Bir yandan hastamla ilgilenip diğer yandan telefonumu gözetliyorum ama ne arayan ne de soran var. Sanki kimden telefon bekliyorsam... Boş boş düşünmek bile yoruyor insanı bazen. Şu an ne istediğimi bile bilmeden sadece onu düşünüyorum. Aramızda hiçbir şey geçmedi, Ona aşık olmak için hiçbir sebebim yok ki! Gerçi artık kendime bunları söylememin bir anlamı da kalmadı. Olan oldu artık. Ben de fırtınalar kopmaya başladı...
Çıkış saati geldi sonunda. O kadar yoruldum ki ama bunun sebebi çalışmak değil. Bunun sebebi düşünerek kendimi yiyip bitirmem. Ne var ki hala aklımdan çıkmıyor o rezil an. Bir kız gelir bir kız ölür resmen.
Hastanenin hemen yanındaki taksi durağına doğru giderken bir anda yanıma araba yaklaştı. Kalbim çok hızlı atmaya başladı. Korkudan, meraktan ya da umuttan... Arabanın penceresi açıldı ve çok sempatik gülümsemesiyle Prof. Chin Hwa bana bakıyordu.
-Seni bırakabilirim istersen otelinin buraya yakın olduğunu duydum.
-Zahmet etmeyin ben taksiyle gidebilirim.
-Ne zahmeti lütfen...
Belki abartıyorumdur ama adamın hem kendisi karizma hem arabası karizma hem de işi karizma.
-Sürekli otelde kalmak zor olmuyor mu?
-Zor oluyor. Bu yüzden eve taşınacağım en kısa zamanda. Umarım...
-Bu konuda yardımcı olabilirim size. Benim evimi hatırlıyorsunuzdur. Rezidansta hala güzel daireler var. Size öneririm. Komşu oluruz hem.
-Güzel söylediniz ama sizin bulunduğunuz yer hastaneye biraz uzak. Bu arada kaldığım otel burası.
-Gerçekten fazla yakınmış. O zaman iyi günler dilerim size.
-Teşekkür ederim bıraktığınız için. Ayrıca fikrinizi de düşüneceğim belki düşüncelerim değişebilir.
-Bekliyor olacağım.
Arabadan iner inmez düşünceler kapladı yine içimi. Ama bu sefer Min Jun'u değil Bay Chin Hwa'yı düşündüm. Bana karşı çok kibar ve iyi davranıyordu. Herkese karşı mı böyle acaba diye düşünmedim değil. Düşünmeyi bırakıp yukarı çıktım. Yemek yedikten sonra biraz dışarı çıksam iyi olacak. Hem spor yapabileceğim bir alan bulurum hem de ev bakmış olurum. Önce sıcacık suyun altına attım kendimi. Fazla kalmadan hazırlanıp yemeğimi yedim. Malum sokaklar beni bekler.
Yakınlarda dolanıp durdum ama yürüyüş yapabileceğim bir yer göremedim. Min Jun'un evine çok yaklaşmıştım elimde olmadan. Zaten aramızda iki adım vardı ben n'apabilirim. Telefonum çalıyordu. Annem olsa gerek çünkü başka kimsenin bu saatte beni arayacağını sanmıyorum. Talefonun ekranını döndürdüğüm an nefesimin kesildiğini hissettim. Min Jun arıyordu. Neden arıyordu ki? Yine ne oldu? Açmak istemiyorum ama açmazsam meraktan ölebilirim. En iyisi açmak olacağına dair ben ve parmaklarım hemfikirdik galiba çünkü parmaklarım benden bağımsız telefonu çoktan açtılar.
-Efendim?
-Nerdesin?
( Nerdesin mi? İnsan bir nasılsın diye falan sorar. Bu ciddilik neyin nesi? )
-Yürüyüş yapıyorum. Bir şey mi oldu?
-Nerde yürüyüş yapıyorsun?
-İşte otelin yakınlarındayım.
-Etrafında ne var şu an?
( Tamam bu gerçekten garipti ama. Etrafımda ne olduğunu n'apacak ki? )
-Yol kenarında pembe ışıklar var. İleride çok büyük bir reklam tabelası var ve yol kenarında bir sosisçi var.
- Tamam kapat telefonu.
Kapattı. Telefonu suratıma kapattı. Bu saçmalık ne anlama geliyor şimdi. Bir dakika buraya mı geliyor acaba? Yok artık neden gelsin ki bir sebep yokken? İmkansız. Yok yok imkansız!
Yürümeye devam atim ama yürüyüşüm yavaşladı çünkü içimdeki 'ya gelirse' düşüncesine karşı koyamıyordum. Ben saçma sapan düşünürken biri kolumdan tutup beni bir anda döndürdü. Anında savunmaya geçmem gerekiyor galiba biri bana saldırmaya çalışıyor. Elimi sımsıkı yumruk yapıp döndüğüm tarafa doğru salladım ama yumruğum karşımdaki adamın göğsüne çarptı. Beyaz adam... Tam karşımda durmuş bana, gözlerimin içine bakıyordu. Bütün bedenim bir anda uyuştu,nefesim daraldı,göğsüm sıkışmaya başladı. Gözlerimi beyaz adamın keskin bakışlarından alamadım.Sesi bir anda bütün dikkatimi yerine topladı. Kendime gelmiş hissettiğimde bana bir şeyler sorduğunu anladım. Kolumu bıraktı ve kaşlarını kaldırarak;
-Dün neden bir anda gittin bir şey mi oldu? Hyo Sonn'a mı kızdın?
-Efendim? Ah yok dedim ya ben zaten bir yere gidecektim de o yüzden hem Hyo Sonn da seni arıyormuş.
-Anladım. Yürüyüşe mi çıktın?
-Evet de neden maske taktın?
-Birileri bir kadınla konuştuğumu görse muhtemelen Kore'de olay olur.
-Tabi haklısın.(kendini beğenmiş şuna bak! Ne olayı be kimsenin umurunda olmazsın.)
-Daha az insan olan bir yere gidebilir miyiz?
-Fark etmez bana.
-İleri de koşu ormanı diye bir yer var büyük olduğu için çok fazla insanla karşılaşılmıyor.
-Olur. Zaten ben de park gibi bir yer arıyordum koşmak için.
Yürüdük,yürüdük,yürüdük... Koşu ormanına geldiğimizde sakin bir bank bulup oturduk. Hem sinirli hem heyecanlıydım. Elim ayam birbirine dolaşıyor, soğuk soğuk terliyordum. Neydi bu? Aşk mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En fazla Aşk
RomanceÖnce valizler karışır. Sonra duygular. Önce bir fotoğraf çekiminde karşılaşır iki insan sonra kalpleri birleşir tek bir fotoğraf çerçevesinde... Yeni bir hayata yelken açan kadın bilmiyordu en zor aşkı bu yeni ülkede bulacağını... Gerçek duygula...