OB | 2 - 34 | Çocuk Kalpler

306 22 13
                                    

:*

▪️▫️

Kenan Atalay'ın evi... Onun bastığı zeminde yürümek, oturduğu koltuğa oturacak imkana sahip olabilmek, içtiği su bardağından su içebilecek kadar ona yakın olmak umduğumdan daha büyüktü.

Güney'le göz gözeydik. Tam şimdi anladım ki Kenan'a ulaşmama çok az kalmıştı. Davam, onun davasıydı ve bu güçle her şeyi yerle bir edebilirdik.

"Kenan," dedim yalnızca.

"Kenan," diye tekrar etti.

Ağır adımlarla karşılıklı duran koltuklara yürüdüm ve daha önce, kim bilir kaç kez Kenan'ın oturmuş olduğu koltuğa oturdum. Güney de daha fazla ayakta beklemek yerine karşımdaki koltuğa geçti. Bir süre sessizce oturduk. Daha fazla dayanamayarak masanın üzerinde duran, karışık kağıtlara baktım. Birçok adamın, kadının yüzünü çizmişti Kenan, karakalemle. Resimleri inceledim. Ancak sonra aralarında gördüğüm şeyle kalakaldım.

Küçük, yarım A-4 boyutunda olacak şekilde kesilmiş kahverengi, hafif kalın kağıdı elime aldım. Gözümün önü karardı, kulaklarım uğuldadı, nefesim kesildi, boğazım kurudu.

Kağıdın üzerine babamın suratını resmetmişti.

"Öldüreceği insanların yüzlerini hafızasına kazımak ister gibi onları resmeder."

Kanım çekildi. Titreyen parmaklarım yüzünden sallanan kağıda zarar vermemeye özen göstererek babamın yüzünü okşadım. Gözpınarlarım sızlarken sertçe yutkundum.

"Biliyordu," dedim kısık çıkan titrek sesimle. "Ona ait olan her şeyi bulmak isteyeceğimi, buraya geleceğimi ve bunu göreceğimi biliyordu."

Güney, anlamaz gözlerle bana bakınca resmi ona doğru çevirdim. Birkaç saniye baktı, ardından resimdekinin kim olduğunu tanıdı, lacivert gözlerine anlam veremediğim bir duygu düştü. O, Kenan'ı benden daha iyi tanıyordu ve bu resmi neden çizdiğini de iyi biliyordu.

"Seni büyüten adamın bu adam olduğuna inanasım gelmiyor," diye fısıldadım kağıtta parmaklarımı gezdirmeye devam ederken.

Daha fazla konuşmadık. Yalnızca oturduk. Güney, bize Kenan'a ait olan viskiden kattı, onu içtik. Kenan'a ait olan kül tablasının içine onlarca sigara söndürdük. İkimiz de kaybettiklerimizi düşündük belki, belki de hiç kazanamadıklarımızı. Babamın resmine bakarak sessizce ağladım uzun bir süre. Hıçkırmadım, bağırmadım, öyle usul usul ağladım. Ve saatler geçti.

Yağmur hızlanmıştı. Dışarıda fırtına vardı. Güney'in yaktığı şöminenin odunları çatırdarken benim gözlerim camın dışında, fırtınada sallanan ve ıslanan ağaçlardaydı. Güney'se saatlerdir olduğu gibi beni izliyordu. Gözyaşlarım dinmişti. Artık sadece kalp kırıklığıyla boğuşuyordum.

"Nisan," dedi bir anda, aklına bir şey gelmiş gibi. "Tamer Bey kaçta öldü?"

Cevabını zaten bildiği soruyu, "13 Mayıs 2017," diye cevapladım.

"Kenan 2010'da gitti, 25 Mayıs," dedi ciddiyetle.

"Yani?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Ancak sonra bahsettiği şeyi anladım. "Yani geri geldi," dedim ve bacaklarımı sehpanın üzerinden indirip oturduğum koltukta dikleştim. "Babam için geri geldi. Hatta bu eve... Buraya geldi, oturdu ve babamın resmini çizdi. Sonra da babamın malikanesini yakıp babamı... Babamı..."

Cümlemin devamını getiremedim. Dilim varmıyordu sesli söylemeye. Ne zaman Kenan babamı öldürdü desem canım yanıyordu. Güney bunun farkındaydı ama konunun üzerinde durup canımı yakmak yerine üstelememeye karar verdi.

OYUNBOZANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin