21.Bölüm - Belki de...

27 11 17
                                    

Albayın ofis olarak nitelendirdiği oldukça büyük bir kütüphaneye adım attığımızda hayranlığımı gizleyemedim. Villanın geri kalanına bakarak burası tamamen cıvıl cıvıldı. Dört duvarı kapsayan geniş kitaplık, sırtları renk renk kitaplarla donatılmıştı.

"Kaç kitap var burada?" Yukarı bakarak etrafımda döndüğümde omuzuna çarptım, yaptığım şey yüzünden hafifçe kıkırdadı.

"Bıraktığımda 25 bin falandı." Benim gibi o da bir tur etrafında döndürdü ve düşündüğünü belirten bir ses çıkardı. "O zamanın üstüne eminim eklenmiştir. Sağdaki raf normalde yoktu mesela orada benim çalışma masam vardı."

Gösterdiği yere baktım, söylediği gibi sonradan eklendiği anlaşılıyordu çünkü arkasında uzunca bir kolon boşluğu vardı. Ben tozlanmış kitaplara yönelirken o camın önündeki masaya ilerledi. Bir yandan da eskiden Fransızca dersi alırken buradaki kitapların yarısını altı ayda okumak zorunda kaldığından bahsediyordu.

"İnanabiliyor musun? Yarısını."

"Eminim çok zorlanmışsındır." dedim. "Ben olsaydım dayanamazdım."

"Dayanamadım zaten." Sürekli olarak bir şeyleri karıştırıyordu bir noktada hafifçe öksürdü sonra, "Sonunda." diyip başının yanında tozlu defteri salladı. Oldukça kalındı ve sallandığı zaman dolgun bir ses çıkarıyordu.

"Şuna bak." İyice görebilmek için elinden aldım, zamanla kağıt sararmıştı ve üzerindeki yazılar silikleşmişti. Yine de büyük çoğunlukla ne yazdığı anlaşılır durumdaydı. Labratuvarda çalışan insanların isimleri ve görevleri ilk sayfada yazıyordu. Eş başkan görevinde Kim Junseok ve Orgeneral Oh Gyeonsu adını görünce zaten biliyor olmama rağmen midem çalkalandı. Biraz daha aşağılarda Albayın annesinin ve benim annemin adı da yazılıydı.

"Sence arkadaşlar mıydı?" diye sordu.

"Olabilir." dedim, "Humanist biri olduğundan insanlarla kolayca anlaşabiliyordu."

"Onu özledin mi?"

"Sanırım."

"Ben özledim." Bana kaçamak bakışlar atıp dikkatini dağıttı. Buraya geldiğimizden beri hiç görmediğim bir yanıyla tanışıyordum. Her zaman sert bir duruşu vardı ve duygularını yansıtmak konusunda berbattı. Ama günün sonunda o da bir insandı ve herkes gibi kırgınlıkları, üzüntüleri ve korkuları vardı.

Üzerine gidip tadımızı kaçırmaktansa konudan uzaklaşmanın daha mantıklı olduğuna karar vererek sayfaları gelişi güzel karıştırdım ve bir tanesinde durdum.

Bilerek yaptığım bir şey değildi ama durduğum sayfa direk olarak Sehun ve Seokjun'un projesi üzerineydi. Panikleyip değiştirmeye çalışsam da beni durdurdu ve elimden sertçe çekip aldı. Her bir satırda kaşları daha da çatılıyordu.

İki kardeşe farklı yöntemlerle parazit yerleştirilmiş ve zaman içerisindeki değişiklikleri kaydedilmişti. Sehun'un dediği gibi henüz dört yaşındayken içerisindeki parazit tutunamayıp ölmüştü. Seokjun'a bakınca işler biraz daha can sıkıcıydı. Denek ne kadar öldürülürse öldürülsün başı kesilmedikçe iyileşebileceği yazıyordu. Bunu öğrenmek için deneyimledikleri ve birkaç kez onu öldürdükleri de yazıyordu.

"Orospu çocukları."

"Burada benim adım yazıyor."

Hemen arkadaki sayfada beşikte iki bebeğin resmi vardı. Hemen altında bir bebek daha vardı. Sonra geriye sadece iki bebek kalmıştı. Kafam karıştı.

"Kardeşlerin olduğunu biliyor muydun?"

"Hayır. Annem hiç bundan bahsetmedi."

"Belki o da bilmiyordu?" dedi. Uzak bir ihtimaldi çünkü karşı beşiğimdeki bebeği net bir şekilde hatırlıyordum.

Temporary Pleasure || SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin