bö-13

44 1 0
                                    

Sıranın üzerindeki testi öylece izliyordum. Konularım çoktan bitmişti. En azından ygs için. Fakat normalde eşit ağırlık değildim. Ve Fen'i bitirmiştim. Sosyali değil. Önümdeki coğrafya sorularını buruşturmamak için kendimi tuttum.
En sevmediğim dersti.
Başımda hoca dikildiğinde aldırmadım. Elimde çevirdiğim kalemime odaklıydım. Oda pek bir şey dememişti zaten. Amcamın hala aramaması sinirimi bozuyordu. Sayısala geçmek istiyordum!
Eşit ağırlık benim yapabileceğim bir alan değildi kesinlikle. Sinirlerim yine gerilmişti. Ayaklarımı sallarken Bora ayağını ayağıma sürttü. 'Dur artık, sıra devrilecek' dedi. Hiçbir şeyden haberi olmayan tek arkadaşım. Başımı sallayıp bir şey demedim. 'Biraz konuşmak ister misin? Dalgın görünüyorsun' dedi. Belkide şuan konuşmak ihtiyacım olan tek şeydi. Fakat yapamazdım. İçimdeki hiçbir gerçeği ona dökemezdim. 'Dün o yağmurda o tiple dışarı çıkmanı ne sağlamış olabilir?' diyerek sessizliği tekrardan bozdu. Omuz silktim. Verecek hiçbir cevabım yoktu. 'Ailevi bir durum. Sıkıntılı biraz bilirsin doğu kesimi zor' dedim ve geçiştirdim. Konuşmam bile zorlaşıyordu yalan söylerken. Beni buna mahkum bırakam çocuk yan sıramdaydı. Normal şartlarda ağız burun girişmiş olmalıydım. Fakat bu söz işi hayatımda bir çağı açıp diğerini kapamış gibiydi. Daha olgun, oturaklı, sakindim. En azından bazı tavırlardan kaçınıyordum. Fakat bu beni fazla yoruyor ve yıpratıyordu. Daha öncesinde canımın hiç böyle yandığını hatırlamıyordum. 'Yeni tanışmış olsakta şu okulda güvenebileceğin sayılı insanlardanım ve hep yanındayım unutma' dedi. Böyle durumlara alışkın değildim. Birilerinin benimle arkadaş olmasına yada bunun için çaba göstermesine. Geldiğim yerde hiçbiri kalkıp yanıma gelmezdi bende onlar için çabalamazdım. Çoktan yolumu belirlemiştim çünkü. Dağhan dışında hiç kimseye ihtiyacım yoktu. Fakat bir an da o da elimden alınınca, kalıvermiştim. Onunla buraya geldiğimden beri düzgün konuşamıyordum. İyi gelmiyordu. İlk kez iyi gelmiyordu. Kalbim sancıyordu. Abimi özlemiştim!
Derin bir nefes aldım. Boraya cevap vermeyi unutmuştum. 'Teşekkür ederim' diyebildim burukça. Omzumu sıktığında burada tek değilim diye düşündüm. İki günde de olsa gayet yakın ve sıcak davranmıştı bana. Hemde benden hiç yüz bulamazken. 'Teneffüste benimlesin itiraz kabul etmeyeceğim. Burada kendi kendine oturmana izin vermiyorum' dedi şebekçe gülerek. Omzuna hafif vurdum. 'Bak sen?' diyerek güldüm. 'Hah kızım bu ya bu. Gül işte niye saklıyosun gülümsemeni' dedi. Şaşkındım. Gülmüştüm. Fakat hiç gülümsemeyen biri değildim ki. Tebessüm ederdim çoğunlukla. 'Dışarıdan nasıl biri gibi duruyorum?' diyerek sordum. Gerçekten merak etmiştim. Dersten çoktan kopmuştuk. Bana doğru dönüp konuşmaya başladı ve taklit etmeye. 'Bak şu kapıdan bi giriyorsun tamam mı? Sanki küçük dünyaları sen yaratmışsın. Arkandan böyle dumanlar yükselicekmişte kırmızı halı serilicekmiş gibi' dedi güldü. 'Sonra bak şöyle bi duruşun var' ağzını düz yapıp gözlerini dikleştirdi. 'Bana yaklaşmayın da isterseniz dünyayı yakın der gibi' dedi güldü. 'Ama arada tek kaşın istemsizce kalkıyor haberin olmadığına eminim. Düşünürken falan. O zaman bile asil duruş sergiliyosun kızım' dedi gülüp. 'Hayır ben erkeğim ben böyle ağır, havalı olsam neler düşürürüm' diyip pis pis güldü. Omzuna vurup güldüm. 'Hiçte bile ben gülümseyen biriyim' dedim inatla. Olmadığımı bilsem de buna inanmak istiyordum. 'Hadi ama Akçay. Elinde olsa beni bile iki kaşık suda boğacak bir tipe sahipsin' dedi. 'Ya inanamıyorum sana ben öyle biri değilim. Hep yanlış yargılarda bulunun zaten' diyerek somurttum. İnsalar beni hiçbir zaman tanımak istememişti. Hep ön yargılarıyla bi kenara atmıştı. Hayatımda iyi olan bir şeyler bulamıyordum. Fakat artık iyi olan bir şeylere ihtiyacım vardı.
Ruhum emiliyordu ve tutunacak bir dalım kalmamıştı. Tutunduğum son hayalimi de kendi ellerimle yakıp yıkmıştım.
Kırgındım. Hayata, yaşadıklarıma, hissettiklerime. Ruhum yorgundu. Bedenim bitmişti artık.
Ne yapacağımı bilemiyordum. Boranın içtence gülüşüne gülümsemek istedim o an. Rol olmayan, doğal bir gülümseme. Hiçbir tamamen iliklerime karar mutlulukla dolup, gülümseyememiştim. Gülüşlerim hep tebessümde kalmıştı. Mideme vuran ağrı artık strese karşı hiçbir tahammülümün olmadığını belirtiyordu belki de. Boranın gözlerine baktığımda beni kendine çekip bastırdı bir anda. Saçlarımı karıştırırken burnum sızlıyordu. Dağhan.
Elim belinde kala kalmıştı. Ne kendimi çekebilmiştim, ne de karşılık verebilmiştim. Ama şuan kendimi fazla iyi hissettirmişti. Birinin artık yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Yavaşça geri çekildiğimde utançla başımı farklı yöne çevirmek istedim. Barkının delici bakışlarını üzerimde hissedince yerimde kıpırdanıp önümdeki defteri izlemeye başladım. 'Yanlış bir şey yapmadım değil mi?' dedi Bora. Ona dönüp tebessüm edip önüne düşen saçını çektim. 'Hayır aksine iyi hissettirdi' dedim. Evet iyi hissettirmişti. Bunca yıldır duygularımı bastırıp ot gibi bir hayat yaşamıştım. Aşkı, dostluğu hiç tatmamıştım. Kimseye güvenmemiştim ve berbat bir haldeydim. Artık yaşadığımı hissetmek istiyordum. Kahkaha attığında aslında gülmenin tatlı bir sempatisi olduğu kanısına vardım. Ama ben güldüğümde bu durum değişir miydi bilmiyordum. Ben konuşmaktan bile uzakta biriydim.  'Uyumak istiyorum' diye mırıldandım. Düşünmek beni yoruyordu. 'Zil çalacak çocukların yanıma ineceğiz' dedi azarlayarak. Homurdanıp dudaklarımı büzdüm. Omzuna yaslanıp elimde kalemi çevirmeye başladım. Dağhanla yolculuk yaparken de hep omzuna yattığımı hatırladım. Borayı onunla kıyaslamayı bırakmalıydım. Ve Dağhan için onunla arkadaşlık kurmamalıydım. Onunla gerçekten arkadaş olmak istiyordum. Barkın ve arkadaş grubuna imrenerek bakıyordum. Çünkü hiçbir zaman böyle arkadaş grubum olmamıştı. O kadar güzel samimiyetleri vardı ki. Bir an Bora ve arkadaşlarıyla öyle olduğumu düşündüm. Tabularımı yıkabilirdim. İstemediğim bir hayata düştüysem özgürce, hiçbir şeyi önemsemeden sonu ne olur diye düşünmeden davranabilirdim. Bunca yıldır düşünüp sadece kendimi hırpalamıştım. Gerçek aşk falan yalandı.
Aşk diye bir şey yoktu.
En azından bu saatten sonra benim kitabımda yoktu.
Düşüncelerimden çekip çıkaran zilin sesiydi. 'Hadi hadi' diyerek sürükledi Bora. Bu çocuğun enerjisi beni benden alıyordu. Merdivenleri hızlı hızlı adımlarken onu durdurdum. Heyecandan ölecek gibiydi. 'Bora biraz sakin olabilir misin? Geleceğim kaçmıyorum' dedim sonunda. 'Bir an heyecanlandım neden bilmiyorum' deyip belediye çukuru gamzelerini ortaya serdi. Güldüm bu haline ve koluna girip bahçeye indim. Çardaklardan birine ilerlediğimizde dün gördüğüm çocuklar olduğunu anlamıştım. 'Biz geldik' dedi Bora. Çocuklar oturuşunu düzeltti ve Bora gibi sıcak gülümsemelerle kendilerini tanıtmaya başladılar. 'Ben Furkan' diyerek elini uzattı esmer olan. 'Bende Çağrı' dedi sarıya çalan saçlarını savuran. 'Akçay' diyebildim. Alışık değildim kesinlikle geriliyordum. Dudaklarımı ısırıp etrafı izlemeye başladım. Karşı çardakta sözlüm oturuyordu. Çevresinde dört beş çocuk iştahlı iştahlı konuşurken arada bakışları üzerime değiyordu. Çocuklar benimle konuşmaya başlayınca ondan dikkatimi çektim. 'Hangi takımlısın?' dedi Furkan. Umutla bana bakarken oluşturacağım hayal kırıklığını düşündüm. Üzerimdeki hırkanın önünü açtım. 'Bordo maviiii' diyerek kahkaha attığımda bozulmuştu. ' Maç geliyor aslanım' diyerek ona takıldım. Çağrı bana tuhaf bakışlar atarken Bora omzumu sıkmıştı. 'Ge li yo ruz!' diye sesimi yükselttim. 'Tabi tabi yıllardır geliyorsunuz bir gelemediniz' dedi Furkan. Boynunu sıkıp, 'Benim düşmanım olmamak için Trabzonumun karşısında önlerini iliklemen yeterli' dedim tek kaşımı kaldırıp. Bana şaşkınca baktığında Bora bizi ayırdı. 'Kanka ben sağlığın için aranızı düzgün tutayım da' diyip güldü. Furkan şaşkınlıktan çıkamıyordu. 'Şaka yaptım şaka' diyerek boynunu sıktım. Elimin ağır olduğunu biliyordum. Çağrı bize gülerken şuan bulunduğum durumun şaşkınlığına gülümsedim. Arkadaş edindiğime inanamıyordum. Beni aralarına almışlardı. Tabularım onları rahatsız etmemişti. Duruşumdan davranışlarımdan rahatsız olmamışlardı. Bu hoşuma gitmişti. Zil çaldığında Borayla çardaktan çıktık. Onların beden dersi olduğu için şanslılardı. Merdivenleri birlikte çıkarken aramızda sessizlik hakimdi. Kendimi tuhaf hissediyordum. Arkadaş edinmek tuhaf hissettiriyordu. Bizim kapıya geldiğimiz sırada saniyeler içerisinde zincirleme bir kaza meydana geldi. Bora bir anda üzerime çullandığında birlikte yere kapaklanacakken Bora kapıya tutunmuştu. Biride belimden tutup düşmemi engellemişti. Sinirle belimden tutana yumruğumu kaldırdığım sırada duraksadım. Dudakları çizgi halinde ve ağır bakışları gözlerimdeydi. Düşeceğimden korksam da kimsenin bana dokunmasına izin vermezdim ve onu son anda fark etseydim bu kez burnunu kesin kaybederdi. Sınıftan çığlık kopmuştu. Olayı şaşkınlıktan kavrayamamıştım. Ama Boranın, 'Akçay sen iyi misin?' diyerek beni çektiğinde transtan çıkmıştım. Barkın ağır ağır yanımdan uzaklaşırken içimdeki korkuyu ve şaşkınlığı bastırmak istedim. İçerlerim gümbürdüyordu. Bana dokunduğunda yaşadığım şoktan çok bakışları beni rahatsız etmişti. 'Evet iyiyim' diyebildim sonunda. Sınıftan çoğalan uğultu başımı ağrıtmıştı. 'Ya çok özür dilerim' dedi tanımadığım bir kız. Sarı saçlarını bir omzunda toplayıp yanıma gelerek. 'Erkek arkadaşımla koştururken çarptım Boraya. İyisin değil mi?' dediğinde tüm saçmalıkların beni bulduğuna inanamadım. 'İyiyim' dedim. Ama Bora benim üzerime gerçekten düşseydi ölüm çıkardı sanırım. 'Bora iyi ki tutunabildin' dedi. 'Tamam Çağla sorun yok' dedi Bora. Ama sesinde tuhaf bir ton yakaladım. Bunu sonra konuşabilirdim. Yaşadığım şoku atlatmak için sıraya yürüdüm. Bora yanıma oturduğunda bakışlarım Barkın'ı bulmuştu. Telefonuyla uğraşıyordu. 'Buda arada iyi biri olabiliyor, seni tutmasaydı kötü şeyler olurdu' dedi Bora. Belimden tuttuğu anı hatırladım. Midem karıncalanırken, 'Teşekkür etmeli miyim?' dedim durgunca. 'Gerek yok. Barkın o tip biri değil. Sevmez samimiyeti' dedi Bora. Tek kaşımı kaldırıp onu süzdüm. Evde edebilirdim. Beni tuttuğunda yeterince kilitlenmiştik ve bir şeyleri belli etmek istemiyordum. O isteyene beni kabullenene kadar hiç kimse hiçbir şey bilmeyecekti. Bende onu kabul etmiyordum ama saklamayı da saçma biliyordum. O ve ben biliyorken dünya bilmesin ne değişirdi ki?
Başımı sıraya koyacağım sırada içeri öğretmen girdi.
'Ders ne?' dedim yorgunca. 'Matematik' dedi. Buna sevinmiştim. Önüme defteri açıp derse odaklandım.

Rönesans' Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin