3.Bölüm - Kaç ya da Öl

54 12 29
                                    


"Size eşlik edeceğim."

"Teşekkür ederim."

Düşündüğümde bir saatten daha uzun süredir yanımda olan bu adamla gerçek bir sohbete girmediğimi fark ettim. "Anlatsana." dedim olabildiğince samimi davranarak. "Burada günün çoğunluğunda neler yaparsınız?"

Bir anlığına affaldı. Böyle basit ve gündelik bir soruyla karşılaşmayacağını düşünmüş olmalıydı, yoksa neden şaşırsın ki?

Eliyle ensesini kaşırken, "Albay Oh'un emrine göre; Her gün, sabah antrenmanlarına katılıyoruz. Antrenman sonunda ekipçe yemek yiyoruz. Burada herkesin kendince üzerinde uzmanlaştığı silahlar var, benimki bıçak." Eğilip pantolunun paçasını sıyırdı ve oldukça parlak bir bıçağı bana uzattı.

Görünüşte sadece bir bıçaktı ama tutuşundaki kolaylık daha kolay kullanabilmesini sağlıyordu. Elimde bir sağa bir sola çevirirken, "Günün geri kalanında şahşi silahlarımız üzerindeki yeteneklerimizi geliştiriyoruz." dedi. Bıçağını ona geri uzattım.

"Neden silah olarak bıçağı seçtin?"

"Açıkçası bunun üzerine uzun süre düşündüm. Bir tabanca mı seçmeliyim yoksa bıçak mı? Sıradan insanlara göre ikisi de aynı derece ölümcül hasarı verebilir. Kurşun eti deler, bıçak eti keser. Aynı şey. Ama bana kalırsa tabanca korkakların kullanacağı bir silah. Uzaktan ateşlersin ve düşmanın ölür."

"Öyleyse yakın temas dövüşte oldukça iyi olmalısın."

"Mükemmel olduğumu söyleyemem ama benim seviyemde birini oldukça kolay bir şekilde etkisiz hale getirebilirim."

"Etkileyici."

Bir süre sonra, odamın önüne geldiğimizde ona içeri gelmek isteyip istemediğini sordum ve beni nazikçe reddetti. Antrenmana gitmesi gerektiğini ve acil durumda hemen iletişime geçmem gerektiğini hatırlattı.

Tek başıma kalmıştım ve burada yapacak hiçbir şey yoktu. Evde yada laboratuvarımda olsaydım birkaç kitabı karıştırır aşıyı geliştirmek için çabalardım. Şimdiyse tamamen işe yaramaz durumdaydım.

Odanın içerisine göz gezdirdim. Aslında dikkat çekebilecek hiçbir şey yoktu. Çelik duvarlara boş görüntüyü yok etmek için birkaç tablo asılmıştı. Perdeyle ayrılmış bir kısımda banyo ve tuvalet vardı. Yatak, kapının hemen karşısında duruyordu ve hemen yanında tabandan tavana bir dolap gömme dolap vardı. İçine bakmak için sürgülü kapısını ittirdiğimde tek tip - siyah ve düz - kıyafetler olduğunu gördüm.

Aslında odaya dair pek bir beklentim yoktu. Burası bir üs olduğu için askerler hariç buraya misafir olarak gelecek herhangi biri olamazdı. Ayrıca normalde esirlere bir oda da vermediklerinden, odanın bir askerin yaşayabileceği şekilde dizayn edilmesi anormal değildi. Aynı zamanda yemekler kafeteryada yendiği için bir mutfakta yoktu ama içi sıvı içeceklerle dolu küçük bir dondurucu vardı.

Kısa keşfimden sonra bir duş almaya karar verdim. Kabul etmek istemesem de böylesine ciddi bir kazadan sağ kurtulmak ve hiçbir şekilde zarar görmemek neredeyse imkansız olan birşeydi. Birkaç kere oldukça sağlıklı olduğum söylense de bunun bir illüzyon olmasından korkuyordum. Aynanın karşısına geçtim. Önce tişörtümü çıkardım, ellerim karın kaslarımın ve göğsümün üzerinde gezindi hiçbir kusur yoktu. Arkamı döndüm belimin biraz üzerinde uzunca bir morluk vardı. Sırtım yine her zamanki gibi pürüzsüzdü. Sonra pantolonumu çıkardım, bacaklarım her zamanki gibiydi. Ne bir çizik ne de bir morluk yoktu. Küçüklükten kalma yara izi dışında bir şey göremiyordum.

Rahatladığımı belirten derin bir nefesi dışarı bıraktım. Yaralanmak hayatın içerisinde olan basit bir şeydi ama neden bundan korktuğumu bile bilmiyordum. Tek yara izimde bana ait bile değil aslında, doğduğumda bana verilmiş bir işaretti.

Temporary Pleasure || SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin