21

521 61 7
                                    

"Seni çok kıskandım."

Bu güzel anımızı asla bozmak istemesem de ağzımdan çıkan cümlelere engel olamadım. Jungkook'un evinde balkonda oturuyorduk. Hava soğuktu fakat o kadar iç içeydik ki alfamın ısısı vücudumu yangına çevirmeye yetiyordu. Kahve yapmıştık. O kahvesini sütlü seviyordu. Ben sütlü kahveden nefret ederdim. Onun sevdiğini duyana kadar. Sanki Jungkook'un sevdiği bir şeyden nefret etmek suçtu benim için. Onun hiçbir aksi beni tatmin edemez gibiydi. O da sütsüz kahve sevmiyordu fakat her yudumumdan sonra dudağımda kalan kahveyi zevkle öpüyordu.

Kafasını kaldırıp şefkatle suratıma baktı. Cümlem beklediği yerden geldiği için şaşırmamış, anlayışlı bir şekilde gözlerime bakmıştı sadece. "Biliyorum bebeğim. Bunu hissettiğin için özür dilerim."

"Senin suçun değil, özür dileme sakın." Kafamı hafifçe arkama çevirip dudağına bir öpücük kondurdum. Ne kadar böyle konuşsam da içimde bir şeyler vardı beni yiyip bitiren. Sanki her şey yolundaymış gibi hissetsem de bilinçaltımda bir diken var gibiydi.

Jungkook, kahvesinden bir yudum alırken kollarını biraz daha sıkıca belime doladı. "Ama sana hissettirdiğim şeyleri umursuyorum. Seni üzmek istemem."

Gözlerimi kapatıp kafamı omzuna yasladım. Sesimdeki kırıklığı saklamaya çalışarak konuştum. "Sadece...ruh eşi bağı yıllardır anlatılıyor bize. Ne kadar güçlü olduğu. O bağ kadar... yeterli olamama ihtimalim beni korkutuyor."

Jungkook kahvesini sehpanın üzerine bırakıp beni daha iyi görebilmek için biraz geri çekildi. Elleri çeneme doğru uzanarak yüzümü kendisine çevirdi. "Sence yeterli olmadığını mı düşünüyorsun? Sana bu şekilde hissettiren ne varsa bana söyle, Taehyung. Seni hayatımdaki her şeyden daha fazla önemsiyorum. Kimsenin sana kendini böyle hissettirmesine izin vermem."

Dudaklarım titredi. Jungkook'un gözlerindeki ciddiyet beni hem rahatlatıyor hem de daha da duygusallaştırıyordu. "Ben... belki de bu hisleri kendime kendim hissettiriyorum."

Jungkook alnını benimkine yasladı, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Taehyung, sana kaç kere söylemem gerekiyor bilmiyorum, ama sen benim için yeterliliğin tanımısın. Kimseyle seni kıyaslamam, kimseyi senden daha değerli görmem. Seni seçtim ve her gün yeniden seçiyorum. Bunun başka bir versiyonu yok."

Ellerimle onun ellerini tuttum, parmaklarımız birbirine dolandı. "Bana bunları söylediğinde içim rahatlıyor, ama kafamdaki o küçük ses... bazen susmuyor."

Jungkook hafifçe gülümsedi ve başını eğip dudaklarımı bir kez daha öptü. Bu öpücükte bir vaat, bir güven vardı. "O sesi susturmak benim görevimse, bunu her gün yaparım. Sadece sen susma, sen hep benimle konuş."

O an, her şeyin doğru olduğunu hissettim. Jungkook'un kollarında olmak, dünyadaki en güvenli yerdi. Gözlerime birkaç saniye baktıktan sonra ayağa kalktı. Hızla salona girip televizyonun altındaki çekmeceyi açtı. Şaşkınlıkla ne yaptığına bakarken, elinde minik bir albümle geri geldi.

Tekrar yanıma oturdu, beni bacaklarının arasına alıp sırtımı göğsüne yasladı. Albümü açtı ve sayfaları çevirmeye başladı.

"Annem, her görüştüğümüzde fotoğrafımı çekip bu albüme koyar. Normalde onda kalıyor ama son seferinde burada unutmuşlar."

Bir fotoğrafta durdu. Aile yemeği sırasında çekilmiş bir fotoğraftı. Jungkook'un yanında sadece bir el görünüyordu. Kadın eli olduğunu anlamıştım; ruh eşiydi. Gözlerim, o ele o kadar takılmıştı ki neredeyse nefes almayı unutmuştum. Jungkook, sessizce kulağıma fısıldadı:

"Yüzüme bak."

Fotoğraftaki elden gözlerimi kaldırıp Jungkook'un yüzüne baktığımda, gördüğüm şey içimde bir burukluk yarattı. Jungkook, o fotoğrafta çok mutsuzdu. Parlak gözleri sönmüş, yüzündeki küçük gülümseme bile bir maskeden ibaretti. Öyle kötü görünüyordu ki, birkaç saniye boyunca bunu sindiremedim.

ColpoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin