Barkın kendini toparlayalı bir hafta olmuştu. Evde iki yabancı gibiydik. Okulda herkes köşesine çekilmiş artık bize dil uzatmıyordu. Boraya hala kırgındım fakat Çağrı ve Furkanın zorlamasıyla biraz biraz konuşuyordum. Şu sıralar bu sıradan hiç kalkmıyor edebiyat çalışıyordum. Edebiyatı seviyordum.
Yazmayı, okumayı sevdiğimden araştırmakta bir parçam olmuştu. Ve edebiyat, araştırma açısından ucu bucağı olmayan bir yapıydı. Fakat eşit ağırlık konusunda gerçekten emin değildim. Amcamla tartışmamın üzerinden günler geçmişti ve arayıp sormamıştım. Her şeyden uzakta sadece ders çalışıyordum. Sakinlik kafamı rahatlatıyordu.
En azından bir şeylerle boğuşmaktansa uzakta kalmak daha iyiydi. Gözlerim uyku istercesine sızladığında kitabı kapayıp başımı sıraya koydum. Gözlerimi kapattığımda karanlık beni kolayca çekmişti.-
Dürtülmeyle gözlerimi araladım. 'Bugün öğleden sonra seminer varmış öğretmenler yok dersler boş eve gidiyoruz' dedi Bora. Cevap vermeyip başımı sallamakla yetindim. Sanırım ona olan kırgınlığım elle tutulur biçimdeydi. 'Bugün bir şeyler yapalım mı?' diye bir öneri sundu çantamı toplarken Barkınla gözlerimi kesiştiğinde hayır imasını almıştım. Aslında onu dinlemem için bir sebep yoktu fakat bu sıralar o kadar soyutlanmıştım ki bir şeyler yapasım gelmiyordu. 'Eve gidip uykuma devam etmek istiyorum, başka sefer yaparız' diyerek kestirip attım. Bana yorgunca bakan Bora'nın tavırlarıma üzüldüğünü biliyordum ancak yaptığı basit bir şey değildi. Montumu üzerime geçirip şapkamı örteceğim sıra Barkınla sırtlarımız birbirine dokundu. Olduğum yerde kalırken şapkamı kapadım. Bora dalgın dalgın çantasını topluyordu. Başımı Barkına çevirdiğimde hadi işaretini vermişti. Sonrada sınıftan ayrılmıştı. 'Bora ben gidiyorum' dedim sadece. Bakışlarını bana çevirdi. 'Görüşürüz' derken ellerini koyacak bir yer bulamamış ceblerine sokmuştu. Sınıftan çıkıp merdivenleri adımlarken cehennem gibi geçecek olan günümü düşündüm. Yine test çözerim diye kendimi rahatlatmaya çalıştım fakat Barkınla aynı atmosferde olmak beni geriyordu. Keşke Van'da olsaydık. En azından böyle saçma sapan aynı evde kalmamıza gerek kalmazdı. O önümde ben arkasında yürüyorduk.
Okuldan çıktığımızda hava da kara bulutlar vardı. Yağmurun yağacak olması kendimi iyi hissettirmişti. Kötü olan bir ben değildim en azından. Telefonumdan önümde ilerleyen Barkın'a mesaj çektim.
'Ben biraz dolanmak istiyorum. Eve gelmeyeceğim' mesajım iletildiğinde okuldan çıkmıştık.
Kızılay'a gitmek istiyordum.
Nedense o cadde beni rahatlatıyordu. Kızılayda insan kalabalığının arasından sakince kulağımda hafif bir melodiyle yürümek, koşmak rahatlatıyordu.
Telefonum titrediğinde kilidi açıp mesaja baktım.
'Seni gezdirmemi ister misin?' Sadece baktım. Gerçekten mi?
Gözlerim mesaja odaklanmıştı. Olduğum yerde kalmıştım. Ayaklarıma komut veremiyordum. Barkınla aramın kötü olmasına o kadar alışmıştım ki. Gerçi şu bir haftadır sakindik, genel olarak muhattap olmadığımız için. Sanırım sinirlerimin bozulduğunun oda farkına varmıştı sonunda.
Telefon tekrar titredi.
'Yürüyecek misin artık?' kendimi annesinden gizli gizli sevgilisiyle buluşmuş fakat etrafta tanıdık olur diye sevgilisinden uzak yürüyen yeni yetme ergenle gibi hissetmiştim bir an.
'Olabilir' diyerek sonunda cevap verdiğimde bir yandan utanmış bir yandan merak etmiştim.
Beni nereye götürecekti?
Onunla ilk kez insani bir şeyler yapacaktık. Ve bu tuhaf hissettirmişti. Onu hiç tanımıyordum. Ne yapar ne sever bilmiyordum. Sözlümü tanımam için şuan bu hayatı yaşasam da onun dışında her şeyle ilgiliydim. Ondan da böyle bir teklif beklemiyordum hiçbir şekilde. Çünkü biz yolu baştan ayırmıştık. Fakat şimdi bunu yapmasını çözemiyordum. Ama yaptığı her neyse ayak uydurmayı planlıyordum. Bir şeyleri düşünmeyi Ankaraya geldikten sonra bırakmıştım. Bunca yıl yıprandığıma değmemişti çünkü. Umursamamazlık, sanırım kurtuluştu. 'Yanıma gelebilirsin Akçay' diye üçüncü mesajı attığında her şeyin bir rüya olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bu dediği neden bu kadar içimde bir yerleri rahatlatmıştı ki? Beni biraz olsun kabulleniyor muydu? Bu muydu beni iyi hissettiren? Adımlarımın hızını biraz arttırsam da yanına giden ben olmak istememiştim bir an. O benim yanıma gelmeliydi.
O adımlarını yavaşlattığında yan yanaydık. Etrafa bakındığımda çok işlek bir sokakta değildik. 'Nereyi görmek istersin?' dedi sonunda. 'Anıtkabiri görmek istiyorum, yakın mı?' dedim. Burada bildiğim tek yer orasıydı ve gerçekten merak ettiğim bir yerdi. 'Yakın fazla uzak değil. O zaman seçenek sunuyorum. Araba çocuklarda kaldı. Taksi mi, metro mu?' 'Metro' dedim. Toplu taşıma araçlarını daha samimi buluyordum nedense. Özel olan hiçbir şeyi sevmiyordum sanırım. Başıyla onayladığında yürümeye devam ettik.
Hala onunla bir şeyler yaptığıma inanamıyordum. Belki onun yerinde başkası olsaydı aramızdaki ilişki farklı olurdu bilemiyordum, kestiremiyordum. Fakat Barkının kişiliği diğer insanlarla kıyaslandığında farklı ve zor geliyordu. Tabi çok insan tanıdığımda söylenemezdi ama benim için durum böyleydi. Ve ben de çaba göstermiyordum. Bu işten kurtulmamızın imkansız olduğuna kanaat getirmişti belki de. Fakat ben hala bir şekilde kurtulacağıma emindim. Metro durağına geldiğimizde merdivenlerden indik ve Barkın kart basıp sonra bana uzattı. Bende basıp geçtiğimde tekrar yürüdük ve gelen metroya bindik.
Aşırı kalabalıktı.
Zaten Kızılay'da olupta kalabalık olmayan bir alan bulmak sanırım zordu. Demirden tutundum. Barkında yanımda duruyordu. Üzerime çektiğim kızların bakışlarıyla yeni düşmanlarıma merhaba dedim. Gerçekten Barkın da ne bulduklarını anlamıyordum. Hödüğün tekiydi.
Metro gittikçe kalabalıklaşıyordu. Bir kadın yerimi bir anda alıp demire tutunduğunda elim boş kalmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Barkın kolunu uzattığında tutunmadım. Dokunamak istememiştim. Ceketinden tutunduğumda bana doğru döndü. Homurdanarak kolunun tekini omzuma attı. Bu sayede düşmeden yaklaşık yarım saatte yolculuğumuz bitmişti. İndiğimizde heyecanlanmıştım bir anda. Merak ettiğim yerlerden biriydi.
Yürümeye başladığımızda gözlerim Barkına odaklandı. Elleri dar pantolonunun ceplerindeydi. Saçları dağılmıştı. Koyu renk ağırlıklı giyinmişti ve dışarıdan hoş duruyordu. Dalgın dalgın yürüyordu.
Ne düşündüğünü gerçekten merak etmiştim bi an. Bakışlarımı önüme çevirip karşımdaki manzaraya baktım. Mavi gözler zihnimde canlandığında ellerim kalbime gitti.
Saygıyla..
'Resmimi çeker misin?' dedim. Hafif gülümsüyordum. Başını olumlu anlamda salladığında yüzündeki düşünceli ifade canımı sıkmıştı ve resime hevesim kaçmıştı. Saçlarım salıktı. Beremi çıkarıp düzelttim. Ellerimi çapraz yapıp önümde bağladım. Ne tam gülümsedim ne de somurttum. Çizgi halinde dudaklarımla çekmesi için işaret verdim. Birkaç kare çekti. 'Gülümsesene biraz' dedi. Omuz silktim. 'Arkadan da bir poz alır mısın?' dediğimde onayladı. Arkamı döndüm. Sağ elimi kaldırıp Bozkurt sembolünü yaptım. Türk olmak, ne güzel şeydi. Barkın çektiğini söylediğinde teşekkür edip telefonumu aldım.
Sembolü hiçbir siyasi açıdan yapmıyordum. Zaten siyasetten de anlamazdım. Fakat bu sembolü merak edip araştırmıştım ve eski Türklerden beri bizim simgemiz olduğunu öğrenmiştim. Bu yüzden kullanıyordum.
Barkın bana Atatürk hakkında biraz bilgi verirken, bende etrafı inceliyordum.
O kadar sevinmiştim ki beni buraya getirdiğine saatlerce teşekkür edebilirdim.
Ziyaretimiz bittiğinde yürümeye başladık. 'Karnın acıktı mı?' dedi. Benimle gerçekten uğraşıyordu. Bu kendimi bir bez parçası gibi hissettirmiyordu ve bu hissi sevmiştim. Başımı olumlu anlamda salladım. Neden utanıyordum? 'Kedi gibi bakma bana' diyip gülümsedi. Bana gülümsemek mi? Barkının bugün kafasına gerçekten bir şeyler düşmüştü sanırım. 'Gel böyle' diyerek yolu işaret etti.
Birlikte bir pizzacıya geldiğimizde etraf sakindi. Bilerek böyle yerleri seçtiğini bilsem de vakit geçirerek çaba göstermesi bunu bastırıyordu. Yemek yedikten sonra gerçekten yorulmuştum. Ve uykum gelmişti. 'Başka yer görmek ister misin?' dedi. 'Uykum geldi' diyerek masaya başımı koyar gibi yaptım. Güldüğünde, 'Tamam o zaman eve dönelim' dedi. Başımı onaylar anlamda salladım. Yoldan bir taksi durdurduğunda sıcak araba buz kesen ellerimi yumuşatmıştı. Ben ellerimi birbirine sürterken Barkında yayılmıştı arka koltuğa. Myle yayılmıştı ki, iki kişilik yeri o kaplıyordu. Bende kafamı cama yaslayıp yolu izlemeye başladım. Barkının yaptığı bu jest beklediğim bir şey değildi. Ve buraya geldim geleli kendimi ilk kez iyi hissetmiştim. Trafik başladığında homurdandım. Telefonumu çıkarıp uğraşmaya başladım.
Akrep yelkovanı kovalarken, trafik akmıyordu. Omzuma düşen sert bir şeyle olduğum yerde kaskatı kesilmiştim. Barkının kafası omzumdaydı ve sanırım uyumuştu. Saçlarından gelen keskin nane kokusu burnuma dolduğunda şuan dışarıdan nasıl göründüğümüzü düşündüm. Mutlu bir çift gibi mi?
O omzumda rahatça uyurken benim düşüncelerle boğuşmam adil miydi? Beni neden sürekli çelişkiye düşürüyordu? Bugün yaptığı anlamsız geliyordu. Omzum kafasının ağırlığından ağrısa da çekilmek istememiştim.
Artık her şeyden yorulmuştum.
Hayatla boğuşmaktan, onunla didişmekten yorulmuştum. Akışına bırakıp ne olacağını görmek istiyordum. İyi davrandığo sürede iyi davranma kararı aldım.
Belki alttan alırsak bir şeyler daha kolay olabilirdi.
Derin bir nefes aldım ve bende gözlerimi biraz kapadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rönesans'
Teen FictionSonra unuttum işte, Mutlu olmayı unuttum, Yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi, Hepsini unuttum. Tüm duygularım, Bizans'ın Osmanlıyı sömürmesi gibi sömürülmüştü. '' Şimdi büyük bir dönemeçteydim, aslında her şey yeniden doğuyordu.'' ELANUR DALGIN onyedio...