Ölümün hep yanı başımızda olduğunu unutmamamız lazımdı. Mesleğin en acımasız gerçeklerinden biriydi bu; hepimiz bunu bilirdik ama yüzleşmek... Yüzleşmek her seferinde zor oluyordu. Hayat bir anda alt üst olabiliyor, geriye sadece acı ve pişmanlık kalıyordu. Bugün, Mile'nin ailesiyle bu gerçekle bir kez daha yüz yüze gelecektik.Karakolun kapısı aralandığında, içeri giren hüzün dolu atmosfer hemen kendini hissettirdi. Babası, sanki dünyadaki bütün kelimeleri tüketmiş gibi sessizdi. İçeri girdiği an gözleri sabit bir noktaya kilitlendi ve tek bir kelime bile etmeden, karşımızda adeta taş kesilmiş gibi durdu. Annesi ise bunun tam zıttıydı; yüzündeki her çizgi, içindeki fırtınayı yansıtıyordu. Gözyaşları odaya adımını attığı andan itibaren süzülmeye başladı, hıçkırıklar sessizliği bozarken, kendini toparlamaya çalışıyordu.
"Bu... Bu nasıl olabilir?" dediğinde sesi titrek ve çaresizdi. "Kızım, ne yaptı ki bunu hak etsin? Neden... Neden bizim başımıza geldi?"
Jungkook, kadının acısını anlamaya çalışarak bir adım attı ama ne diyeceğini bilemedi. Babası hâlâ sessizce duruyordu, sanki sadece varlığı bile yeterince ağırlık taşıyordu. Mile'nin annesi ise kızını kaybetmenin ağırlığı altında eziliyor, gözyaşları arasında bir cevap arıyordu.
Oda, acının ve sessizliğin yankısıyla doluydu. Mile'nin ailesinin yaşadığı bu trajedi, hepimizin kalbine ağır bir yük bırakıyordu.
Jungkook, Mile'nin ailesini odanın iç tarafına doğru yönlendirdi. İçeri adım attıklarında babanın sessizliği neredeyse bir duvar gibi hissediliyordu; her şeyi gören ama hiçbir şeyi dillendiremeyen bir adamın acısıydı bu. Annesi ise bir adım geride, sanki her adımı atmak için kendi içine doğru bir savaş veriyordu. Odanın orta yerinde duran sandalyelere doğru ilerlerken, hıçkırıklarla karışık bir nefes aldı.
Jungkook, onları oturtmak için nazik bir şekilde yönlendirirken, sessizliği bozmanın en doğru yolunu bulmaya çalışıyordu. Kadının elleri titreyerek sandalyenin kenarına tutundu, gözlerinden akan yaşları silmeye bile vakit bulamadan.
"Buyurun, oturun lütfen," dedi Jungkook, sesindeki yumuşaklıkla onların yükünü bir nebze hafifletmeyi umut ederek. Annesi yavaşça oturdu, babası ise yine sessiz bir şekilde, yere bakarak karşısındaki sandalyeye çöktü.
Jungkook da bir an durdu, derin bir nefes aldı ve karşılarındaki sandalyeye oturdu. Soru sormanın ne kadar zor olduğunu hissediyordu ama bu soruların cevabı, gerçekleri açığa çıkarabilmek için gerekliydi.
"Biraz kızınız ve evliliği hakkında bahseder misiniz?"diye sordu, sesindeki titremeyi kontrol etmeye çalışarak. Mile'nin annesi, hala yaşlarla dolu gözleriyle ona baktı, sanki kelimeleri toparlamak için kendisiyle savaşıyordu.
"Tabii..." dedi boğuk bir sesle. "Kızım Mile'yi Martin ile evlendirmek istemedik. Onun... Onun bu kadar kararlı olduğunu görünce... Karşı çıkmadık, vazgeçtik ve izin verdik."
Jungkook, kadının gözlerindeki acıyı anlamaya çalışarak sessiz kaldı, ona konuşması için zaman verdi. Kadın, titreyen elleriyle yüzünü sildi, sonra devam etti.
"Kızım çok... çok çabuk fikir değiştirirdi," diye ekledi, sesi artık tamamen çatlamıştı. "Bir gün bir şey ister, ertesi gün tam tersi bir şey söylerdi. Martin konusunda da aynı şeyi yapar diye düşündük... ama olmadı. Onun ciddiyetini görünce biz de bir şans verdik."
Jungkook, kadının sözlerini dikkatle dinledi. Bu cümlelerin arkasında, ebeveynlerin içsel çelişkileri ve endişeleri vardı. Kızlarını koruma isteği ve onun seçimlerine saygı gösterme arasında sıkışıp kalmışlardı.