Bir yol ve o yolda iki aşık. Onları kavuşturan o yol şimdi onları ayırıyordu. Kavuştukları o yer şimdi ayrılıkları olmuştu.
Masal korku dolu gözlerle Yektaya bakıyordu. Kendisini alıkoyan kişinin kim olduğunu ancak Yekta ona seslendiği zaman anlamıştı.
"Çınar, kaçışın yok. Her tarafın sarılı. Bırak Masalı."
Yekta endişeyle bağırıyordu. Çınar saçma sapan şeyler yapabilirdi. Bir an, içinde daha öncede hissettiği bir şey beliriverdi. Ama bu sefer daha şiddetli daha korkunç bir histi bu. Sevdiğiniz birini kaybetmekten daha kötü bir şey varsa o da o kişiyi kaybetme korkusudur. Yekta en derinlerinde hissediyordu şimdi bu hissi. En derinlerden tıpkı patlayan bir volkan gibi dışarı süzülüyordu. Bir şeyler yapmak istiyor ama yerinden kıpırdayamıyordu. Bu tarif edilemez bir çaresizlikti. Masalın saçının teline bile zarar gelme düşüncesi içindeki volkanı daha da kızdırıyordu.
"Madem öyle, " dedi Çınar etrafına hızla göz gezdirerek. "Madem yakalanacağım, o zaman sevgiline bir iyilik yapayım ha ne dersin."
Çınar her saniye daha fazla terliyordu ve nefes nefese konuşuyordu. Ama yüzündeki o iğrenç gülümsemeden hiç ödün vermemişti.
"Neden bahsediyorsun sen? Bırak Masalı."
Yekta, Çınarın ne demek istediğini anlamamıştı. Masal ise bir an önce bu şeyden kurtulmak istiyordu. Çınarın bir delilik yapmasından korktuğu kadar ne demek istediğini de merak etmemiş değildi.
Çınar yüzündeki pis gülümsemeyi daha da genişletti.
"Senin anlatmadıklarını bilmeye hakkı var öyle değil mi? Söylesene Masal sen de merak etmiyor musun? " son cümlesini Masalın kulağına bir fısıltı şeklinde söylemişti.
Polislerin hareketlenmeye başladığını gördüğünde silahını sağlamlaştırdı ve devam etti.
"Gelmeyin! Sadece bu güzel kıza bir kaç şey söyleyeceğim."
Yektanın korkusu gittikçe artıyordu. Masala bir şey yapmasından korkuyordu.
"Yektanın, babanın neredeyse ölmesine yol açacak şirketin sahibi olduğunu biliyor musun? Baban kaza geçirmeden önce bir ihale kazanmıştı hatırlıyor musun Masal." Çınar bunları Masalın kulağına fısıldıyordu.
Masal korkusunun yanı sıra düşünmeye çalıştı. Hatırlıyordu. Hatta annesiyle babasının konuşmasını da hatırlıyordu. Kalbinin kuytu bir yerinde canını yakan bir acı belirdi. Neydi bu acı? Çınarın söyledikleri mi yerleştirmişti onu oraya? Ya da söylediklerini merak etmemesi gerektiği halde merak ettiği için miydi?"İşte o kazandığı ihale yüzünden kaza geçirdi baban. Yekta, sırf baban gibi küçük bir şirketin böyle bir ihaleyi kazanmasını kendisine yediremediği için her şeyini o şirketten çekti ve başkalarına da çektirdi. Hani ben pis işler yapıyormuşum ya onun yaptığı pis işlerin alası. Babanın bir anda iflas etmesine neden oldu ve babanda bu yüzden kaza yaptı. Onun o şirketin sahibi olduğunu bile bilmiyordun değil mi? O karanlık işlerle büyüyen şirketin sahibi. " Histerik bir kahkaha savurdu Çınar. Alçakça bir kahkahaydı bu. Masalı allak bullak olmuş bir zihinle bıraktı ve silahını yere attı. Daha sonra ise teslim olmak için ellerini yukarı kaldırdı. Polisler anında Çınarı tutuklamaya geldiklerinde Masal öylece olduğu yerde bekliyordu.
Ne yapması gerekiyordu şimdi? Koşarak Yektaya sarılmalıydı öyle değil mi? Ama neden ayakları Yektaya gitmiyordu? Çınara inanması ne kadar doğruydu? Ona inanmamalıydı öyle değil mi? Neden inansın ki? Hem burada ne olmuştu böyle? Çınar neden tutuklanmıştı? Bütün bu saçma şeyleri neden anlatmıştı Masala?
Masalın yapması gerektiğini düşündüğü şeyi Yekta yapmış, koşarak ona sarılmıştı. Ellerini saçları arasına daldırdı ve daha önce hiç sarılmadığı gibi sarıldı Masala. Sanki Masal gidecekmiş ve bir daha onu hiç göremeyecekmiş gibi. Elinde olsa ruhunu ruhu yapardı. Elinde olsa bedenini içine alır bir daha hiç bırakmazdı. Kokusunu bir daha hiç alamayacakmış gibi içine çekti. Ellerini saçları üzerinde gezdirdi. Güvendesin demek istedi. Burdayım, yanındayım, her şey bitti işte demek istedi ama diyemedi. Engelleyen bir şey vardı.
O böylesine derinden sarılmışken Masala Masal kollarını kaldırıp ona sarılmamıştı bile. Az önce nasıl duruyorsa şimdi de öyle duruyordu. Olayın şokunu atlatamamıştı belki de. Neler olduğunu bilmiyordu sonuçta. Ama geçmişti işte.
Bedenini sarıldığı bedenden geri çekti ve bu sefer ellerini genç kızın yanağına yerleştirdi. Ağlamıştı Masal. Kendisinden habersiz akmış olmalıydı gözyaşları. Yekta narince gözyaşlarını sildi Masalın ve alnına bir öpücük kondurdu.
Güven vermek içindi alnına koyduğu bu öpücük. Sen benimsin, ben seninim demek içindi. Ama Masalın bakışları hala değişmemişti.
Sonra Yektanın aklına vurucu bir düşünce geldi. Daha doğrusu hatırladı. Çınar ne söylemişti Masala? Ne anlatmıştı da böylesine ifadesizdi Masal?
"Bitti işte. Geçti. Burdayım, burdayız, birlikteyiz bak." Yekta belki geçer umuduyla söylemişti bunları. Ama yine değişen hiçbir şey yoktu.
Ne yapacağını bilmiyordu Masal. Ne demeliydi? Sormalıydı değil mi? Evet sormalıydı tabii ki. Her şeyi uydurmuş olabilirdi Çınar.
"Yekta Çınar bana bir şeyler söyledi."
Zar zor nefes aldığı için kelimeleri kesik kesil dökülmüştü dilinden. Kuruyan dudaklarını ıslatarak devam etti.
"Sen, şey mişsin... Babamı iflas ettiren şirketin başındaymışsın. Onun kaza yapmasına sen sebep olmuşsun. Kötü işler yapmışsın falan. İnanmadım tabi ben. Neden inanayım ki ona değil mi?"
Bu soru inanmak istediği için sorulmuş bir soruydu. 'Güvenmek istiyorum, inanmak istiyorum lütfen yalan de' der gibi bakıyordu şimdi Yektaya. Her şey durmuştu sanki. Herkes susmuş. Gece suspus olmuş onları dinliyor. Ay onları ışıtıyor. Bir Allahın kulu geçmiyor yanlarından. Sanki herkes cevap beklermiş gibi. Sanki herkes suçlu bulurmuş gibi Yektayı. Herkes Yektayı suçluyor ama Masal inanmak istiyordu. Her şey sanki onun aleyhine ama Masalın gözleri leyhine bakıyordu.
Peki ne demeliydi Yekta? Şirketin başında değil miydi? Şirket onun adına değil miydi? Babam yaptı dese ne değişecekti?
Kötü işleri ben yapmadım babam yaptı dese inanır mıydı ona? İnansa bile yaşayabilir miydi bu gerçekle?
Bir süre, aslında kısacık olan ama onlara bir asır gibi gelen bir süre gözlerinin içine baktı Masal. Bir kaç damla yaş birikti göz pınarlarında ve sonra usulca süzüldü yanaklarından. Bir kere başlayınca göz yaşları dur durak bilmez. Ardı kesilmedi. Boğazına dizilmiş iğneler arasından zorla yutkunmaya çalıştı.
"Susma.. " kısık bir kelime çıktı dudakları arasından. Dudaklarını birbirine bastırarak ağlamamaya çalıştı lakin ne fayda.
"Lütfen bir şeyler söyle Yekta." kısık ve göz yaşlarının boğuklaştırdığı sesi Yektanın kalbini acıtıyordu. Neden susuyordu? Savunamaz mıydı kendini?"Nolur yalan de. Doğruysa bile yalan de." zorla yutkundu. "Yalan dersen inanırım. Lütfen yalan de."
Elleriyle yakasına yapışmıştı hiç farkında olmadan. Bir şey söylemiyordu Yekta. Bu sessizlik öldürüyordu Masalı. Sanki ölüm sessizliği gibiydi. Bir şeyler söylese, doğru dese bile razıydı. Oysa ki Yekta sadece o keskin yeşil gözleriyle ona bakıyordu.
Avuçlarını yüzüne bastırarak yere çömeldi Masal. Ağlamasını bastırmaya çalışırken daha fazla ağlıyordu.
Yekta ellerini saçları arasına daldırdı. Dayanamıyordu bu duruma. Nefes almak çok güçtü. Gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan sesini keskinleştirmeye çalıştı.
"Bana bu kadar güvenmemeliydin."
Masal duyduğu bu soğuk sesle bir an hıçkırıklarını durdurmayı başardı. Ama duymayı beklediği sözler değildi bunlar. Bunlar bir veda sözleri gibiydi. Savunmayacak mıydı kendini? Böylece kabullenecek miydi? Umut kırıntılarıyla ayağa kalktı tekrardan.
"Hepsi yalan, şirket falan yok diyemez misin sadece? Yine eskisi gibi gizli kalamaz mı bu? Kim olduğunu nasıl bir iş yaptığını yine bilmesem olmaz mı?"
Yekta soğuk bakışlarını sürdürmeye devam etti. Masalın gözlerindeki bu çaresizliğe dayanamıyordu. Savunmalıydı belki de kendini. Peki neydi savunması? Ben yapmadım babam yaptı mıydı? Nasıl bir savunmaydı ki bu?
Gözyaşlarını silmek istedi sevdiği kızın. Tekrar az önceki gibi sarılmak istedi. Saçlarını okşamak istedi. Ama tek yaptığı sert ve soğuk bakışlarıyla önüne duvar örmesiydi.
"Masall!" Ünal bey ve Leyla hanım koşarak kızlarının yanına geliyorlardı.
Masal en son babasıyla konuşurken konuşma kesilmişti ve babası da merak etmiş olmalıydı.
Masal bir anlık şaşkınlıkla anne ve babasından gelen sese döndü.
Koşarak kızlarına sarıldılar. Öyle endişeli ve korkmuş görünüyorlardı ki.
"Ah kızım. Sana bir şey oldu diye öyle çok korktuk ki. Şükür ki iyisin."
Bir süre sarıldıktan sonra kızının ağladığını gören Ünal bey farkındalıkla sorma isteği duydu.
"Neden ağlıyorsun sen? " Bu soruyu sorar sormaz Yekta görüş alanı içerisine girdi.
Bir anda gözleri fal taşı gibi açıldı ve nefes alışverişi hızlandı.
"Bu adamın ne işi var senin yanında? Yoksa bu mu sana bir şey yaptı?"
Masal babasının sesindeki bu hiddete bir anlama veremeyerek geri çekildi.
"Yok baba ne alakası var. Sen nereden tanıyorsun Yektayı?"
Soruyu sorarken aklına gelen cevabı vermemesini umdu Masal. Hayatında daha önce hiç bu kadar istememişti belki de bir şeyi. Babasından gelecek tek bir cevap ya çok acıtacaktı ya da içindeki o daha çok taze olan yaranın kanını kesecekti.
"Bu adam.. " Hiddeti daha da arttı babasının. Ama devam etti. "Bu adam iflas etmemize neden olan adam!"
İhaleye Yekta gitmişti ve Ünal bey şirketin sahibi olarak Yektayı tanıyordu. O an orada tüm nefretini kusmak istedi Yektaya ama kızının durumunu göz ardı edemezdi.
Yekta susuyordu. Az önceden beri yaptığı en aptalca ve belki de en gerekli olan şeyi yapıp susuyordu.
Masal ise bir ordunun, savunmasız kalbine saldırdığını hissediyordu. İstemediği cevaplar içindeki yarayı daha da açmış daha da kanatmıştı. Kapanması zor bir yara haline gelmişti artık. Nefes alamıyor, yutkunamıyor ve hatta gözyaşları bile akmıyordu. Tek yapmak istediği oradan gitmek, bütün bu zaman boyunca kendine yalan söylemiş olan bu adamdan uzaklaşmaktı.
"Lütfen buradan gidelim baba."
Halsiz ve yorgun çıkmıştı bu sefer sesi. Az önceden beri umut kırıntılarıyla doldurduğu kelimeler, artık bir kabulleniş, bir vazgeçişle dolmuştu.
Son kez, bunca zaman her şeyden habersiz bir şekilde sevdiği adamın gözlerinin içine baktı. Bir şey anlamak mümkün değildi yine o yeşil gözlerden. Tıpkı en başta olduğu gibi. En başında duvarlar ördüğünde baktığı gibi bakıyordu. Öyle gizemli, öyle soğuk, öyle sert ve keskin. Son kez sarılmak, son kez kokusunu içine çekmek son kez öpmek istedi Masal. Son kez adını onun sesinden duymak. Neden sondu? Neden hep son olarak düşünüyordu? İçinden bir şeyler her şeyin sonuymuş gibi davranmasını istiyordu çünkü. Her şey bitmiş gibi davranmasını istiyordu. Susmuştu Yekta. Susarak her şeyi bitirmemiş miydi zaten?
Babasına sımsıkı sarılarak arkasını döndü Yektaya. Bir daha hiç bakmamak üzere gözlerini kaçırdı ondan. Sanki adımları bir daha ona hiç gitmeyecekmiş gibi zıt gidiyordu.
Yekta ise o siyah kabanıyla tıpkı en başındaki gibi yalnız adımlar atarak uzaklaştı sevdiği kadından.
Şimdi ikisi de birbirinden farklı yöne yol almıştı. Şimdi ikisi de birbirinden öyle uzaklaşmıştı. Bir yol ve o yolda iki aşık. Onları kavuşturan o yol şimdi onları ayırıyordu. Kavuştukları o yer şimdi ayrılıkları olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Gökyüzü
Romance"Kimsin sen?" Adam duyduğu soruyla yeşil gözlerini kızın gözleriyle birleştirdi. Masal'ın sesinde meraktan çok öfke ve kırgınlık vardı. Genç adam cürretkar gözleriyle kıza bakmayı sürdürürken "Özür dilerim" diyebildi sadece. Söylenebilecek hiçbir sö...