Namjoon odanın ortasında, ellerini masaya dayamış, ciddiyetle Yuna'nın ailesinin cinayet dosyasını inceliyordu. Odanın soğuk aurası, zaten gerilen sinirlerimi iyice zorluyordu. Havanın ağırlığını neredeyse hissetmek mümkündü, ama asıl baskı yapan şey, Jungkook'un sürekli Namjoon'a olan aleni nefretiydi. Her seferinde, Namjoon konuşmaya başladığında Jungkook'un gözlerini devirmesi, iç çekişleri, ve yerinde huzursuzca kıpırdanışı dikkatimi dağıtıyordu.
"Yuna'nın ailesi..." diye söze başladı Namjoon, dosyayı işaret ederek. "Olay yerindeki deliller hâlâ bizi tam bir çözüme götürmüyor. Cinayeti işleyen kişinin profesyonel bir katil olduğu açık. Hiçbir parmak izi, hiçbir iz bırakılmamış."
Jungkook kaşlarını çattı. "Gerçekten mi?" diye alaycı bir şekilde mırıldandı. Namjoon'un yüzünde hafif bir gerginlik belirtisi görsem de, soğukkanlılığını korudu.
Ben ise nefesimi tuttum, iki taraf arasında hızla tırmanan gerilim bizi asıl konuya odaklanmaktan alıkoyuyordu. Ama Jungkook'un, Namjoon'a karşı neden bu kadar gıcık olduğuna anlam veremiyordum. Bir süredir bu tavrını gizlemeye bile çalışmıyordu. Sanki her sözüyle, her hareketiyle Namjoon'u küçümsüyor, onun liderliğini hiçe sayıyordu.
"Bir şey mi demek istiyorsun, Jungkook?" dedi Namjoon, ses tonunu sakin tutmaya çalışarak. Ama o sakinliğin altında, dolup taşmak üzere olan bir sabır sınırı vardı.
Jungkook kollarını göğsünde kavuşturdu, gözlerini Namjoon'a dikip alaycı bir gülümsemeyle konuşmaya devam etti. "Sadece, biz burada oturup aynı şeyleri tekrar ederken katil çoktan bir sonraki hamlesini yapıyor olabilir. Ama senin liderliğinde ne kadar hızlı yol alabileceğimizden emin değilim."
Namjoon'un gözlerindeki kızgınlık anlık bir pırıltı gibiydi ama hızla kendini toparladı. Ben ise tam bu sırada araya girmek zorunda hissettim, çünkü bu gerilim hiçbirimize yardımcı olmayacaktı.
"Bu şekilde ilerleyemeyiz," dedim, dikkatli bir ses tonuyla. "Önemli olan şu anda Yuna ve ailesi için adaleti sağlamak. Namjoon haklı, eldeki deliller sınırlı. Ama elimizde hala çalışabileceğimiz bazı ipuçları var."
Bir anlık sessizlik oldu. Jungkook'un bana baktığını hissettim, ama gözlerimi ona çevirmedim. Odadaki hava yeniden ağırlaştı, ve Jungkook'un sessizliği bozan derin bir iç çekişini duydum.
Namjoon masadaki dosyayı ağır bir nefesle kapattı, gözlerini bize dikti. "Andersonlar," dedi, sesindeki ağırlık dikkat çekiciydi. "Marcus ve Rachel Anderson. Biri sivil haklar avukatı, diğeri başarılı bir mekanik mühendis. Afro-Amerikan melez bir çift. Son derece saygın, sessiz bir yaşam sürüyorlardı, ta ki o kazaya kadar."
Gözlerim istemsizce Jungkook'a kaydı, ama o, bakışlarını hâlâ Namjoon'dan kaçırıyor, sanki odadaki gerilimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davranıyordu. Onun bu umursamaz tavrı sinirlerimi bozsa da, konuyu dağıtacak bir şey söylememek için kendimi tuttum. Namjoon'un anlatmaya devam etmesine izin verdim.
"Yuna'yı o gün dayısı Calvin'e bırakmışlardı," dedi Namjoon, hafifçe kaşlarını çatarak. "Calvin, eski bir polis dedektifi, aileyi seven ve onlara oldukça yakın biri. Andersonlar kızlarını güvenle ona teslim ettikten sonra iş seyahatine çıkıyor. Ancak, yolda frenleri bilinçli bir şekilde sabote edilmiş olan arabayla kaza yapıyorlar ve ikisi de ölüyor."
Jungkook nihayet bir tepki verdi, hafifçe yerinde kıpırdanarak, "Frenlerin kesilmesi... Bu basit bir kaza değil," dedi sert bir sesle. Alaycı bir şekilde devam etti, "Fazla vicdansızca. Şüphelilerimiz kimler?"
Namjoon kısa bir sessizlikle Jungkook'a baktı, sonra devam etti. "Calvin şüphelilerden biri," dedi. "Her ne kadar ailesine son derece bağlı gibi görünse de, bazı maddi sıkıntılar yaşadığı biliniyor. Emekliliği sonrası hayatı pek de yolunda gitmemiş. Yuna'ya miras olarak kalan büyük bir sigorta poliçesi var; bu da Calvin'i göz önünde bulundurmamıza neden olan faktörlerden biri."