Şu an içinde olduğum bu zaman dilimi, bu yer bana yaşadığımı hissettirmiyordu. Omuzlarıma ağır bir yük yüklenip uzak diyarlara sürüklenmiş gibiydim. Hiç tanımadığım bir şehirde, tanımadığım insanların içinde, bambaşka bir kültürle yaşamayı becerebileceğimden emin değildim. Tek başımaydım. Sürekli Dağhanı buraya getiremezdim. Ve alışmalıydım. Düzenimi kurmalı bir şekilde yoluma bakmalıydım. Artık reşit olacaktım ve kendi ayaklarım üstünde durmalıydım.
Hayatım boyunca kendimce savaş versem de amcam ve abimin desteği uzaktan da olsa hep olmuştu. Burada tektim. Tamamen.
Bir an bu yalnızlık içimi titretmişti. Hiç bu kadar yalnız olmamıştım ben. Hep Dağhan olmuştu yanımda. Şimdi afallamıştım işte. Ne yapacağımı bilmiyordum. Fakat bu odada biraz daha kalırsam patlayacaktım.
Dolabın karşısına geçip üzerimdeki pijamalardan kurtuldum. Siyah pantolonumu üzerime geçirdim. Ankara fazla soğuktu. Kısa polarlarımdan üstüme geçirip ceketimi de giydim. Sporlarımı ayağıma geçirip aynada kendime baktım. Klasik Akçaydı. Hep olduğum gibiydim. Belli bir tarzım yoktu. Ruh halime göre her şeyi giyebilirdim. Doğuya zıt yetişmiştim. Dayak yesem de kendimden vazgeçmemiştim. Ben ne istersem oydu.
Çantamı sırtıma takıp odadan çıktım. Biraz keşfedebilirdim buraları değil mi? Kapıyı açıp evden çıktım. Kulaklıklarımı takıp merdivenleri indim.
Sokağa çıktığımda fazla üşümediğim için sevinmiştim. Saçlarımı düzeltip yürümeye başladım. Hiçbir yeri bilmiyordum. Fakat o ev beni basıyordu.
Ankaranın sokaklarının hepsinin birbirine açıldığını biliyordum. Bu yüzden rastgele bir sokağa daldım. İşlek bir yerdi. Ufak ufak dükkanlar sıra sıra dizilmişti.
Kahve dükkanının önünde durdum. Taze kahve kokusu burnuma dolduğunda beklemeden içeri girdim. Filtreli kahvem avuçlarımı bulduğunda içim ısınmıştı şimdiden. Ücreti ödeyip mekandan ayrıldım. Kahvemi içerken caddeyi turluyordum. Küçük dükkanların birinde gördüğüm çok hoş kitapçıya girdim. Eskimiş kitap kokusu ile taze kahvemin kokusu karıştığında gözlerimi yumup bu güzel manzarayı biraz hissettim. Beni orta yaşlarda bir beyefendi karşılamıştı. Gülümseyerek yanımdan geçip masaya oturdu. 'İstediğin gibi gez, incele fakat zarar verme lütfen. Çok değerliler' dedi. Gülümsedim. Belkide bu gülümseme ilk defa gerçekten yapmacık olmayan, yabancı birine ithaf ettiğim bir gülümsemeydi. Kitapların arasında dolanmaktan öyle hoşlanmıştım ki. Bir sürü sararmış kitaplar vardı. Hatta bazılarının yazıları bile silinmişti. Nostaljik aksesuarlarında bulunduğu bu dükkan içimi ısıtmıştı. Hayatın bir yerlerinde hala böyle güzel şeylerin varlığı muhteşem bir detaydı.
Elimi fazlaca doldurduğumda kasaya gelip ücreti ödedim. Bir sürü ayraç hediye ettiklerinde mutlu olmuştum. Kapıdan çıktığımda aklıma gelen şeyle duraksadım.
Kendi evimde kalmıyordum. Bir odam dahi yoktu. Bu kadar şeyi nereye koyabilirdim ki?
Bir an rahatsız olmuştum. Fakat almıştım bir kere. Ve bunları bırakmak istemiyordum.
Sokakta yürümeye devam ettim. Kıyafet dükkanlarını es geçip başka bir sokağa daldım. Yine küçük bir dükkan bulmuştum. İçeri girdiğimde gülümsedim. Çok güzel oda, duvar, ders için insanı canlandıran bağlayan şeyler vardı. Buradan da birkaç bir şey aldım. O evde madem birlikte yaşıyorduk benden de parçalar olabilirdi elbette.
Cebimdeki telefonumu elime aldım. Saate gözüm takılmıştı ilk olarak. Gerçekten bu kadar saat nasıl geçmişti? O kitapçı da gerçekten kendimi kaybetmiş olmalıydım. Sonraki takıldığım nokta ise, 13 tane olan cevapsız arama.
2 tanesi Dağhan,
1 tanesi amcamdı. Fakat diğer 10 tanesindeki numara kayıtlı değildi. Kaşlarımı çatıp uygun bir köşe buldum. Poşetlerimi kenara bırakıp numarayı aradım. 'Nerdesin sen?' diye kükreyen karşı tarafa gözlerimi devirdim. 'Bilmem' dedim dürüst davranarak. O kadar karışıktı ki. 'Konum at. Başımın belası' dedi. Homurdandım. 'Rahat bırak, geziyorum' dedim sertçe. 'Ayrıca sana ne?' dedim. Sinirleniyordum. Beni bastıramazdı. Beni sorgulayamazdı da. 'Kızılay çevresinde olduğuna eminim. Ortalık karışacak birazdan. Bu saatlerde iyi değil oralar. Bir bok bilmiyorsun. Senin semt kızlığın burada sökmez. Konum at' diyip kapattı.
Ankaranın siyasi ve birçok açıdan merkez olduğunu biliyordum az çok. Fazla kalabalık olup çok karıştığını da fakat bu beni kısıtlayamazdı.
Ama burada işim bitmişti şimdilik. Bu yüzden konumu attım. Yolu bulmam imkansızdı.
Kısa süre içinde geldi. 'Tam beklediğim gibi kızsın işte ne yapabilirsin ki tonlarca elbise aldın. Şu poşetlere bak' dedi. Cevap vermedim. İstediğini düşünebilirdi. Poşetlere el attığında kaşları çatıldı. Bozulmasından hoşlanıyordum. Beklentilerini karşılamadığım da ki yüz ifadesi, onu yere sermek gibiydi. İçlerine baktığında onu yok sayıp poşetlerin birazını arabanın arkasına koydum ve sürücü koltuğunun yanına geçtim. Biraz sonra oda binmişti. Hızla klimayı çalıştırdığında ellerimi sürttüm. Hava soğuktu ve onu beklerken üşümüştüm. Yol yanımda hızla akarken içim geçmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rönesans'
Teen FictionSonra unuttum işte, Mutlu olmayı unuttum, Yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi, Hepsini unuttum. Tüm duygularım, Bizans'ın Osmanlıyı sömürmesi gibi sömürülmüştü. '' Şimdi büyük bir dönemeçteydim, aslında her şey yeniden doğuyordu.'' ELANUR DALGIN onyedio...