30.Bölüm - Küskün

179 31 24
                                    


Müzik: Savin Me - Nickelback

Müzik: Savin Me - Nickelback

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

***

İtiraf etmeliyim ki, La Push'a geri dönerken kendimi,  şimdilerde olduğum halimle hayal etmemiştim. Aslına bakarsak, daha farklı bir rutin ummuştum; belki daha yoğun, daha hareketli ve eskisinden -en azından biraz olsun- daha farklı. Sonuçta, bir şeyler değişmişti, öyle değil mi? Belki de... Tabi son günlerimi düşününce, hayatımın eskisinden daha farklı işlemediğini görebiliyordum.

Günlerim genelde kütüphanede ve kulübede geçiyordu ya, sayfalar arasında toz solumaktan bunalmıştım. Öğrenecek çok şey vardı ama bazen, bir yerde ip kopuyordu sanki. Paragrafların tıkandığı, hayal gücümün yetmediği ve her şeyin gerçekliğini yitirdiği dipsiz bir kuyuda buluyordum kendimi. Sayfalarca yazılmış tarih, gerçek gibi gelmiyordu. Kendime soruyordum: Sahiden de tüm bunlar yaşandı mı? Hala yaşanıyor mu? İçinde olduğum dünya böyle bir yer mi? Oradaki yerim ne? Sonra kendi kendime cevap veriyordum: Sadece bir okuyucu. Tarihte benim kadar şanssız başka bir gözcü daha var mıydı, bilmiyordum. Belki de vardı, yüzlerce yıl önce. O gözcü şayet bir kurt adam değilse, en azından bazı özel güçlerin kendisine tahsis edilmesi gerektiğini düşünerek adil olmayan doğayı yargılamadan edemiyordum. Ne de olsa ben, rahat koltuğumu terk edip karanlık ormana girmeyi seçmiştim, yine de daha fazlası için savaşmam mı gerekiyordu?

Şömizi yıpranmış ciltli kitabı bıkkın bir halde kapattım. Çevremi saran kitap duvarına bakıp iç çektim. Kendimi kapana kısılmış gibi hissettiğim birkaç saniyenin ardından gözüme hemen çaprazımdaki, masanın kenarında başıboş duran sandalye çarptı. Paul'un yeriydi. Bir hışımla kalkıp sandalyeyi sırtından kavradım ve karanlık odalardan birine koyup geri geldim. En azından bazı şeylerin farklı olması benim elimdeydi, her ne kadar ona hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemiş olsam da.

O, başka bir mevzuydu. Paul Lahote, bambaşka bir mevzuydu. Aslına bakarsak, onun hakkında düşünmeye bile gerek yoktu. Kendime verdiğim söze rağmen gözümün önüne gelen görüntüsüyle göğsümde can sıkıcı bir hareketlilik oldu; son zamanlarda onu hep gördüğüm şekilde, uzaktan gözlerini üzerime dikmiş düşünceli ve dikkatli haliyle, sanki ne yaparsam yapayım, üzerimden çekmeyecekmiş gibi kendinden emin bakışlarıyla. Öyle sinirimi bozuyordu ki, zaten şikayetçi olduğum her şeyin üzerine tuz biber ekiyordu. Bunca zamandır agresif bir insan değildim ama son zamanlarda tam olarak öyle biriydim. Paul Lahote, hayatıma girerken de çıkarken de dengemi altüst etmeyi başarmıştı.

Varlığını görmezden gelmek neden bu kadar zordu? Kendimi resmen iradesiz hissediyordum; Emily'nin dediklerini büsbütün doğrular gibi. Demek Paul de mühür konusunda böyle hissediyordu. Kendini alıkoyması imkansızdı, açık açık söylemişti. Düşüncesiyle, göğsümdeki hareket bir anda durdu. İkimizin durumu farklıydı, farklı olmalıydı. Onu sevmek, tamamen benim seçimimdi ve onun aksine, duygularım bana aitti, tıpkı iradem gibi. Bunu hissedebiliyordun. O halde kendimi alıkoyabilirdim de. Üstesinden gelebilirdim.

KURT VE KUZGUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin