0.8

159 30 45
                                    

Bu sabah erkenden Youl'u yolcu etmiştik ve topluca okula dönüyorduk. Gaeul ve ben ağlamamak için kendimizi zor tutmuş, ona ne kadar mutlu olduğumuzu göstermek için gülücükler saçmıştık ama onu uçağa doğru o kapıdan yolladıktan sonra birden göz yaşlarımız sel olmuştu ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştık.

Birden yıkılan bizi gören Heeseung ve Jay de ne yapacağını bilememişlerdi. Yol boyu bize "Tamam, sorun yok, geri gelecek zaten. Bakın çok mutlu o. Hem her gün konuşursunuz zaten." temalı teselliler verip omzumuza pat pat vurmuşlardı. Bizim de ağlamamız daha yeni yeni azalmıştı.

Biz çete gibi dört kişi kampüsten girerken kapının önünde tanıdık bir yüz gördüm. Luke, elleri cebinde ayakta dikiliyordu. Beni görünce el sallayıp yanıma doğru hızlı adımlarla gelmeye başladı.

"Yoreum! Seni bekliyordum." dedi. Sonra gözü Jay ve Heeseung'a takıldı. "Siz niye birlikte geliyorsunuz?"

"Bugün Youl'u İtalya'ya uğurladık ya." dedim Luke'a. Bunları ona dün akşam telefonda anlatmış olmama rağmen ilk defa duyuyor gibi bir hâli vardı.

"Aaa, evet. Tabii. İtalya." dedi Luke.

"Biraz gezmek istedi, tatil falan. Yoreum anlatmıştır zaten sana da." dedi Gaeul birden, Luke'a sahte bir gülüş atarak. Heeseung ve Jay şaşkınlıkla Gaeul'a baktığında ise Gaeul sahte gülüşünü onlara da yolladı. Sinyali alan Heeseung ve Jay ise yüzlerine aynı Gaeul'ınki gibi yalandan bir sırıtış oturtturarak Luke'a dönüp evet dercesine kafalarını salladılar. Gaeul'ın yapmaya çalıştığını anlamıştım ama işe yarayacağını düşünmüyordum.

"Tabii canım. Geçen gün anlattı Yoreum bana. Youl'un İtalya'ya tatile gideceğini yani." dedi Luke.

Gaeul'ın yapmaya çalıştığı şey işe yaramıştı. Luke ona dediklerimi gerçekten dinlemiyordu ve bu kanıtlanmıştı.

"Yoreum, dersin başlamadan birer kahve içelim mi? Çatı'nım kahveleri güzel oluyor. Manzarası da güzel. Hem sana vermek istediğim bir şey var." dedi elini ensesine atarak.

"Peki, tamam." dedim ve arkadaşlarıma döndüm. Şu anda sevgilimin beni ve dediklerimi ne kadar umursamadığını fark etmiştim ama bozuntuya vermiyordum. "Siz gidin, öğle arasında buluşuruz yine."

Bizimkilerin yanından ayrıldıktan sonra Luke ile kampüsün en sevilen mekanlarından biri olan Çatı Kafe'ye gelmiştik. Burası manzarasının güzelliği ile meşhurdu. Başta yemekleri ve kahveleri pek sevilmese de el değiştirdikten sonra tüm okulun favori mekânı hâline gelmişti.

Bir masaya geçtikten sonra Luke kahvelerimizi almak için kasaya ilerledi. Ben de oturup onu beklerken manzarayı izledim. Onu telefonla aradığımda neden hep kısa ve net cevaplar verdiğini, yorum yapmadığını hep düşünmüşümdür. Ne desem "Anladım, öyle mi, evet, hıı, e olsun" tarzı cevaplar veriyordu genelde. Şimdi bu cevapların sebebinin beni dinlememesi olduğun anlamıştım.

Luke elinde kahvelerle geldi ve önüme bardağımı koyup kendisi de sandalyeyi çekerek oturdu. Sıcak sıcak gelmiş kahvemden bir yudum almak için bardağı elime aldım. En sıcak haliyle ilk yudumu almayı seviyordum.

Kahvemden içtiğimde ister istemez yüzüm ekşimişti. "Luke." dedim ona bakıp. "Bana neden mocha aldın?"

"Hı? Nasıl yani bebeğim?"

"Benim en sevmediğim hatta tek sevmediğim kahvenin mocha olduğunu biliyor olman gerekmiyor muydu? Yani... 1 senedir bunu illaki söylemişimdir sana." dedim kahveme bakarak.

"Ne? Ciddi misin? Yok gerçekten hiç dememiştin ki. Ne bileyim ben de hani bu kahve çikolatalı falan ya. Siz kızlar seversiniz çikolata, kuzenlerim falan da seviyordu diye aldım öyle. Kusura bakma." dedi Luke mahçup bir sesle.

in all seasons | park jongseong {✓}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin