Başımı sıradan kaldırdığımda herkes toparlanıyordu. Ciddi misiniz? Ne ara bu kadar uyumuştum ben? Bedenimi hala kırgın hissediyordum. Ve karnım kurt gibi acıkmıştı. Eşyalarımı toparlayıp deri ceketimi üzerime geçirdim. Yağmur taneleri cama vururken pantolon ve polar giymeyi akıl ettiğim için kendimle gurur duydum. Beremi başıma geçirip saçlarımı düzelttim. Üzerimdeki yoğun siyah rengi sanki ruhumdaki tüm kasveti yansıtıyordu. Gözlüklerimi takıp kulaklıklarımı ayarladım. Şu yağmurda yürümek, sırılsıklam olmak istiyordum. 'Yarın görüşürüz cadı' dedi Bora. Çabuk samimiyet kuran biriydi anladığım kadarıyla. Başımla selam verdim. 'Fazla ıslanma dikkat et' diyerek hırkasının şapkasını başına geçirdi. Başımı sallayıp kulaklıklarımı taktım. Müzik seçemeden zil sesi duyulmuştu. Herkes hızla dışarı çıkarken ben beklemiştim. Son olarak Barkınların peşinden çıkıp ellerimi cebime soktum. Kulağımdaki müziğe odaklanıp onların peşinden yürüdüm. Ayağımdaki sporlarımı incelerken her şeyimin eksik olduğunu fark ettim. Eşyalarımın hepsini getirme imkanım olmamıştı ve havalar da bozmuştu. Montum bile yoktu. Zaten kış alışverişine de çıkma şansım olmamıştı. Bana harçlık verilmediğini de göz önüne aldığımda sinirimden kudurmuştum. Telefonumu elime alıp amcamın mesajıma verdiği yanıtı okudum.
Yabancı'dan;
Akçay, fazla hırçın davranıyorsun. Bir sakinleş artık. Akşam arayacağım seni. Öpüyorum. Dikkat et. Başını yerden kaldırma.
Homurdanıp cebime geri attım. Okuldan dışarı çıktığımız anda sırılsıklam olmuştuk. Herkes çoktan koşturup gitmişti. Bahçe sakindi. Çaktırmadan peşlerinden ilerlerken Barkının beni mecbur bıraktığı bu duruma isyanlar savurdum.
Bir an önce on sekiz yaşıma girmeyi diledim. Sadece üç ayım kalmıştı. Sabrediyordum. Reşit olduktan sonra birşeyleri zorlayabilirdim fakat şuan kanunen de aileme mahkumdum. Elim kolum bağlıydı.
Ceketin önünü çekip iyice sarındım. İki dakika içinde donmuştum. Bu arabayı bu kadar uzağa park edicek ne vardı?
Ben vardım değil mi?
Benden bu kadar nefret etmesini, gizlemesini kabullenemiyordum. Düzgün bir açıklama bılamıyordum. Gururum zedeleniyordu.
Sonunda ara sokağa saptığımızda sakin bir yerdi. Bi iki adım sonra durduk. Kayahan sürücü koltuğuna geçerken, Baha ön koltuğa oturmuştu. Barkın da benim yanıma oturmuştu. Kapıyı kapatıp ellerimi birbirine sürttüm. Aralarında bişeyler konuşuyorlardı ama duymuyordum. Sesi daha da yükselttim. Benden nefret etmeye cesareti vardıysa yapacaklarıma da cesareti olacaktı.
Titreşen cama başımı yaslayıp, özgürce uçuşan yağmur tanelerini izledim. Yağmurlu havalarda genelde ıslanmayı tercih ederdim. Tek başıma saatlerce yürüyebilirdim. Sanki yağmur içimdekileri alıp götürecek ve ferahlık verecek gibi.
Saçlarımdan sızılan sular yanaklarımı ıslatıyordu. Klimayı açmışlardı ellerimin uyuşukluğu açılırken üşümek istiyordum. Soğuk bedenime ve zihnime iyi geliyor gibiydi. Yada hepsi benim bir kuruntum.
Dinlediğim şarkının sözleri çok içten söyleniyordu. Gözlerimi kapadım ve kendimi şarkıya bıraktım.
Ailem beni ezip geçmişti. Hayatımın en büyük kararını bana sormadan verdiklerine inanamıyordum! Sırf Barkınla aynı sınıfta olmam için yaptıkları bu saçmalık nasıl bir hadsizlikti?
Şu saçma yerde bir başıma cebelleşirken acaba ne kadar umurlarındaydım? Kendimle alay ettim.
Hiçkimsenin umrunda değilsin.
Dağhan dışında kimsen yok senin kızım.
Amcan bile geçiştirdi.
Amcama olan kırgınlığım.
Beni o gün nasıl yalnız bırakabilirdi ki?
O adam alnımdan öptüğünde bir ilkti. Mideme vuran ağrıyı yok saydım. Başımdan kaynar sular dökülüyordu. Yanaklarımı ellerinin içine aldığı anı hatırladım.
Ona karşı o kadar savunmasız bırakılmıştım ki lanetler okudum.
Avuçlarımı sıkıp göğsüme bastırdım.
Geçecek.
Hepsi bir gün geçecek.
Allah mazlumu görür.
Kendimi güçlü tutmaya çalışıyordum. Araba yavaşladığında gözlerimi açtım.
Kulaklıklarımı taktığımda farklı bir dünyaya geçiş yapardım. Burayı tamamen unutmuştum. Ellerimi sıktığımı, göğsüme bastırdığımı hiçbirinin görmemiş olduğunu diledim. Yan tarafıma baktığımda Barkın koltuğa yaslanmış, uyuyor gibiydi. Çocuklarsa kendi aralarında konuşuyorlardı. Araba tamamen durduğunda kapıyı açtım. Soğuk hava yüzüme vurduğunda açılmıştım. Barkını bırakıp çıktığımda çocuklar bana bakıyordu. Uyandırmamı bekleyen bir halleri vardı. Omuz silkip arkamı döndüm.
Utanmasa beni yerden yere vuracak adama iyi mi davranacaktım? Asla!
Merdivenleri adımlarken gözlerim sinirle dolmuştu.
Benim bu binada hiçbir yerim yoktu.
Bu evde.
Bu adamın yanında hiçbir yerim yoktu.
Binadan içeri girerken arkamdan gelen üçlüyü gördüm. Asansörü bırakıp merdivenleri çıkmaya başladım. Yüzlerini gördükçe, aynı havayı soludukça sinirlerim bozuluyordu.
Uzun merdivenleri çıktığımda kapı aralıktı. İçeri girip kapıyı kapattım. Islak ceketimi ve şapkamı çıkardım. Fazla biten sporlarımı da dik şekilde süzülmeleri için kenara bıraktım. Banyoya girerken aralarında tek ıslağın Barkın olduğunu gördüm. Diğerlerinin şapkaları olduğundan fazla etkilenmemişlerdi. Hasta olup bana düşmesini diledim bir an. Sonra kendime kızdım. Ben böyle biri değildim. Kesinlikle bu kadar cani, insafsız değildim. Banyoya girip bi havluyla saçımı kuruladım. Ve sardım. Bir havlu da elime alıp derin nefes aldım. Ne olursa olsun. O bir insandı.
Belki o acımasız kötü biri olabilirdi ama ben eski Akçay olmayacaktım.
Ben tüm kötülüklerimi aşmıştım.
Ben namaz kılan biriydiysem bazı şeylerin ağırlığına varmam gerekiyordu.
İçeri yürüdüğümde hepsinin bakışı bana döndü. 'Saçlarını kurut başına ağrı yapar, üşütürsün' dedim. Dudakları şaşkınlıkla aralandığında çocuklarda dikkatle bana bakıyorlardı. Yanaklarım kırmızıdan bordoya dönmüştü. 'Biliyorum çok güzelim ama bu kadar sevap yeter sana al şunu' diyerek üstüne atıp utandığımı saçmalayarak sakladım. Çocuklar gülerken bana surat yapmıştı. Omuz silkip odadan çıktım. Mutfağa girdim. Param fazla olmadığı için bişeyler almıyordum ve çok acıkmıştım. Dolabı kurcaladım canım hiçbir şey istemiyordu. Bir bardak soğuk su doldurup dikledim. İçim yanıyordu. Ömrüm yanıyordu. Hocanın dedikleri zihnimde dolanıyordu. Babamın yüzükler takılırken ki bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Gözlerim dolu dolu olduğunda Barkının bana olan tavırlarını düşündüm.
Yaşadıklarıma rağmen hala güçlü olmaya çalışıyordum. İyi biri olmak istiyordum. Eskiye dönmemek için çabalıyordum. Gerçekten bu işin sonucunu merak ediyordum. Ne amcamdan ses çıkmıştı ne Dağhandan. Geleli kaç gün olmuştu. Dört duvar arasında kısılıydım. Gözümden bir yaş sızıldığında bir bardak daha su içtim. Sanırım tüm hayallerimin ardından soğuk su içmeliydim.
Kaybetmiştim.
Bardağı tezgaha koydum. Gözlerimden akan yaşları silip burnumu çektim. Derin nefes alıp arkama döndüğümde bir bedene çarptım. Artık tanıdığım bu koku, içimde bir yerleri karıncalandırmıştı.
Canım yanıyordu.
Başımı kaldırmak istemedim. Gözlerim tekrar tekrar dolacaktı biliyordum. Dibimde ne işi olduğunu sormak istesem de sesimin kırık çıkmaması için sustum.
Ona karşı tek alfabem sessizlikti. Kelimelerim gözlerime düşüyor, orda asılı kalıyordu. Yanından geçmeye yeltendiğimde kolumu tuttu. Gözlerimi sıktım.
Bir anda elini çektiğinde bilerek yapmadığını anladım. İçimdeki kinden güç alıp başımı yüzüne doğru kaldırdım. Soran bakışlar attığımda ağzını açıp kapattı. Bir iey demediğinde onu orada bırakıp yanından geçtim.
Odaya girdiğimde kapıyı kapattım.
Bana baktığında bile ağlama hissiyle dolup taşıyordum. Kapıya yaslanıp yere doğru kaydım. Gözlerimden akan yaşları bu kez bıraktım.
İçim sökülecek gibiydi.
Hayata karşı fazla kırgındım. Artık kendimi tartamıyordum. Hareketlerim, davranışlarım bile isteğim dışında gelişiyordu.
Borayla arkadaş olmam kesinlikle normal şartlarda yapacağım bir şey değildi. Ben kendi kabuğunda yaşayan biriydim. Kalabalıktan kaçıp, odasına sığınan biriydim. Geceleri estirip, sabaha hırçınlığını söndüren dalgaydım.
Ben karadenizin haşin dalgasıydım. Bir anda kudurur, bir anda sönerdim.
Bir an delirir bir anda sakinleşebilirdim.
Buradaki hayatım yalanlar, mecburiyetler üzerine kuruluydu. Kendimi çoktan salmıştım. Önümdeki sınavsa aklımdan çoktan çıkıp gitmişti. Hiçbir şeye inancım, güvenim kalmamıştı. Sadece üç ayım vardı kurtulmaya. Şimdi nasıl dönebilirdim bu işten? Evet yüzüğü çoktan onun eline koymuştum ama bu hiçbir şey değiştirmiyordu. Bunu biliyordum.
Kollarımla bedenimi sarmaladım.
Akan burnumu çekip yaşlarımı sildim. Yağan yağmur tanelerini izledim bulanık gözlerimle. Onlar kadar özgür olmak istiyordum. Artık özgür bir hayat istiyordum.
Yanıp, tutuşuyordum. Kül olup yok olacaktım. Kimsenin umurunda değildim.
Boğazıma bir şey oturmuştu. Yutkunamıyordum. Burnumu çeke çeke içlenerek ağlamaya devam ettim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Hayatımın nasıl şekil alacağını bilmiyordum. Öyle bir şeye düşmüştüm ki çıkış yoktu. Yerimden kalkıp camın önüne ilerledim. Koltuğa yayılıp gelen geçen insanları, karanlığın sinmeye başladığı sokakları izledim. Kulaklığımı takıp kendimi saldım. Yaşlarımın ardı arkası kesilmezken öylece duruyordum. Krizde geçirmiyordum ama iyi de değildim.
Barkının duyup duymaması umurumda değildi. Belkide bu kadar yıprandığımı görse üzerime böyle gelmezdi. Bir ihtimaldi ya? Evet ihtimallere kalmıştım. Bu kendimi aciz hissetmemi sağlıyordu. Boğazıma dizilen bir şeyler vardı. İçinden kopamadığım.
Ve bu ev, bu oda beni boğuyordu. Daha fazla dayanamadım. Yerimden kalktım. Dolabın karşısına geçtim. Kot bir pantolon ve kalın bir polar geçirdim. Beremi takıp çantamı aldım. Odadan sessizce çıkıp ıslak ayakkabılarımı giydim. Kapıdan sessizce çıkıp kulaklıklarımla bütünleştim. Evde kalamıyordum.
O ev, beni basıyordu.
Her an üzerime gelecekmiş gibi hissediyordum.
Yolda yürürken bilmediğim yerlere girmiştim. Yağmur beni ıslatırken kendimi özgür hissetmiştim.
Sırılsıklam olana kadar yürüdüm.
Müziğimle birleşip bambaşka dünyaya kapı açmıştım.
Hayal dünyamın kapısı aralandığında duraksadım. Son kurduğum hayali hatırladım. Hayatımdaki boşluğu anımsadım. Ben anne olamayacaktım. En büyük hayalim sönüp gitmişti. Yaşama karşı olan tek umudum. Hevesle koştuğum bebeğimin başında onu gördüğümde o hayalimde kül olup gitmişti ellerimden. Daha olmamış bebeğim için içim burkuluyordu. Olduğum yere durup kalmıştım. Hayatımı bu kadar sömürdüklerine inanamıyordum. Elimden bir şey gelmeyişine katlanamıyordum. Her yerimden su fışkırıyordu. Ara bir sokaktaydım ve sessizdi. Kimse yoktu. Belki akşam saatindendi. Ama ürkmüyor değildim. Buralar bizim oralar gibi değildi. Barkın özellikle uyarmıştı. Saate baktığımda sekizdi. Etrafıma bakınıp yolu düşündüm. Hiçbir zaman tam çözememiştim. Ankaranın birbirine açılan sokaklarından yorulmuştum. Geldiğim gibi yürümeye başladım. En azından işlek caddeye çıktığımda içim biraz olsun rahatlamıştı.
Birilerinden korkmazdım.
Kız erkek normal şartlarda kolayca alt edebilirdim. Bir sürü sokak dövüşünün yanı sıra Van gibi bir yerde gecelerimiz fazla sakin geçmezdi. Pratiğim çoktu. Ama alkollü birileri gelse ve fazla kişi olsalar atlatamazdım. Dağhan olsa evet alayı gelsin. Ama tekken hepsini atlamazdım.
Bu yüzden uslu olup caddeden yürümekte fayda vardı. Barkının, 'ben demiştim' uyuzluğunu ve azarını gerçekten çekemezdim. Yolda yürürken etrafımı inceledim. Barkın beni hiç gezdirmemişti. Hep kendim gezmiştim ve bu kısma yolum düşmemişti. Fakat canlı bir yer gibiydi. Etrafıma bakınırken gördüğüm spor salonu derdime çareydi sanırım. Hızla içeri girdim. Gerekli şeyleri öğrenip bir ön kayıt yaptırdım. Ücreti belgelerle birlikte alacaklarını söylemişlerdi. Bende bu sürede amcamdan alırdım zaten. Oradan çıkıp yürümeye devam ettim.
Yağmur birazda olsa durulmuştu. Fakat her yerim sırılsıklamdı ve üşüyordum.
İleride gördüğüm silüet duraksamamı sağladı. Boraydı bu. Yanında bugün okulda gördüğüm çocuklar vardı.
Ondan beni bırakmasını isteyebilirdim. Fakat Barkının evini illaki biliyorlardı ve ben zaten yolu bilmiyordum.
Tanımamasını umarak yürümeye devam ettim. Kulağımdaki müzikle yoluma devam ederken korktuğum oldu ve kolumdan tuttu. Başımı kaldırdığımda gülümseyemesem de şaşırmış gibi yaptım. 'Akçay?' dedi şaşırmış gibi. 'Bora' diyebildim zar zor. Kulaklığımın tekini çıkardım. 'Nereye böyle? Sırılsıklam olmuşsun' dedi. Üzerime baktığımda hissettiğimden daha fazla ıslak olmalıydım. 'Ya acelem vardı bir anda çıkınca bişey giyinmemişim' dedim toparlayarak. Acilen alışveriş yapmalıydım. 'Al bunu giyin benim arabada var bir tane daha' diyerek üstündekini çıkardı. 'Hem yağmur da durdu zaten hadi' diyerek zorla montunu giydirdiğinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Çocuklar biraz ileride duruyordu. 'Ya gerek yok gerçekten teşekkür ederim' dedim. Eve bir erkek montuyla girdiğimde olabilecekleri düşünüyordum. 'Beni kızdırma bence sen kötüysen bizimde var kendimizce' diyerek güldü. Hafif tebessüm ettim ve tekrar teşekkür ettim. Biraz büyük olmuştu. İçinde kaybolmuştum. 'Halime bak babasının montunu giyen küçük çocuklar gibiyim' diyerek kollarımı kaldırıp güldüm. 'Hahaha' diyerek kahkahayla güldüğünde tebessüm ettim. Bora gerçekten fazla enerjik biriydi. Benim tam tersimdi. Karşı yolda Barkın gözüme çarptığında duraksadım. Borayla bana bakıyordu. Ellerimi indirdim. Belli etmemeyi umarak, 'Yine de çok teşekkürler bunu unutmam' diyerek güldüm. 'Eve mi gidiyorsun bırakalım?' dedi. Dudaklarımı ısırdım. 'Yok bir arkadaşıma gideceğim siz yolunuza bakın okulda görüşürüz' dedim. 'Tamamdır ufaklık' diyerek şapkamı bozdu. 'Ufaklık değilim' diyerek bozuk yaptım. Güldüğünde konuşma uzadıkça Barkının bakışları değişiyordu. 'Hadi geç kalıyorum lan tutma beni' diyerek omzuna vurdum. 'Omzum çürüdü' diyerek güldüğünde el sallayıp uzaklaştım. Işıklardan geçtiğimde onlarda yoluna devam etmişti. Boranın montunun içinde ısınırken Barkına yürüdüm. Bana dik dik baktığında hiçbir şey demeden yürümeye devam ettim. Beni bir anda bir ara sokağa çektiğinde korkuyla titredim. Ama belli etmemek için kolumu ondan kurtardım. 'Ne yapıyorsun lan?' diyerek onu duvara ittirdim. 'Ne işin var onunla? Bir günde montunu giyecek kadar nasıl samimi olabiliyorsun' derken küçümsemişti. Oysa Bora benim ilk arkadaşımdı ve arkadaşlıklar hakkında fazla bilgim yoktu.
'Nesi varmış Boranın?' diyerek ifadesizce konuştum. 'Sözlüne karşı bir günlük çocuğu mu koruyorsun' diyerek sinirle saçını çekiştirdiğinde güldüm alayla. 'Bir sözlüm değilsin. O sadece rol. İkincisi sen kaç günlüksün?' dedim. İleri gidip gitmediğim umurumda değildi. Yaptıklarımı yada yapacaklarımı sorgulayabilecek biri kesinlikle değildi. Üzerime yürüyüp duvara yaslanmamı sağladı. Ellerini kenara koyup sadece baktı bir süre. 'Beni zorlama' dediğinde o kadar yakınımdaydı ki nefesindeki sigara kokusunu almıştım. Gözlerimi gözlerine dikip tek kaşımı kaldırdım. 'Hadi ya? Bak sen' diyerek omuzlarından ittirdim. 'Benden uzak dur Barkın' diyerek sinirle soludum. 'İstediğin gibi senden uzaktayım. Bana yaklaşma anladın mı? İlgilenme!' diyerek daha sert ittirdim. Dengemi bozuyordu! Aptal herif ne olacaktı. Geri geri sendeledi. 'Bana bağırma anladın mı?' diyerek kollarımı sıkıca tuttu. Gözlerinin rengi koyulaşmıştı. Canım yanıyordu. Ama belli etmedim. Gözlerim dolmak üzereydi. Onun sorunu neydi? Gerçekten merak ediyordum. Doktorun dediğini anımsadım. Gürültüden kaçın. Evdeki bağırışmayı hatırladım. Bağırtı, gürültü ona iyi gelmiyordu. Ama neden? Düşüncelerime dalmıştım ki kollarımı bıraktı. 'Yürü eve gidiyoruz' dedi. Beni ucuz bişeymişim gibi bir o yana bir bu yana ittiremezdi. 'Beni rahat bırak' dedim. Sesimi kısık tuttum. 'Bak yorgunum beni uğraştırma' dedi. 'Uğraşma o zaman?' dedim. 'Beni umursamadan yapamıyor musun? Okulda gayet güzel yapıyordun bırak yakamı' diyerek omuz silktim. 'Saat geç oldu Akçay. Birileri tarafından düzülüp kenara atılmak istiyorsan sen bilirsin' diyerek açıkca konuştuğunda Kızılay'ın sadece siyasi açıdan sürekli karıştığını düşündüm. En azından ben böyle düşünüyordum. Şuan Kızılayın merkezinde değildim fakat yakındım. Ne yapacağımı şaşırmıştım. İfadesizce karşısında dururken düşündüm. 'Barkın bana karışma, benimle ilgili şeyler burnunu sokma. Beni kısıtlama, tamam mı? Şimdi eve gidelim' diyerek bu ara sokaktan bir an önce çıkmaya yeltendim. Dediklerime bir şey demeyip yanımdan yürümeye başladı. Sonra aklıma bişey gelince suratım iyice düşmüştü. Kırgınca başımı ona çevirdim. Yanımda soğuk bir duruşla yürüyordu. Dudaklarımı ıslatıp konuştum. 'Yanımdan yürüme Barkın. Boralarla yeni karşılaştım' diyerek adımlarımı hızlandırdım. Sesim fazla çıkmamıştı. Bu konuda nedenini bilmesem de kırgındım. Beni çöp yerine koymuştu. Beni o kadar aşağılıyordu ki bu tavrı. Neyim vardı ki benim? Beni neden saklıyordu? Kendimi bir bez parçasından farksız hissediyordum.
Bana kendimi çöp kadar basit hissettiriyordu.-bölüm sonu-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rönesans'
Teen FictionSonra unuttum işte, Mutlu olmayı unuttum, Yaşamayı, sevmeyi, sevilmeyi, Hepsini unuttum. Tüm duygularım, Bizans'ın Osmanlıyı sömürmesi gibi sömürülmüştü. '' Şimdi büyük bir dönemeçteydim, aslında her şey yeniden doğuyordu.'' ELANUR DALGIN onyedio...