44-Sen Gittiğinde

113 11 6
                                    

And though the road is long
(Ve yol uzun olmasına rağmen)
I look up to the sky
(Gökyüzüne bakıyorum)

**

ÇAĞIN'DA


Aşk neydi?

Aşırı sevgi mi? Tutku, arzu? İhtiyaç? Onsuz olamamak mıydı? Yoksa hırs mı? Elde etme isteği miydi?

Kimi sevdiğiyle birlikte olmaya aşk der, kimi arzuladığına, koşulsuzca istediğine. Kimi en çok ihtiyaç duyduğuna. Kimi diğer yarısı olduğunu düşündüğü kişinin yokluğunda eksik hissetmenin aşka karşılık geldiğini düşünür. Bazıları ise elde edemediği sevgiyi hırsıyla besleyerek aşka dönüştürür.

Aslında aşk bunların hepsinin bütünüdür. Ya da aksine; ya aşk, kimilerine hiçbir şey ifade etmiyor ise?

Aşka inanmayanlar vardı tabi, ya da yarım kaldıkları için yok sayanlar.

Ama ya o büyülü iç harf bambaşka şeyler barındırıyor ise?

Aşk vardı işte. Sadece yüzünü herkese başka gösterdi . Kimi için iyi, kimi için kötü, kimi için ise belirsizdi.

Aşk böyle ise, bana hangi yüzünü göstermişti? İyi mi? Bilmiyorum.

Ama benim için o üç harfin karşılığı Talya'ydı. Evet benim için aşk, Talya demekti.


Peki ya aşk neredeydi?

Kimileri için kitap sayfalarında, kimilerine müzik notalarında. Karanlıkta korkanlar için aydınlıktaydı. Mesela gece için, gündüzdü aşk.

Kimi aşkı insanlarda bulur, kimileri ise başka şeylere yüklerdi.

Küçük çocuğun ilk kahkahası, kitaplara aşık birinin yeni kitabının sayfasından yayılan kokuydu aşk. Şairin satırları, müzisyenin ezgileriydi.

Aşk vardı. Ama herkese farklı baktı.

Aşk farklı yerlerdeydi. Kim için yanında, kimisinin bulamadığıydı.

Ama benim aşkım Talya'nın gözlerinde, gülüşünde, gamzesinde saklanmıştı.

Benimle saklambaç oynuyordu ama ebe hep bendim. O hiç yakalanmayacak. Yerinden çıkmayacaktı.

##

Yine ruhsuzca uzanıp tavana bakarken düşündüğüm şeyler ve ben. Talya gittiğinden beri acı çekiyorum. Ciddi anlamda bir acı. Sürekli düşünüyorum. O iyi mi? Onu bir daha görebilecek miyim? Bunlar daha basit olanı, aklımdakilere ben bile şaşıyorum bazen.

Böyle boşluktayım sanki. Karanlık bir yer, ve beni kimse tutmuyor, en dibe düşüyorum.

Acıydı bu.

Acı dipteki insanları, yaşama bağlayan şeydi.

Yaşam belirtisi olarak, sadece acı hissediyordum.


Talyasız beşinci gündü.

Hala Ütopya'ya gittiğimiz, onu elimizden kaçırdığımız güne lanet ediyorum. Sesini duyunca koşmuştum. Aramıştım. Ama yoktu. Onu kurtaramamıştık.

Hepimiz biliyoruz ki onu diğer yetenekli grup kaçırdı. Ama onu kurtarmak için neden bu kadar beklemiştik anlamıyordum. Aras'a göre çıkarları için ona zarar vermezlermiş. Ve şüphelenmemeleri için biraz zaman geçmeliymiş böylelikle iyi bir planda hazırlarmış. Saçmalık!

Elimde olsa onu ilk günden kurtarırdım. Ama lanet olsun ki elimden bir şey gelmiyordu!

Plan hazırdı. Onu yarın alacaktık yanımıza. Ama ben korkuyordum işte. Ya onu bulamazsak? Alamazsak?

Talyasız empat grubu yeteneklerini kullanmakta zorlanıyordu ama ona çok azda olsa ulaşabiliyorduk. Atlas sesleri dinliyordu arada. Aksi bir durum yok gibiydi ama yinede onun için endişeleniyorduk.

Annesi ve Açelya çok yıpranmıştı. Her gün onların yanına gidiyordum. Talya'nın odasına, ama en kötü olansa yatağındaki o güzel kokusu gitmeye başlamıştı.

Ağlamak, kalbin acı çektiğinde veya aşırı duygu yüklü olduğunda, duygunun verdiği yükü dışarıya atma şekliydi. Her gözyaşı farklı bir duygu barındırıyordu. Ben ise hiçbir zaman sevinçten ağlamamıştım. Kalbim hiçbir zaman aşırı mutlulukla dolmamıştı. Ne acı değil mi?

Bir şeyin eksikliği tüm her şeyi farklı kılar mıydı? Benim için farklıydı işte. Distopya aynıydı ama Talyasız Distopya bana her şeyiyle farklı geliyordu. Kısa zamanda ona çok bağlanmıştım. Bir daha anlamıştım. O bana hayatı yaşanılır kılıyordu. Peki ya o yokken?

Eskisi gibi okula gidiyorduk, yeteneklerimizi geliştirme adına çalışıyorduk. Ve tabi her gün Talya'yı anıyorduk. Onu hepimiz özlemiştik.

Yeteneklerimizi kontrol için gelişiyorduk aslında ama hepimizin aklı karışık olduğu için tam anlamıyla başaramıyorduk. Bana gelirsek, yeteneğimi denemem tam bir faciya olmuştu. Hem aklım hem duygularım o kadar karışıktı ki...

Açelya iyice yıpranmıştı, ama Batur ona çok destek oluyordu. Hiç yanından ayrılmıyordu. Evlerine gittiğimde genelde Batur'da orada oluyordu. Ama işin ilginç tarafı Aras'da her gün uğruyordu Talya'lara. Galiba annesine tüm her şeyi anlatmak zor olmuştu, ve her gün gelişmeleri bildiriyor. Talya'nın annesi ise olanlardan çok sarsılsa da bizlere sıcak davranıyordu.

Utkan'la ilk zamanların aksine iyi anlaşıyorduk. Tabi Utkan'ın Şimayla olan yakınlığı Barlas'ın pek hoşuna gitmemesi dışında.

Şimay ve Barlas hiç değişmemişti. Hala kavga ediyorlardı. Utkan ise Şimay'ı koruyunca işler kızışıyordu.

Itır hep pozitifti. Talya'nın iyi olduğunu her zaman hatırlatıyordu. Buna inanmamızı sağlıyordu.

Çise ve Atlas ise çok iyi anlaşıyordu. İyi arkadaş olmuşlardı. Atlas hepimize bir ağabey gibi yaklaşıyordu. En olgunumuz oydu. Çise ve Itır ise en çocuk ruhlu olanlar olduğu için Atlas onlara her anlamda yardımcı oluyordu.

Görünürde değişen bir şey yoktu ama biliyordum ki hepimiz Talya'nın yokluğunu hissediyorduk.

Ben ise Talya'nın arkasında bıraktığı koca bir enkazdım. Yıkık, döküktüm. Ve o dönmeden düzelmeyecektim.

Ütopya'ya Dokuz AdımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin