Sabaha karşı saat 4...Oda loş, şehir ışıkları perdelerin arasından ince çizgiler halinde odaya süzülüyordu. Uykumun en derin anında telefonun keskin sesi odada yankılandı. Gözlerim anında açıldı, alarm gibi. Gözlerimi kısarak ekrana baktım; Namjoon.
"Bu saatte ne olabilir ki?" diyerek telefonu açtım. Namjoon'un sesindeki panik, bir şeylerin gerçekten kötü gittiğini anlamam için yeterliydi.
"Jungkook, kötü haber. Yuna ve dayısının kaldığı eve silahlı saldırı düzenleniyor. Calvin bizi aradı, tam bir kaos var orada!"
Bir an donakaldım. Kalbim hızla çarpmaya başladı, beynim olasılıkları hesaplamaya koyulmuştu bile. Zaman kaybetmeden yataktan fırladım, komodindeki silahımı aldım ve hızlıca belime taktım.
Tam o anda yanımdaki yatakta Taehyung mırıldandı, gözlerini hafifçe aralayıp yüzüme baktı. "Aşkım... nereye gidiyorsun?" Sesi uykulu ama endişeliydi.
Bu olayı ona açıklamak için çok az zamanım vardı. Kısa ve net olmalıydım. "Yuna ve Calvin tehlikede, hemen oraya gitmem gerekiyor." Ayağıma çizmelerimi geçirirken ona bakıp hızla ekledim, "Ama sen gelmiyorsun. Evde kal. Bu iş çok tehlikeli."
Taehyung kaşlarını çattı, bana bir şey demeye çalıştı, ama daha fazla tartışmaya vaktim yoktu. Ceketimi kapıp kapıya doğru yöneldim. Ona bir kez daha döndüm, gözlerimde bir uyarı vardı. "Ciddi söylüyorum, Taehyung. Sakın gelme."
Kapı hızla arkamdan kapandı ve arabamın anahtarlarını kavrayarak hızla aşağı indim. Motoru çalıştırıp gaza bastım.
Ama bilmiyordum...Taehyung'un beni takip edeceğinden habersizdim. Arkamda kalan adımlarını duyamadım bile...
Motorun sesi boğuk bir uğultu gibi kulaklarımda yankılanıyordu,ama kalbimin atışları ondan daha hızlıydı. Yolun her saniyesi bir ömür gibi geliyordu. Yuna ve dayısının evine yaklaştıkça, uzaktan silah sesleri netleşti. Kaşlarımı çattım, direksiyonu daha sıkı kavradım.
Evin bulunduğu sokağa girdiğimde, silah sesleri havayı yırtarak sağa sola yayılıyordu. Müstakil evin etrafı karanlığa gömülmüş, sadece patlayan silahların namlularından çıkan alevler karanlığı aydınlatıyordu. Arabayı daha uzak bir noktada durdurup hızla dışarı fırladım. İki eliyle silahını kavramış Namjoon'u gördüğümde, saklandığı ağacın arkasına doğru koştum. Yanımda birkaç kişi daha vardı; ekibimden tanıdık yüzler.
Namjoon başını hafifçe çevirip bana baktı, gözlerinde yorgunluk ve endişe vardı. "Jungkook, durum çok kötü," dedi nefes nefese. "Beş ya da altı kişiler, ağır silahları var. Calvin de camdan ateş açıyor ama çok tehlikeli."
Evin karşısındaki ağaçların arasına gizlenmiş birkaç adam, evin her köşesine mermi yağdırıyordu. Calvin, pencerenin yanından atış yapmaya devam ediyordu. Evden gelen silah seslerinin arasında Yuna'nın ağlama seslerini duyabiliyordum. İçim daraldı, bir şeyler yapmalıydım.
Evin etrafını saran adamlar profesyoneldi. Gözlerim hızla çevreyi taradı, stratejik bir hareket yapmam gerekiyordu.
Bir anda, mermilerden sakınarak Namjoon'a döndüm. "Karşı tarafa sızmamız gerekiyor, namlularına hedef olursak işimiz biter. Calvin'i ve Yuna'yı korumak için bir plan yapmalıyız. Bu böyle sürmez."
Namjoon sadece başını salladı.
Derin bir nefes alıp silahı daha sıkı kavradım. Şimdi buna odaklanmalıydım. Bir saniye bile tereddüt edemeyecektim.
Silah sesleri kulaklarımı sağır ederken,bir adım öne atıldım. Hedefe yaklaşmam gerekiyordu. Karşı tarafın ateş gücü oldukça yoğundu, ama en yakındaki ağaca saklanarak bir fırsat kolluyordum.