Hayatında en nefret ettiğin, kullanmaktan çekindiğin kelime ne diye sorsalar; hiç düşünmeden "spontane" derdim. Türkçe karşılığı gelişi güzel, plansız gibi anlamlar taşıyan bu kelime; Amerika'nın Utah eyaletindeki üst düzey bir otelin restoranına doğru yürürken, patronumun elimi tutuşu ile "Allah'ım sana geliyorum" anlamını taşımaya başlamıştı. Ben bundan sonra bu kelimeyi vara yoğa kullanırdım.
Saydığıma göre lobiden restorana atılması gereken 153 adımlık mesafede ellerimiz ayrılmamış; uygun gördüğümüz bir masanın başına geldiğimizde ise sanki çok olağan bir şeyi yapıyormuşuz gibi kendiliğinden çözülüp özüne dönmüştü. Metehan beyin sandalyemi çekip oturmamı beklemesi, sonra da karşımda iliklediği ceketini açıp kendi yerine yerleşmesi seyrine doyulmaz bir manzaraydı. Bu oldukça sıradan gözüken durumun bir de paralele evren tarafı vardı ki; biz bu evrende dut yemiş bülbüle dönmüştük. Ne o ağzını açıp anlamlı bir kaç kelime telafuz edebiliyordu ne de ben. Belki de garson yanımıza gelip yemek öncesinde ne içmek istediğimizi sorana kadar nasıl konuşacağımızı bile unutmuş vaziyetteydik. Yine de tecrübe ve karizma daima 1 - 0 öndeydi.
" Hafif bir şeyler içmek ister misin? Kokteyl ya da alkolü az bir şarap?"
" Aslında içinde alkol olan, hatta alkol kelimesiyle aynı cümle içinde kullanılan herhangi bir içecekle muhatap olmasam daha iyi olur. Aram pek hoş değil kendisiyle. Sadece su yeterli benim için."
" Öyleyse ben de bir şey içmeyeceğim. Direk yemek seçimini yapabiliriz."
" Lütfen siz nasıl rahat hissediyorsanız öyle davranın. Bana dokunduğu için istemiyorum ben."
" Ben de tek başına içmeyi sevmeyenlerdenim. Bu sebeple geleneksel usullerden devam etmek ikimiz için de en iyisi. Söyle bakalım ne yemek istersin?"
" İslami usullere göre kesilmiş herhangi bir hayvanın eti olabilir. Mesela antrikot favorim."
" Usulünü tam olarak bilmiyorum ama bu otelde dini hassasiyetlere özen gösterildiğini biliyorum. Hatta menüde de özellikle belirtmişler. İki sayfa sonrasını açarsan sen de göreceksin."
Gerçekten de öyleydi. Otel; dünyanın her yerinden kendierine konuk olan misafirlerinin hassasiyetlerine oldukça dikkat ediyordu. Böyle bir anlayışın Türkiye'de çok az özel işletmede olduğu ne yazık ki acı bir gerçekti. İkimiz de seçimlerimizi kuşkonmaz yatağında dana antrikot olarak yaptıktan sonra bir süre daha konuşmadan oturduk. İkimizin de gözleri birbirimiz hariç her yerde dolaşıyor ama göz göze gelince sanki mahrem görmüş gibi ışık hızıyla birbirinden uzaklaşıyordu.
" Sanırım Elif'i iyi görmek seni oldukça mutlu etti. Hastaneden ayrıldığımızdan beri yüzün hiç asılmadı. "
" Normalde asık suratlı mıyım size göre?"
" Öyle bir şey demek istemedim. Sadece biraz mesafeli birisin. Bahsettiğim buydu."
" Elimde değil. Eğer o mesafeyi kapatırsam içimden saçma sapan biri çıkıyor. Ne söylemlerim ne de tavırlarım bulunduğum ortama uyum sağlıyor. Ben de ortamın resmiyetine göre mesafemi belirliyorum. Mesela sizin, yani patronumun yanında mesafe üüüüfff."
" Üüüüfff yeni bir uzaklık birimi mi?"
" Bakın gördünüz mü, en ufak bir samimiyet beni benden alıyor. İçimdeki varoşu saklamak için çok çaba sarf ediyorum, lütfen ayarlarımla oynamayın."
" Rahat ol Azra. Burada patron çalışan değil, beraber seyahat eden iki yol arkadaşıyız. Bu nedenle birbirimizi daha yakından tanımak için doğan bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum."