Sigaramı duvarda söndürdükten sonra çantamdan parfümümü çıkardım. Ellerime ve bolca da ceketime sıktıktan sonra büyük ve karmaşanın hakim olduğu karakola girdim.
Yeni tanıştığım bir kaç kişiye gülümserken içimde tarif edemediğim bir gerginlik vardı. Alışık olmadığım ortamlarda kendimi hep böyle hissederdim.
Karakola adım attığımda gözlerim etrafı taradı. Masaların üzeri dosyalarla doluydu, insanlar telaşla bir yerlere koşuşturuyordu. Gürültülü konuşmalar ve telefon sesleri ortamı daha da karmaşık hale getiriyordu. Derin bir nefes aldım ve kendime sakin olmayı hatırlattım. Bugün benim ilk günüm ve başlamak için doğru bir anı bulmak zorundaydım.
Masaların arasından geçerken birkaç polis memuru bana merakla baktı. Ben de onlara nazikçe gülümseyerek selam verdim. Nihayet, müdürün odasına ulaştım ve kapıyı hafifçe çaldım. İçeriden tok bir ses "Girin" dedi. Kapıyı açıp içeri adım attım.
Müdür, orta yaşlı, tecrübeli biri gibi görünüyordu. Çalışma masasının arkasında oturmuş, dikkatle bir dosyayı inceliyordu. Başını kaldırıp beni süzdü.
"Hoş geldiniz," dedi ciddi bir ifadeyle. "İlk gün için heyecanlı olmalısızın."
"Evet, efendim. Ama üstesinden gelebileceğime eminim."
Müdür, elindeki kalemi masaya bıraktı ve bana doğru eğildi. "Burada işimiz zor ve zaman zaman tehlikeli olabilir. Ama sizin gibi genç ve enerjik birine ihtiyacımız var. Herkesle tanışıp kaynaşın, ekibimize uyum sağlayın. Zaten zamanla her şeyi öğreneceksiniz. Zaten Jungkook yeterince iyi bir başkomiser.
Teşekkür edip odadan çıktım. İçimdeki gerginlik yerini merak ve heyecana bırakıyordu. Koridorda ilerlerken, adliyede geçirdiğim yılların bana kattığı deneyimlerin burada nasıl işe yarayacağını düşündüm. Bu kaotik ortamda düzeni sağlamak ve adaleti temsil etmek benim için büyük bir meydan okuma olacaktı. Ama aynı zamanda da büyük bir fırsattı.
Karakolun içindeki hareketliliği izlerken, her adımda kendime daha fazla güvenmeye başladım. Burası, suçluların adaletle buluştuğu, mağdurların haklarının savunulduğu bir yerdi ve ben de bu çarkın bir parçası olacaktım.
JEON JUNGKOOK yazılı kapıya geldiğimde nefesimi tuttum. İlk karşılaştığımızda aramızda derin bir çekim hissettmiştim. Güçlü bir aurası vardı. Ama aynı zamanda gericiydi de. Yaptığı işleri çokça duymuş başarıları ile adından hep söz ettirmişti. Şimdi ise onun yanında çalışmak benim için gerçek bir gurur kaynağıydı.
Kapıyı çaldım ve içeriden duyulan tok bir sesle içeri girmem söylendi. Nefesimi tutarak kapıyı açtım ve adımımı attım. Oda, modern ve düzenliydi. Jeon Jungkook, büyük bir masanın arkasında oturmuş, önündeki belgeleri inceliyordu. Gözlerini bana kaldırdığında, içimde tarif edilemez bir heyecan dalgası hissettim. Gözlerindeki derinlik, bakışlarındaki kararlılık hemen dikkatimi çekti.
"Hoş geldiniz," dedi, sesinde hem ciddiyet hem de sıcaklık vardı. "Taehyung, değil mi?"
"Evet, başkomiserim," diye cevapladım ve bir adım daha attım. "Bugün burada çalışmaya başlıyorum. Sizinle çalışmak benim için büyük bir onur."
Jungkook hafifçe gülümsedi ve eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret etti. "Lütfen oturun. " Önünde ki sandalyeye oturup çantamı masaya bıraktım.
"Sizinle çalışmak da benim için büyük bir onur.Size bazı önemli bilgiler vermem gerekiyor. Burada işimiz oldukça yoğun ve zaman zaman stresli olabilir. Ancak ekip olarak uyum içinde çalışmak, her şeyin üstesinden gelmemizi sağlar."