Misal bir kurşun yedik,canımıza denk geldi.Yaraya giren bıçak,kurşunu çıkarmak mı istiyor yoksa yarayı deşmek mi? Birini kalbine kabul etmek zor,yarana kabul etmek risktir.
Küçükken büyük oyunlar oynardım, şimdi büyüdüm ve küçük savaşlar vermeyi öğrendim.Öfkem ateşten çünkü alevler kül eder beni biliyorum.Küçükken siyaha siyah,beyaza beyaz derdim ; şimdi siyahlar aldatıcı,beyazlar ise olabildiğince kırık. Siyahı beyazı yokmuş meğerse dünyanın, gökkuşağını görünce fark etmiştim.
Doğru ile yanlış birbirine geçmiş,iki tarafı birbirine geçiren geçmiş ise bizden hiçbir zaman geçmeyecek.Ben ağzımı açacak cesareti bulduğumda çoktan uzaklardaydım ve bir daha konuştuğumda beni dinleyemeyecek kadar bitmişti çünkü.
Vaktinde konuşmamak benim en büyük cezamdı ...
Ama şimdi sıcak suyun altında dikiliyordum ve düşünüyordum da yaşadıkça,duydukça, gördükçe ... Geride bırakamayacağımı bildiğin her şey,dizlerime kadar battığım bataklıkta hareket etmemi sağlıyor ; batıyordum.Ölüyordum evet.Belki bedenen değil ama ruhen.
Çöküyordum.Çürük raporu almış bir binanın içindeydim,terk etmemiştim yine de evimi.Edememişim.Etmiyordum.Ve etmeyecektim,biliyordum.
Öleceksin neticesinde,neyin savaşını veriyorsun değil mi ? Öyle değildi işte. Bazen kendimi düşüncelerimle boğmak istiyordum.Her şeyin boş geldiği dakikaların üzerine devrilen yeminim ölümcül bir virüs gibi akıyordu damarlarıma,kalbim pompalıyordu o kanı tüm vücuduma.Eğer her şey boş düşüncesindeysem zayıf olduğum anlamına geliyordu çünkü bu ve ben o tarafımı uykuya yatıralı çok oluyordu.
Bir yemin etmiştim,savaş sirenleri çalıyorsa içimde,ciğerime batıyorsa aldığım nefes ; bedelini ödeyeceğim hiçbir kavga boşa değildi.
Duş başlığından üzerime akan sıcak su banyoyu buhara boğarken sıcaktan nefes alamadığımın farkındaydım.Bir anda etraf karanlığa büründü ; banyonun ışığı gitmişti ve ben refleks olarak attığım çığlıkla birlikte yere çökmüş,kollarımı başımın üzerine yaslamıştım.
" Işığı aç! Lütfen,aç! Yalvarırım açın artık!"
" Senin gibi sürtükler ölene dek karanlıkta yaşarlar,Milaya. "
Kapı şiddetle tıklatıldı.
" Zoya! "
Ampul mü patlamıştı yoksa elektrik mi gitmişti ? Belki biri kapatmıştı ışığı ... Ama hayır,bu olamazdı.Ben eve dönmüştüm. Ben orada değildim.Dağın başındaki soğuk evde ya da Tasmas'ın kadınlarla birlikte kaldığı dairede değil ... Ben evdeydim. Eşyalarım buradaydı,abim buradaydı,Ruslan buradaydı, ben buradaydım.Güvendeydim.
Kapının kolu zorlandığında kollarımı indirip duşkabinine tutunarak ayağa kalktım ve suyu kapattım.Ruslan,kapının diğer tarafındaydı ama ne kadar zorlasa da kırmadığı sürece kapıyı açamazdı çünkü kilitlemiştim.Suyu kapattığım an sesin kesilmesiyle kapının ardındaki varlığı sessizliğe gömüldü.
Saçlarımı sıkıp kabinden çıktım ve kenardaki bornozu bedenime dolayıp belindeki kuşağını sıktım.Gözlerimi ovaladıktan sonra kilidi çevirdiğimde kapıyı da açmıştım.Ruslan'ın üzerinde gri bir eşofman ve beyaz kısa kollu bir tişört vardı. Saçları dağınıktı ve kaşlarını çatmıştı.
" Çığlık attın " dedi gözleri yüzümde herhangi bir ifadenin izini sürerken.
" İyi misin ? Ne oldu ? "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
V İ S A L
Non-FictionSığındığı her şey onu helak etmiş, tufanın içinde boğulmuştu. Kuyuya atılmış, üç kuruşa da satılmıştı. O yüzden sevgi üzerinde emanet duruyordu.