1.Bölüm - Cennet ve Cehennem

95 13 31
                                    

Çınlama sesiyle birlikte gelen yoğun bir baş ağrısıyla gözlerimi açtım. Neler olduğunu tam olarak hatırlayamıyordum fakat üzerimdeki tonlarca ağırlıktaki uçak parçasının altında kalan bacaklarımın uyuşukluk seviyesine bakarak neredeyse yarım saattir baygın olduğumu söyleyebilirim. Alnım çarpmanın etkisiyle patlayan cam kırıklarından çizilmişti. Süzülen kan aşağı, boynuma doğru iniyordu.

Yattığım yerden sadece birkaç kişiyi görebiliyorum. Uçağın arka tarafında oturan iki kıdemli Profesör ve bir bitki bilimcinin kana bulanmış yüzleri var önümde. Vücudumu çevirebilmek için yeterli gücüm olmasa da kafamı güçbela diğer tarafa çevirebildim.

Dışarı savrulan yedek pilot, kopan kanadının altında kalmıştı ve birkaç metre gerisinde kopan bacağı duruyordu. Midem çalkalandı. Bir doktor olarak sayısız kez kadavra görmüş olmama rağmen bu görüntü uzun bir süre zihnimi kurcalayabilecek kadar acı veriyordu.

Buradan canlı çıkma ihtimalim olup olmadığını, pilotun doğru zamanda kuleye bilgi verip vermediğini bilmiyordum. Korku adı altında uyuşmuş bacaklarımın varlığından tamamen uzaklaştım. Zihnen vücudumu kontrol altında tutmaya çalışıyorum. Biliyorum, bir an bile olsa beynimin sinir uçlarıma emir vermesini bırakırsam bir daha yürüyemem.

"Yardım edin." Neredeyse sessiz denilebilecek kuvvetsiz bir ses kulaklarıma ulaştı. Ne yapabileceğimi bilmiyorum. Gelen giden kimse yok gibi görünüyor. "Burada ölmeyeceğim." dedim kendime.

Bu şekilde ölmeyeceğim.

Geçen zamanda daha fazla kişinin sesi çıkmaya başladı. Ayırt edebildiğim kadarıyla dört ya da beş kişinin daha hayatta olduğunu söyleyebilirdim.

Düşmeden önce uçakta toplamda 12 kişiydik. Dünya üzerine yayılan ve henüz adını koyamadığımız, insanların beyin fonksiyonlarını öldürüp neredeyse boş bir kabuktan ibaret bırakan habis bir virüsün tedavisi üzerinde çalışıyorduk. Özel Sağlık Örgütü olarak on ikiden kişiden oluşan beş ekip kurulmuştu. Ben ikinci ekipteydim ve bizim araştırdığımız ise nadir bitkilerdi.

Şu anda Yeraltı Orkidesini arıyorduk. Listemizdeki son yeraltı mağarasından çıktıktan sonra üzerimize doğru uçan kalabalık martı sürüsünün arasına dalmıştık. Sürü öyle kalabalıktı ki, çarpmanın etkisiyle sağ kanadı kırmış ve gökyüzünde ters düz olmamıza neden olmuştu.

Pilotun güçlü manevralarıyla karaya olması gerekenden daha hafif bir şekilde çarpmıştık. Ne yazık ki, yedek pilotun çabaları yetersiz kalmış ve kopan kanadın ardında bıraktığı boşluktan aşağı süzülmüştü. Ölmemişti ama yaşayabilecek kadar da şanslı değildi.

Saatler geçti. Artık ölüme terk edildiğimize inanıyorduk. Hayatta kalanların sesleri yavaş yavaş kesildi. Bitki bilimciyle yüz yüzeydik şimdi. Bir kolu kırılmıştı ve dışarı çıkan kemiğini açıkça görebiliyordum. Diğer koluysa ezilmişti, muhtemelen bir saat sonra tamamen hissini kaybedecek ve ampute yapılması gerekilecekti. Yanağına saplanmış cam parçasını oradan çıkarmamı rica etti.

Riskliydi. Etine ne kadar saplandığını anlayamıyordum. Belimden aşağısı tamamen ağırlığın altındaydı ama iki koltuğun yarattığı tümsek sayesinde bütün ağırlığı üzerimde değildi. Diğerlerine nazaran biraz daha hareket alanım vardı.

Dirseklerim kırık camların üzerinde süründü. Parmak uçlarım ondan birkaç santim uzaktaydı. O da gövdesini mümkün olduğunca bana doğru sürüdü. Ağzını konuşmak için açtığında cam parçasının yanağının içerisine girdiğini ve dilinde giderek daha büyük kesikler açtığını gördüm.

"Onu çıkaramam." dedim. "Eğer bunu yaparsam mikrop kapacaksın. Fazla derin ve çene kemiğine oldukça yakın, düzgün müdahale edilmedikçe yüz felci geçirebilirsin."

Acıyan gözleriyle bana baktı, kızgın ya da kırgın değildi. Sadece olabilecek tüm ihtimalleri kabullenmişti. "Lütfen..."

"Canını fazlasıyla yakacak."

Yerdeki camlardan biriyle gömleğimin kolundan temiz bir parça kopardım. Fazla büyük değildi ancak açılan yaranın üzerine press yapmak için yeterliydi. "Kıpırdama." Derin bir nefes aldım, karnımın üzerinde kendimi ona doğru iteledim ve böylece parmaklarım parçanın etrafını sardı.

Gözlerini sıkıca kapattı. Camın etrafında zamanla  kaynayan deri iç gıcırtadan bir sesle yerinden oynadı. Çok değil, beş saniye sonra kabuklanarak kaynayan yerler tekrar kanamaya başladı. "Tanrım!" Biraz daha güç verip camı tek hamlede yerinden sökmeyi düşünüyordum. Elimden geldiğinde kararlı hamleler yapmaya çalışarak birkaç dakika içerisinde parçağı saplandığı ince deriden sıyırdım.

"Teşekkür ederim." dedi. Sesi kısıktı. Yüzünde hasta adamın son nefesini verir gibi bir ifade vardı. Tükenmişti.Göğsümde onun endişesiyle eş bir korku taşıyordum. Hiçbir şey söyleyemedim. Sadece sakinleşen nefesini dinledim. Yanağına baskı yapan parmakları yavaşça çözüldü. Orada, tam da önümde, ruhu duruyordu.

Artık sadece ben vardım. Bir anlığına da olsa geçip giden hayatımı düşündüm. Yirmi sekiz yaşındaydım ama tamamen tecrübesizdim. Henüz denizi bile görmemiş, su denilen berrak sıvıdan tatmamıştım. Şimdi önümde onlara katılmamı sabırsızlıkla bekleyen ruhlar vardı. Biri elini uzattı, diğeri ise adımı seslendi.

Hayır.

Hayır. Sizinle gelmeyeceğim.

Göz kapaklarım dışarıdan bir müdahale ile kapanmaya zorlandığında üşüdüğümü hissettim. Ölmek böyle bir şey miydi? Teorik olarak ruhunun bedenini terk edip bir başka boyuta geçtiğini biliyordum. Cennet ve Cehennem kavramları ise ders kitaplarından öğrendiğimden fazlası değildi. Sıcağın Cehennem olduğu söylenmişti, öyleyse soğukta cennet miydi?

Bilincim henüz yeryüzünden ayrılmamışken, tutulduğumu hissettim. Bulanıktı. Sarsılıyordum, belki de ölüm ruhumu bu ağır parçanın altından söküp almaya çalışıyordu. Bedenim aniden yükseldi şimdi, götürüldüğümü biliyorum. Ardımda beni hatırlayacak kişilerin sayısı beş parmağımı bile geçmeyecek, geride bıraktığım büyük, kalın kapaklı kitaplarımdan başka hiçbir şey beni kimseye anımsatmayacaktı.

Belli belirsiz bir ses ilişiyor kulağıma, "İyi misin?" diyor. Cevap veremiyorum. Biliyorum, konuşamayacak kadar ölüyüm. "Her şey yoluna girecek." diyor, "Biraz daha dayan."

Gözlerimi aralıyorum, bir, iki ve üç. Sonra her şey bitiyor.

Karanlık, beni içeri davet ediyor. Gidiyorum.

Temporary Pleasure || SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin