29.Bölüm - Bilinmek İstenmeyen

22 11 23
                                    

"Bunu yapmak zorunda değilsin."

Baekhyun'un alıştığımdan çok daha farklı bir ifadesi vardı. Endişeli olduğunu söyleyemezdim fakat bir şey konusunda tereddütlü ve temkinli olduğunu görebiliyordum.

Kafamdaki sesler ikiye ayrılmıştı. Biri ne olursa olsun hayatta kalmamız ve Junseok'tan mümkün olduğunca uzak durmamız gerektiğini bağırırken diğeri Sehun'u yüzüstü bırakmaktan korkuyordu.

Onunla aramda sadece bir kapı vardı. Ve o kapıyı geçtikten sonra hakikat olduğunu düşündüğümüz şeylere ulaşacaktım.

Gerçekleri öğrenmek istediğim kadar da korkuyordum onlardan çünkü bana çıkış yolu yaratacağını ümit ederken tamamen alaşağı da edebilirlerdi.

"Zorundayım."

Kapıyı itekleyip içeri girdiğimde hala buraya geldiği kıyafetleriyle masaya kelepçelenmiş haldeydi. Düzgün uyumadığını gözaltını şişiren siyah torbalardan anlamıştım.

Gerginlikten terleyen elini pantolonuma sürttüm. Beni gördüğünde yüzünde belirken parlak gülümseme beni baştan aşağı irite ederken sakin olmamı söyleyen iç sesime kulak verdim. Sakin olmalı ve bize bir çıkış yolu bulmalıydım.

"Gelmeyeceğini düşünüyordum." Sesi kulaklarıma ulaştığında çenemi sıktım. Şimdiye kadar inandığım tüm gerçeklerin ucu bu adama çıkıyordu ve ben, onu öldürme düşüncelerime şiddetle karşı çıkarak büyük bir direnç gösteriyordum.

"Gelmemeliydim." dedim kuru bir sesle. "Ama zorundayım. Senin pisliklerini ancak bu şekilde temizleyebilirim."

"Neden? Bunu yapmak zorunda değilsin. Sen ve ben, herkesi ve herşeyi geride bırakıp buradan gidebiliriz."

Sıktığım dişlerimin arasından tutmadığım bir kahkaha patlak verdi. "Seninle gerçekten bir yere gideceğimi mi düşünüyorsun? Cehenneme gitsen yine gelmem seninle."

"Terbiyeli ol, annen seni böyle yetiştirmedi. Hatırlıyorum da küçük bir çocuktan çok tatlıydın. Sana verdiğim çilekleri yerken çıkardığın sesleri dinlemeyi seviyordum. Alerjim olmasına rağmen çilek yemek istememe neden oluyordun."

Sözleri beni çok uzun zaman önce unuttuğum bir hatıraya götürürken istemsizce gözlerimi kapattım. Elini kelepçelerin izin verdiği kadar benimkilere uzattı, parmak uçları elime değdiği anda irkilerek geri çekildim. Buruk bir gülümsemeyle gözlerime baktıktan sonra konuşmaya devam etti.

"O zamanlar anlamıyordun. Annen bir arkadaşı olduğumu söyleyip seni bana alıştırırken hayatımın en mutlu zamanlarıydı. Son seferimizde sana lunaparka gitmek için sana söz vermiştim ama gelmedin. Neden gelmedin?"

Sorusu beni afallatırken hikayenin çarpık gerçeklerle süslenmesi beni şaşırtmıştı. Çilekleri ve lunaparkı hatırlıyordum ama bütün bunları düşündüğümde aklıma gelen yüz Xavier'inkiydi.

"Kafan karıştı değil mi? Hatıralarında beni değil Xavier'i buluyorsun."

"Bu nasıl mümkün olabilir?"

"Sana anlatırsam inanacak mısın?" Bana bakan yumuşak gözlerinin arkasında gizli olan sinsilik beni ürkütürken, "Hayır." dedim.

"Öyleyse sana bir şey anlatmayacağım." Elini masadan geri çekip arkasına yaslandı. "Neden geldin?"

"Orgeneral Oh hakkındaki ifadeni değiştirmelisin."

"Bunu yapmayacağım. Özgürlüğümden bu kadar kolay vazgeçmem."

"Özgürlüğün kaç kişinin ölümüne neden oldu ve olmaya devam ediyor bir fikrin var mı?" Sakin tutmaya çalıştığım sesime ters olarak titreyen vücudum beni açığa çıkarırken güldü.

Temporary Pleasure || SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin