuyamamıştım ve o zamandan beri durmadan yağan bir yağmur bana günaydın demişti. Bu yağmurda pencere kenarına koşmamıştım çünkü hava o kadar erkendi ki Poyraz'ın hala uyuduğuna emindim.

Masamda ders çalışırken zil çalmaya başladı. Düşüncelerimin ucunu kıvırıp orada bıraktım ve ön kapıya -en yakın odamdan sonraki ikinci yere mutfağa geçtim.

Mutfak penceresinden daha rahat bakmak için eğildim. "Kimsin?"

İki tane 10 yaşlarında çocuklar görüş alanıma girdi. "Abla bizim top sizin balkona kaçtı da atabilir misin?"

"Bekleyin!"

Mutfaktan çıkıp odama girerken aklımı hain bir fikir işgal etmişti. Muhtemelen bu Poyraz'ı biraz(!) sinirlendirecekti ama bu kadar çektirdiğine karşılık olabilirdi.

Üzerime sandalyeme attığım kahverengi hırkamı geçirip balkona çıktım. Kapıyı açar açmaz siyah beyaz bir futbol topu ayaklarıma değdi. Eğilip onu aldım ve tekrar balkondan aşağıya sarktım. Çocuklar beni gördükten sonra oturdukları kaldırımdan kalkıp, balkonun altına yaklaştılar. Bu kadar yükseğe topu nasıl fırlatmayı başarmışlardı kim bilir?

Topu onlara gösterip, "Bu sizin topunuz değil mi?"

"Evet abla bizim!" dedi iki ağızda.

"Size bu topu veririm ama bir şartla."

"Valla abla bir daha atmayız. Hatta bu mahalle de bile oynamayız!"

Bu çocukları ne kadarda çok tehdit etmişlerdi böyle, onlara leb demeden leblebiyi anlama aşamasına geçmişler.

with you MELİFLOUS Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin