Adam, "arabasını park ettiği yeri unutan birine koskoca şirketi mi emanet edeceğiz?" diye soruyordu haklı olarak. Peki ben ne cevap verdim biliyor musunuz?
" Ben dün ne yediğimi hatırlamıyorum efendim. Şirket içinde getir götür yapmak için endüstriyel tasarım bilgisinin lüzumsuz olduğunu sizden öğrendik. "
İşi aldığımı öğrendiğim ilk gün, işten atılmak umurumda değildi. Çünkü bugün daha fazla aşağılanmaya katlanamayacaktım. Hele o okuldaki zararlıların hakkımda düşündüğü şeylerden sonra. Gider Anadolu'da ufak bir aile işletmesinde muhasebeci olarak başlar, kariyer basamaklarını emekleyerek çıkardım ama pozisyon kapmak için birilerinin altına yattı dedirtmezdim kendime. Sözlerim gölgedeki sureti şaşırtmış olacak ki, yüzünün yarısını seçebileceğim kadar ilerlemiş ve "Yukarıda sadece anın heyecanıyla saçmaladığını düşünmüştüm ama bana anlatılan zeka bu kadar vasat değildi. Şu an sözlerinle kararımı yeniden sorguluyorm. " demişti. Battı balık yan giderdi değil mi? En fazla birkaç basamak geri iner ve tekrar zirveye çıkmaya çalışırdım.
" Ben bu güne kadar zekanın dikkate alındığı ortamlara çok nadir denk geldim efendim. Daha bir saat önce, dişimi tırnağıma takarak hak ettiğim pozisyon için çok çirkin imalarda bulundular. İnsanın kendi gibi etten kemikten olan diğer insanlara kendini kanıtlama çabası bazen çok yorucu oluyor. Sanırım benim, bundan sonraki kariyer planlamam mahalle bakkalına çıraklık yapmakla başlayacak. Bu güne kadar bana kazandırdığınız her şey için teşekkür ederim. "
Sustu. Her susuş bir kabulleniştir edebiyatı yapmaya başlayıp, bir kaç adım uzaklaşmıştım ki; "Araban saat iki yönünde. Deminden beri sana göz kırpıyor ama sen duygularını kör eden şeyler yüzünden görmen gerekeni göremiyorsun. Meyve veren ağacı taşlarlar Azra Ardıç. Taşlansa da meyve verecek kadar güçlü olan bir ağaç mı, yoksa şık bir ofiste cansız bir süs bitkisi olmak mı istiyorsun önce ona karar ver. Önünde koskoca bir hafta sonu var. Düşün ve pazartesi sabahı kararını bana tam da burada bildir. "
Hasiktir! Adam bir paragrafla beni söylediğime söyleyeceğime pişman edip döndü mabadını gitti, görüyor musunuz? Bu sahne bana bir yerden tanıdık geliyor ama nereden? Peter'in Heidi'yi Clara'dan kıskandığı bölümden mi yoksa Müge Anlı'nın tiradlarından birinden mi tam olarak çıkaramadım ama beni kendime getirdiği su götürmez bir gerçekti. Saat iki yönü neresiydi, arabamın gözleri mi vardı diye bir kaç saniye afalladıktan sonra hedefime ulaşmış ve bu otoparka girdiğimden daha emin bir şekilde ayrılmıştım. Kim ne derse desin kulak asmayacak ve haybeye konuşan herkesi başarılarımla alt edecektim. Ama önce gidip, annemin kutlama yemeği için yaptığı sucuklu kuru fasulyeyi yemeliydim.
Nihayet binanın önüne gelip bulduğum ilk boşluğa düldülü koydum ve yüzüme bugünkü olumsuzluklar hiç yaşanmamış gibi bir zafer sırıtışı takarak evin zilini üç kez uzun uzun çaldım. Bu evde yaşayan herkesin bir kapı çalış stili vardı ve biz bu sayede gelen hane halkından birisi mi yoksa davetsiz bir misafir mi hemen anlardık. Ev dağınıksa toplamamız üç saniye falan sürerdi bu vesileyle. Kapıyı çekirdek ailem hep birlikte açınca Sahra elindeki konfetiyi suratımda patlattı. Annem stadyumdaymış gibi tezahürata başladı, babam da eğilip beni omuzlarına aldı. Tabii kapı yüksekliğini iyi hesaplayamadığı için, alnımı eşiğe çarpmam bir olmuştu. Oldukça hareketli geçen karşılama faslından sonra her kes aç açına beni beklediği için, günün kritiğini yapmadan önce sofraya kurulduk. Ne yedim ama mübarek, iliklerime değdi resmen.
Çay saati benim yaşadıklarımın konuşulduğu bir aile toplantısı havasında geçmişti. Her zaman olduğu gibi okulda yaşadığım zorbalığı anlatmadım. Onlar benim okuluma severek gidip geldiğimi sanıyorlardı. Bunca zaman bu duyguyu onlara yaşattıktan sonra her şeyi tepe taklak edemezdim. Hafta sonunu önemli bir kararı almanın pençesinde geçireceğim için önce ılık bir duş aldım ve kendimi uykunun huzurlu kollarına bıraktım. Uykumda huzur bulduğumu söylemeyi çok isterdim ama ne yazık ki sabaha kadar abuk sabuk rüyalar gördüm. Haliyle uyandığımda da dinlenmekten çok uzaktım. Suratımın asık olduğunu gören herkes benim gece iyi uyuyamadığımı bilirdi. Ailem ise böyle zamanlarda bana elleşilmeyeceğini. Fakat Sahra ecelinin gelip gelmediğini merak edercesine üzerime oynuyordu.
" Abla sizin sınıf toplantınıza ben de gelsem ne olur? Hayatımda hiç zengin bebesi görmedim, çok merak ediyorum. "
" Sahra senin ağzını büzerim. "
" Abla çok zorsun yemin ediyorum. Ne olur beni de götürsen de havam değişse az biraz? Bak vallaha bütün hafta odanı ben toplarım. "
" Anlamıyor musun kızım? Bütün hayatın boyunca bana gündeliğe gelsen bile o buluşmaya gelemezsin. "
" Anne ablama bişey söyle ya. "
" Ablan doğru söylüyor, hem seninle işimiz var bizim bu gün. "
" Vallahi ben bu evin iti köpeği olarak doğmuşum. Kimse bana sormuyor kızım sen ne istiyorsun? var mı başka bir planın? Ama yok. Ne isterseniz Sahra yapmak zorunda. "
" Başka planın yok, o yüzden ablanın kuyruğuna takılmak istiyorsun. Benim dediğimi yaptıktan sonra var mı bir planın peki? Bendeki de soru. Seninle işim bittikten sonra halin kalmayacak zaten."
Canım anam yine ibreyi benden tarafa çevirmişti. Ama sorun şuydu ki ben de o toplantıya gitmek istemiyordum. Okul yönetiminin mecbur kıldığı bu aylık, okul dışında kaynaşma toplantılarına gitmeme gibi bir lüksümüz yoktu. Kahvaltıdan sonra odama geçip, her zamanki tarzımın dışına çıkmadan, maddi olanaklarımın el verdiği ölçüdeki en şık kıyafetlerimi giymiştim. Yüzüme de biraz renk kattıktan sonra çıkmak için hazırdım. Portmantoda asılı olan arabamın anahtarlarına bakınca bir süre düşündüm. Buluşma yerine onunla gidersem yine benimle dalga geçeceklerdi. Taksi ile gidersem yine geçeceklerdi. Öyleyse neden taksimetrede sayılı günlerini bekleyen bir fani gibi korku yaşayayım ki dedim kendi kendime. Biraz da Metehan beyin söylediklerinin verdiği gaz vardı tabii.
Arabayı çalıştırmadan Elif'e mesaj atıp evden çıktığımı haber vermiştim. O da varmak üzere olduğunu söylemişti. Buluşacağımız yer nispeten bana daha yakındı. Dikiz aynasından yolu kontrol edip, bu günkü savaşıma doğru ilerlemeye başladım. Hafta sonu trafiği beklediğim kadar yoğun değildi. Yağ gibi akan yolda radyoyu açıp, Levent Yüksel'in 'zalim' adlı şarkısına eşlik etmeye başladım. Keyfim biraz olsun yerine gelmeye başlamıştı. Bu gün hiçbir şeye takılmayacağıma dair kendime sözler verdim. Ben sözünde duran bir insandım.
Buluşacağımız yere vardığımda çoğunun benden önce gelmiş olduğunu gördüm. Ama canım Elif'im henüz içeri girmemiş, arabasında beni bekliyordu. Onun yanında olduğum zamanlarda bana çok sataşamazlardı. Çünkü kimsenin lafının altında kalmaz, onlara anladıkları dilden cevaplar verirdi. Çünkü o ve onun gibilerin dahil olduğu sosyal çevrede sır diye bir şey yoktu. Kimse bu sebeple haddinden fazla ileri gidemezdi. Arabayı kilitleyip aynaları da kapattıktan sonra Elif'in yanına gittim. Ancak ortada bir gariplik vardı. Normal zamanda aynadan benim geldiğimi görüp kendini dışarı atan kız, şimdi yan kapıya başını yaslamış şakağını ovuyordu. Yine o baş dönmelerinden birini yaşadığını anlayıp sıkıntılı bir nefes aldım. Buradan çıkınca ilk işim onu mutlaka doktora götürmek olacaktı. Ürkütmemek için camını hafifçe tıklattığımda yüzüme zoraki bir gülümseme ile bakmıştı. Şimdilik onu darlamayacaktım.
Sanki hiçbir şeyi yokmuş gibi davranmaya çalışıyordu ama ne muhabbete ne de benim alttan laf sokmalarıma beklediğim tepkileri vermemişti. Gözü sürekli dalıyor, bazen garip bir şekilde boş bakıyor, bazen de çaktırmadığını sanarak şakaklarını ovalıyordu. Önündeki su şişesine uzandığında ellerinin titrediğini fark ettim. Artık sabredecek ve onun inadına boyun eğecek takatim kalmamıştı. Kimsenin duymadığından emin olduktan sonra " Hadi kalk, lavaboya gidelim de elini yüzünü yıka. Uykunu alamamışsın anlaşılan. " demiştim. Amacım onun oyununa ayak uydurmaktı. Masadakilere durumunu belli etmemeye çalıştığı ve bunda ne kadar zorlandığı belliydi. Bana gözlerini devirip ayaklandığında her şey bir anda yerle bir oldu. Önce Elif'in sandalyesi, sonra düşmemek için tutunduğu masa örtüsü ve masadakiler. Ben ise Elif'in yerde hareketsizce yatan bedeniyle kaskatı kesilmiştim. Masadan yükselen panik dolu sesleri duyuyor fakat tepki veremiyordum. Sonra nereden geldiğini anlamadığım Demir bey gelmiş ve Elif'i kucaklayıp çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştı. İşte o an ikimizin çantasını eline almış, sırtıma dayadığı eliyle beni yürümem için destekleyen Metehan beyin farkına vardım...