NİHAYET.
Hayatımdaki pek çok aptalca değişiklik ve taşınma süreci dolayısıyla hayal ettiğimden çok daha fazla geç kalmış olsam da, kendimin de tatmin olduğu bir bölüm daha yazmayı başardım. Bu fanfiction'ı hak ettiği sona ulaştırmayı gerçekten çok istiyorum.
Uzun gecikmeden dolayı, her zamankilerden çok daha uzun bir bölüm yazdım. Hadi okuyun da yorumlarda buluşalım.
-
Göz gözü görmüyordu. Karanlık bir karabasan gibi kulaklarından içeriye doğru giriyordu. Ellerini bağlıyor, ağzını kapatıyor, nefesini kesiyordu. Duyularını yitiriyor, bir kar fırtınasının ortasında kalmış gibi uykuya teslim oluyordu. Bütün duyularının yerini, güçlü, iğrenç, muhteris bir kahkaha dolduruyordu.
Naglfar'ın revirinden içeriye gün ışığı sızıyordu. Bepo ürkek hareketlerle revir kapısını açıp revirdeki sedyede uyuyan kaptanını kontrol etti. Seyrüseferin son günüydü, yolda geçirdikleri üç gün boyunca kaptanı düzgün bir uyku uyuyamamış, her geceyi ayakta, Bepo'nun başında geçirmişti.
Ayı mink, bunca fedakarlık karşısında kendisini sorumlu ve suçlu hissediyordu.
Kaptan ise, bozulmuş bir uyku düzeni içinde, uyuyakaldığı sedyenin üzerinde, kesinlikle huzurlu bir uyku çekmiyor gibi görünüyordu.
Bepo ne yapması gerektiğinden emin olamıyordu. Kaptanı uyandırıp ızdırabına son vermek ama gün içinde daha kötü bir uykusuzlukla baş etmesine neden olmak mı, yoksa kaptanı uyandırmayıp biraz daha fazla uykusunu alması pahasına, gördüğü kabusların etkisiyle bütün bir gün boyunca daha kötü bir ruh hali içinde kendi içine kapanıp kimseyle konuşmaması mı? Hangisi daha iyi olacaktı?
Law yattığı yerde iyice nefes alamıyor gibi görünüyorken, Bepo ne olursa olsun kaptanını uyandırmaya karar verdi. Bir çeşit uyku felci geçiriyor olmalıydı. Kaptanı uyanması için dürttü ve biraz daha rahat nefes alabilmesi için iki büklüm olmuş vücudunu açarak rahatlatmaya çalıştı.
Bir süre sonra, Law, sanki başını derin bir denizin dibinden çıkarmış da boğulmaktan son anda kurtulmuşçasına nefes nefese kalarak, ter ve dehşet içinde uyanıverdi. Hepi topu üç saat ancak uyuyabilmişti ve başı ağrıyordu. Sedyeden kalkmadan önce sırtını dikleştirdi ve başını ellerinin arasına alarak kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı.
"Çığlık atmadım değil mi?" Kısık bir sesle mırıldanıyordu.
"Hayır. Ama nefesin kesiliyordu." Bepo da olabilecek en kısık ses tonuyla konuşuyordu.
Law, başını Bepo'ya çevirdi. Egzamaların büyük bir çoğunluğu ya iyileşmişti ya da sadece kızarıklıkları kalmıştı. Cılk, sulu yaraların hiçbiri kalmamış gibi görünüyordu. Bepo'nun alttan gelen siyah derisi üzerinde de yeniden uzamaya başlayan kürkü beyaz beyaz noktalar halinde yeniden geri geliyordu. Law, hiç değilse dostunun çok daha iyi görünüyor olmasından dolayı biraz daha rahatlamıştı.
Yine de, omzuna çöken devasa ağırlığın altında ezilmekten kurtulamıyordu. Her geçen gün, tayfasındaki her bir adamın daha sesinin, beyninin içinden yok olduğunu hissedebiliyordu. Kendi içinde bir yerlerde, kimin ölü kimin sağ olduğundan tam olarak emin olamamak, adamlarının seslerinin de, nefesleriyle birlikte kesildiğinden tamamen emin olmak, devam etme isteğini ve motivasyonunu her geçen gün, her geçen saat, biraz daha yok ediyordu. Tayfasındaki herkesin hayatları, elleri arasından kayıp gidiyordu. Ve bu cerrah, hayatında artık üçüncü kez, ailesini kaybetmenin verdiği acı ve yasla baş etmeyi başaramıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Vaka / lawlu
Hayran KurguKarasakal'ın baskınından sonra Law ve Bepo ıssız bir adada mahsur kalırlar. İkilinin hayatta kalmasını sağlayan şey, bir yerden sonra en büyük kabuslarına dönüşür. Mucize eseri bir şekilde kurtulmalarına rağmen ise, Law gün geçtikçe kendi ruh sağlığ...