Yağmur tanelerinin cama sertçe vurmasına gözlerimi araladım. Burada her gün hava bozuktu neredeyse. Ankara Türkiye standartlarında en soğuk yerdi. Soğuğu sevsem de gittikçe hava kuru bir soğukluk alıyordu. Evdeki petekler içeriyi sımsıcak etse de dışarıdaki insanları düşünmeden edemiyordum. Uykum tamamen dağılmıştı ve daha sabahın beşiydi. Haftanın ilk günü; Pazartesi sendromu başlasın! Öksürdüğümde ciğerlerimin çıkacağını sandım. Gerçekten mi? Hasta olmamalıydım! Sıcak yatağımdan çıkıp odamın ışığını açtım. Üzerime giyecek bir şeyler bakarken biraz daha kış alışverişi yapmazsam donacağımı düşündüm. En kalın kazağımı üzerime giyip altıma tayt geçirdim. Taytın üstünden pantolon giyerken kendi kendime gülümsedim. Milli benlikler olum bunlar. Aşırı dağılan saçlarıma baktım. Ruhum kadar dağınıklardı. Aynada bir süre kendimle bakıştım. Zayıflamıştım buraya geldikten sonra. Ve kiloyu suratından verenlerdendim. Yüzüm hastalıktan dolayı solgun, zayıflıktan dolayı çöküktü. Yanaklarımı şişirip tombul olmaya çalıştım. Kendime tekrar güldüğümde iç sesim beni kendime getirdi. Odadan çıkıp banyoya girdim. Saçlarımı lavobada yıkayıp havluya sardım. Onları kurutup taradım. Daha düzenli bir hale geldiğimde üstten sıkı bir at kuyruğu yaptım. Boynumda ki izden dolayı fazla toplamasam da, bugün içimden toplamak gelmişti. Zaten saçlarım kalın ve çoktu kapatıyordu genel olarak izi. Gözlüklerimi kenara bırakıp lenslerimi taktım. Lens daha fazla kolayıma geliyordu. Zaten renkli gözlüydüm bu yüzden şeffaflardı. Gözlüklerimi genelde bir yerlerde unuturdum. Bu yüzden lens daha fazla işimi görüyordu. Gözlüğü genelde evde kullanmayı tercih ediyordum. Ellerimden ve ayaklarımdan silinmeye yüz tutmuş yaralar artık ilgi çekmiyordu. Kırılmış tırnaklarım fazla bakımsız duruyordu. Banyodan çıkıp ışığı kapadım. Yapacak bir şeyim yoktu.
Ev karanlıktı. Odaya geri döndüğümde masaya oturup masa lambasını yaktım. Edebiyat notlarımı tekrar etmeye koyuldum. Bir saatide böyle devirip kulağıma kulaklığımı takıp egzersiz yapmaya başladım. Yakında adet dönemim gelecekti ve bu egzersizler o dönemde kurtuluşum olacaktı. O dönemi masıl atlatacağım hakkında zerre fikrim yoktu. Deli gibi ağrım oluyordu ve hastanelik bile olduğum oluyordu. Saçlarımı geriye itip bu konudan uzaklaştım. Saat 7'yi gösterdiğinde evde alarmlar çalsa da hiçkimse kalkmamıştı. Çantamı hazırlayıp odadan çıktım. Çantamı kapının kenarına koyarak mutfağa geçtim. Bulduğum tost ekmeklerinin arasına malzemeleri yerleştirip ısıttığım tost makinesine koydum. Üzerine yağ sürerken 8 tane tost hazırlamıştım. Demlediğim çayla servisleri kurdum ve salona geçtim. Barkın'ı güç bela uyandırıp masaya oturdum. Karadenizli biri olarak çay içmeden asla ayılamıyordum. Birazdan çocuklarda geldiğinde tostları yiyorduk. 'Ben bu işi çok sevdim, sıcak ev sıcak yemekler' diyerek karnını ovaladı Baha. Ona kızgınca baktığımda bunun dalgasını yapması hoşuma gitmemişti. Kayahan dirseğiyle çaksa da bişey değişmemişti. Baha hiçbir şeyin ciddiyetine varamıyordu. Bu sinir bozucuydu. Çayımı içerken kafam kendine geliyordu. Yemeğim bittiğinde onlar hala bitirememişti. Ben mutfağı toparlarken yemeklerini bitirip hazırlanmaya gitmişlerdi. Odadan ilk çıkan Barkın olmuştu. Peşine Baha ve Kayahan. Montumu giyip ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Şapkamı başıma geçirip çantamı omzuma aldım. Evden sırayla çıkarken şimdiden üşümeye başlamıştım.-
Okulun yakınlarında indiğimde soğuk hava bedenimi ürpertmişti. Bu durum o kadar canımı sıkıyordu ki. Neden saklıyorduk ki? Tamam bende Barkın'ı sevmiyordum, bu sözü istemiyordum fakat ona bu kadar da basit bir şeymiş gibi davranmıyordum.
Kalbimi yok sayıyordu, gururumu eziyordu. Üzülüyordum.
Belki belli etmiyordum fakat hangi insan yedirebilirdi ki? Ben ona yamanmış biri değildim! Kendi isteğimle bu iğrenç ötesi ortama girmemiştim. Ben yeterince kötüydüm, beni daha fazla hırpalamasına ne gerek vardı ki? Okulun girişinde Furkanla karşılaşmıştım. Selamlaştım. Okula birlikte yürürken buraya geldikten sonra değişen hayatımı düşündüm. Arkadaş edindiğime inanamıyordum. Dağhan dışında kimsesi olmayan bana neler olmuştu? Ankara bana ne yapıyordu? Furkan bugün seçtiğimiz hobi sınıflarına gideceğimizi söyledi. Müzik sınıfını bulup içeri girdim. Erken gelmiştim. Tek tük insan vardı. Çantamı rastgele atıp montumu çıkardım. Okulun içi çok şükür ki sıcaktı. Yinede peteğin yanına gidip camdan dışarısını izledim. Okulun en üst katıydı burası, muazzam bir manzarası vardı. Sakinlik kafamın içindeki düşüncelere hiç vurmuyordu. Tam her şey sakinleşti dediğimde beni alıp dışarı çıkarmıştı, ilgilenmişti ve her şey tepetakla olmuştu. Düzenimi bozmasına müsade etmeyecektim. Kötü davranmazdım fakat bu rahatlıkta sinirlerimi bozuyordu. Beni hiçe sayan bir adama neden öyle iyi davranıyordum ki? Kulağımdaki ritme odaklanıp gözlerimi kapadım.
Barkından mefret ediyordum!
Saftım, süzme saf. Bana yaptığını yeni yeni çözüyordum. Ve intikamım kötü olacaktı. Kesinlikle bana karışamazdı. Bu yüzden ileri gidecektim. Zilin sesi kulağıma dolduğunda tek kulaklığımı çıkardım. Birazdan hoca girince yerime geçip oturdum. Müziği kapayıp karşımda yaşı fazla genç olan adama baktım. Kumral tenli, uzun boylu biriydi. Neşeli ve enerjik oluşu beni canlandırmak yerine yıldırmıştı. İnsanları anlayamıyordum. Nasıl bu kadar mutlu olabiliyorlardı? Sahi, mutluluğun sırrı neydi?
'Merhaba Gençler' dedi gülümseyerek. Belediye çukuru gibi olan gamzesi aslında gülümsemeyi hak ettiğini belli etmişti. 'Çoğunuz beni tanıyorsunuz fakat yeni birisi var sanırım aramızda. Kendimi tanıtayım' diyerek sahnenin üstünde ki masanın üzerine oturdu. 'Ben Burak. Burak Soysal' diyerek gülümsedi. 'Müzik öğretmeniyim, aramıza katıldığın için mutluyum. Kendinden bahseder misin biraz?' desi hevesle. Bahsedemem dememek için kendimi tutup yayıldığım sırada oturuşumu düzelttim. Boğazımı temizleyerek başladım. 'Akçay Gençer. Vandan geliyorum' dedim. Bu sırada kapı çaldı. 'Barkın olduğuna eminim. Gel' diyerek seslendi öğretmen. Ciddi misiniz? Hayır gerçekten şanssızlığım diz boyuydu. Barkın içeri girdiğinde kafamda kurduğum cümleler de uçup gitmişti. 'Geç geç Barkın. Yeni arkadaşımızı tanıyoruz' dedi Burak Öğretmen. Barkınla bakışlarımız kesiştiğinde gözlerimi kaçırdım. Yanıma oturduğunda sinirlerim iyice hoplamıştı ama bunu saklayabilmiştim. 'Kendimden bahsetmeyi fazla sevmem, merak ettiğiniz bir şey varsa sorun' diyerek kısa kestirip atmak istedim. 'Neden geldin peki?' dedi. Bu kısım neden insanları bu kadar ilgilendirirdi ki? Yanımdaki adam yüzünden olduğunu bağırmak istedim. Herkes duysun istemiştim bir an. Sonra sakinleştim. 'Özel sebep.' dedim kısaca. 'Hmm anlıyorum. Enstrüman yada Dansla ilgileniyor musun?' dedi. 'Evet. Kemençe çalabiliyorum. Ve gitar. Çok az da piano var' dedim şaşırmıştı. Evet Doğudan geliyordum! Evet cahil değildim! 'Bale ve klasik danslarıda yapıyorum. Birde halk oyunları var' dedim. Zamanla yalnızlık beni boğdukça yeni hobiler edindim. Sürekli bir şeylerle ilgilenmiştim. 'Sen ciddi misin?' dedi hoca. Gülümsedim. 'Neden ki? Doğudan geliyor olmam cahil olacağım anlamına mı geliyor?' diyip saçlarımı arkaya attım. Bu hareketi neden yapmıştım? 'Yok hayır kesinlikle. Bende doğu çocuğuyum yanlış anlamanı istemiyorum fakat hiçbiri kolay şeyler değil' dedi samimi bir sesle. 'Bir şeyleri öğrenmeyi seviyorum bundan kaynaklı. Eğer bir şeyi öğrenmek istiyosam anında o işi kıvırırdım. Ve çocukluğumdan beri şarkı söylüyorum. Müzikle, notalarla olan bağım kağıt ve kalem ikilisi gibi diyebiliriz' dedim. 'Aramızda böyle birinin olmasından aşırı memnunum. Bize şarkı söyleyebilir misin? Yada enstrüman çalabilir misin?' dedi. Aslında toplu alan olarak birtek Manzarada yapardım bunu. Aileme bile yapmamıştım. Fakat Barkın beni o kadar çirkin ve başarısız hissettiriyordu ki kendimi kanıtlamak için oturduğum yerden kalktım. Sahneye doğru ilerlemeye başladım.
'Kemençeyi toplu ortamda çalmıyorum ama şarkı söyleyebilirim' dedim. 'Olur dinleyelim' dedi. 'Barkın ışıklandırmayı ayarlar mısın?' dedi hoca. Bana onun varlığını sürekli hatırlatmak zorundalar mıydı? Mikrofonu açıp bir iki ses denemesi yaptım. Heyecan yoktu. Daha fazla kişinin önünde de söylemiştim. Barkın ayıkken olmasa da onun önünde de söylemiştim. O gece! Lanet burnu yerine kafasını kırmalıydım.
'Şu fon müziği koyar mısınız?' dedim hocaya. Başını sallayıp telefonumu uzattım. Bu şarkı aklıma nereden gelmişti bilmiyordum. Ama söylemek istemiştim.
Ritmin başlamasıyla ayağımla hafif yere vurdum.
Şarkıya gireceğim yerde kısa bir süre Barkın'a baktım. Sonra kısa bir nefes alıp başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rönesans'
TienerfictieSonra unuttum işte, Mutlu olmayı unuttum, Yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi, Hepsini unuttum. Tüm duygularım, Bizans'ın Osmanlıyı sömürmesi gibi sömürülmüştü. '' Şimdi büyük bir dönemeçteydim, aslında her şey yeniden doğuyordu.'' ELANUR DALGIN onyedio...