OB | 19 | Saklambaç

498 41 10
                                    

Sessizlik... Kimseden çıt çıkmıyordu.

Yalının en büyük odasıydı salon. Birçok penceresi vardı ve hepsi de İstanbul Boğazına bakardı. Tam dört tane koltuk vardı salonun içinde; kocaman yemek masası ve ortada duran yere yakın, aynı zamanda üzerine oturulabilen bir sehpa... Herkes bu devasa salondaki rahat koltuklara oturmuştu. Ancak salondaki kimse oturduğu yere sığamıyordu. Dar geliyordu sanki. Diken üzerindeydik, durmadan kıpırdanıp duruyor, gergin nefesler alıp veriyorduk ama yine de konuşamıyorduk.

Sebebiyse belliydi.

Başköşede oturan babaannem, Azize Yel.

Elinde sıkı sıkı tuttuğu deri çantası, tekli koltuğunun yanında duran küçük valiziyle her an birinin kafasını yarabilecekmiş gibi oturuyordu. Tavana gömmeli turuncu, göz yormayan ışığın altında sıra sıra herkesi süzüyor, olayları kavramaya çalışıyordu ki babaannem tanıdığım en zeki kadınlardan biriydi; olayları çoktan kavramış olmalıydı.

"Hoş geldin babaanne," dedi Çisem gerginlikle gülümseyerek. "Keşke—"

Boğazını temizledi babaannem. Bu, sus, demekti. Ve yine sessizlik... Kafam attı, delirdim.

"Yeter da!" dedim aniden.

Yanımda oturan ve diğerlerinin aksine rahat ve sakin duran Güney hariç herkes, bağırdığım için yerinden sıçrarken babaannem kaşlarını çattı.

"Sus sus nereye kadar babaanne?" dedim sabırsızca. "İnsan torunlarına sarılmaz mı? Onlarla hasret gidermez mi?"

"Kapiyu torinum açmiş da sarilmamişum sanki," dedi kollarını önünde kavuşturarak. Alıngandı ve küskündü, inatla yüzünü öteye çevirdi.

"Aslında kapıyı torunun açtı," dedim şak diye. Elimle Güney'i göstererek, "Bu beyefendi Güney Atalay," dedim. "Kendisi benim sevgilim oluyor, babaanne."

Herkes bunu pat diye söylediğim için ani bir şok dalgasıyla sarsıldı. Babaannemse inme inmiş gibi kalakaldı. Susmadım. Boğazımı temizleyerek koltukla dikleştim ve cesaret dolu bir nefes aldım. Evlilik kararımızı şimdi söylemezsem başka bir zaman işler daha zor olacaktı. Gergindim ve bu kez gerginliğim metrelerce öteden belli oluyordu.

"Şimdi şöyle ki..." diye girdim söze. "Biz Güney'le birbirimizi seviyoruz. Yani... Sevgiliyiz sonuçta, doğal olarak birbirimizi seveceğiz tabii ki. Zaten sevmesek sevgili olmayız canım, değil mi? Aşk güzel şey babaanne ama bazen insana bazı şeyler yetersiz gelebiliyor. Yani yetersiz derken yanlış anlama, insan sevdiği insanı her gün görmek, onunla aynı evde yaşamak ve onunla hayatını paylaşmak istiyor."

Herkes çatık kaşlarla beni dinlerken sesli bir nefes daha aldım ve yerimde kıpırdanıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Biz de bu yüzden ileriye dönük bazı stratejik planlar yaptık," dedim büyük bir ciddiyetle. "Hem iş hayatımızı hem de aramızda hukuku etkileyecek mühim kararları düşünüp içinde bulunduğumuz durumu resmiyete taşımaya, daha doğrusu bu işi imzayla sonuçlandırmaya ve hatta yükümlülüklerimizle haklarımızı paylaşmak için ülkemizin kanunlarının onayladığı yasal bir birliktelik kurmaya karar verdik."

Derin bir sessizlik... Üzerimdeki garip bakışlar beni daha çok germişti.

"Ne diysun çiz!" dedi babaannem çirkefçe. "Ne yasasundan bahsediysun anlamayrum. Stratejik planlarınuz nedur?"

"Şimdi şöyle ki..." dedim yeniden, gergince gülümsedim. "Biraz erken bir karar olduğunu ikimiz de biliyoruz. A-a! Ama bu sakın yanlış anlaşılmasın bak! Hamile falan değilim yani... Zaten çocuk için daha erken olduğunu düşünüyoruz ama tabii her an Fiji adalarından birine kaçıp iki çocuğumuz ve köpeğimiz Domino'yla birlikte hayatımıza devam edebiliriz. Yani tabii şu anda iki çocuğumuz yok, ola da bilirdi ama olamaz, çünkü dokuz dokuz on sekiz eder, daha o kadar aydır tanımıyoruz ki birbirimizi, hem biz korunu--"

OYUNBOZANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin