bö-19

40 1 0
                                    

Saat akşamın dokuzuydu. Barkın defalarca aramıştı. Fakat cevap vermemiştim. Filmden çıkıp yemek yemiştik. O kadar eğlenmiştim ki hayatımda ilk kez birileriyle bir şey yapmıştım ve üzülmemiştim. Çocukların yanından lavobaya diye kalkmıştım. Barkını bu kez kendim aradım. Anında açmıştı. 'Neredesin kızım? Durduk yere kaybolup şu telefonunu açmıyosun ya deliriyorum!' diye bağırdı. 'Ben seni elli kere uyaracak mıyım? Bana bağırma! Beni sorgulama, bana karışma! Benim hiçbir şeyim değilsin ki olsanda bir şey fark etmez bana ailem karışamamışken sen kimsin be? Bana bir daha hesap sorma! Şimdi sinemadan çıktım. Eve yakın bir yer söyle çocuklar bırakıcak, hayır desem şüphelenirler' diye upuzun bir konuşma yaptım. 'Motor mu yuttun gerizekalı? Eve gel görüşeceğiz. Bizim caddenin başında bıraksınlar direk. Ben gelip alacağım seni' dedi. Cevap vermeden suratına kapattım.ellerimi yıkayıp yanlarına gittim. Taksiye bindiğimizde hala makara döndürüyorduk. Çağrı da biraz olsun aramıza girmişti. 'Bu akşam wp grubu kuralım da orada devam ederiz' dedi Bora. Onlarla bir şeyler paylaşıyordum, elbette numaramı vermem normaldi. Değil mi? Arkadaş kavramını hiçbir şekilde bilmiyordum. Arkadaş nasıl olunurdu en ufak fikrim dahi yoktu. Ama Borayla ve arkadaşlarıyla bunu öğrenebilirdim. Bunca zaman kendimi yalnızlığımla, soğukluğumla koruyabilirim sanmıştım. Her şeyden soyutlanıp, kendime bir kumdan kale yapmıştım. Onun içinde dolanıp durmuştum yıllarca. Fakat yine de kendimi koruyamamıştım. Bende hayata ayak uydurup, hayatı yaşamayı tercih edecektim.
Caddenin başına yaklaştığımızda çaktırmadan mesaj çekmiştim. Çocuklarla vedalaşarak, arkadaşımla buluşacağımı söyleyip taksiden indim. Hava esiyordu. Saçlarım uçuşurken öylece etrafıma baktım. Gülen çiftler, kalabalık arkadaş grupları, sıkıntılı insanlar, koşturanlar.. bunlar normal şeylerdi değil mi? Kendime kurduğum dünya da kimse yoktu. Bu yüzden fazla sorunum, sıkıntım olmazdı. Bunların yanı sıra fazla mutluluğum da yoktu. İronik miydi? Bence değildi.
Tek mutluluğum Dağhandı.
Kulaklıklarımı kulağıma taktım. Beni uçuracak, ruhumu çılgınlaştıracak bir parçaya tıkladım. Notalarla birleşik biriydim. Kalemle kağıdın oluşturduğu bütün gibiydik. Bir müzikle yıkılıp, bir müzikle kalkınabilirdim. Bir müzikle dünyayı alt üst edecek gücü kendimde bulabilir, bir müzikle kendimi asil hissedebilirdim. Hayatımı müzik notalarına asılı bırakmıştım.
Saçlarım uçuşuyordu, havanın ılık esintisi saçlarıma çarptığında ruhuma da çarpıyor gibiydi. Bu hissi seviyordum. Vandayken de bunu sık sık yapardım. Fakat bu his birinin zır zır öttürdüğü kornayla bozulmuştu. Tabiki Barkındı. Arabanın ön koltuğuna oturup kapıyı kapadım. Sıcak hava tenime diken gibi batmıştı. Aldırmadım. Birazdan gevşerdim nasılsa. 'Bir daha böyle bir şey yapma. Söyle nereye gidiyorsan sonra ne halt yiyorsan ye, aptal gibi seni arıyorum' dedi sitemle. Konuşmadım. Sessizliği severdim. Sessizlik en büyük silahımdı. Ve Barkın bundan nefret ediyordu. Bunu bu kısa sürede fark etmiştim. 'Duydun mu?' dediğinde tezimi doğruladı. 'Zaten aptalsın, gibisi fazla o cümlenin' diyerek önümde akan yola baktım. Dediğim karşısında bana dönüp bir iki sn. baktı. 'Dilin fazla uzadı. Kendine gel. Ben Bora değilim. Benimle konuşmana dikkat et' dedi. Güldüm. Ruhsuz bir gülümsemeydi. 'Kim olduğun umurumda değil. Şimdi önüne bak, sür şunu' dedim. Mutluluğumu engellemesine izin vermeyecektim. O tam bir gereksizdi. Evet, evet. Gereksiz.
Bu kavramın beden bulmuş haliydi.

-

Kafamın içindeki terazi, bir türlü dengede durmuyordu. Bir şeylerin kararını sürekli veremiyordum. Boy aynasının önüne oturalı yarım saati geçmişti. Kusursuz karanlığı, ay ışığı bozuyordu. Aynaya yansıdıkca kendimi görüyordum. Maymunlu pijamamı giymiş, saçlarımı topuz yapmıştım. Öylece kendimi izliyordum.
Kendimce çözüm bulmaya çalıştığım gecelerden birindeydik ve ben yine hiçbir şey bilmiyordum. Barkınla olan dengesizliklerimizin yanı sıra, ailemin beni sadece ilk günlerde arayıp şuan tamamen boşvermesi gururunu incitiyordu. Amcamsa ben buraya geldikten sonra sanki tamamen kopmuştuk. Dağhan..
Dağhanla her gün mesajlaşmama rağmen eksikti bir şeyler. Mesela yanımdaki varlığı eksikti. Bedeni eksikti. Omzu eksikti. Hiçkimse olmadan yapabilirdim. Bunu biliyordum. Ama Dağhan. Dağhansız yapamıyordum. Evet Bora ve arkadaşları ne kadar çabalasa da, mutlu olsam da içimde burukluk vardı. Ben bu değildim çünkü.
Telefonumu açıp, Dağhanın numarasını tıkladım. Tam kapanmaya doğru açmıştı. Uykulu bir sesle, 'Güzelim?' dedi. Sesi gözlerimi doldurmuştu. Geldim geleli düzgün arayamamıştım. Kendimi hazır hissedemiyordum. 'Seni çok özledim, yapamıyorum' dedim bu sırada gözümden yaş çoktan sızılmıştı. Canım fena halde yanıyordu. 'Dağhan ben başa çıkamıyorum, çok yoruldum' diye fısıldadım. Sesim titriyordu ve gizleyemiyordum. Dağhandan bir şeyler gizlemezdim zaten. 'Geleyim işte yanına, hem içim hiç rahat değil böyle' dedi. Tamamen uykusunun açıldığını anlamıştım. 'Olmaz Dağhan. Seni o zaman hiç bırakamayacağım' dedim. Her ne kadar deli gibi gelmesini istesem de, gelirse her şey daha kötü bir seviye alacaktı. 'Bak Siraç abiyle gelelim bir görelim bu iş böyle olmayacak. Ulan seni orada nasıl tek bırakabilirim?' diye homurdandı. 'Sürekli aklımdasın, yemek yiyor mu, kalın giyiniyor mu, başına bir şeyler geliyor mu? Siktiğimin yerinde hiçbir şeyden haberim olmuyor! Çok uzaktasın ve içim rahat etmiyor. Sırf sen daha fazla üzülme diye burada kendimi yiyorum. Ne zaman hazır hissedeceksin Akçay? Yanına gelmeme?' diye saydırdı. Onun ilgisini öyle özlemiştim ki. Ağlamam şiddetini arttırdı. 'Nefret ediyorum her şeyden. Burası çok kötü. Bana kötü davranıyor. Her şey çok birikti. Anlıyor musun? İçim çok doldu. Bana bir iyi bir kötü gerizekalı' diye ağlamamın arasından konuşmaya çalıştım. 'Ben buraya isteyerek gelmedim! Beni herkesten saklıyor cehennem gibi bir hayat yaşıyorum! Ben ona yamanmış bir bez parçası değilim Dağhan! Bunu bir tek benim ailem istemedi. Bana böyle bir hayat yaşatmaya hakkı yok. Yeter. Çok yoruldum yeter. Benim hayatım yeterince berbattı' dediğimde duruldum biraz. Fakat sesim yükselmişti sinirle. O kadar ağlıyordum ki durduramıyordum. İçimde biriktirdiklerimin hepsini dökmüştüm işte. 'Bunları benden beden sakladın?' dedi sakince. 'Buraya daha fazla gelmek isteyecektin! Ve amcama söylecektin ama hayır! Söylemeyeceksin. O beni bu cehenneme elleriyle bıraktı. Hiçbir şeyi bilmeyi hak etmiyor artık!' dedim. Yorgundum. Hem bedenen hem ruhen. Başım dönüyordu. Ağlamaktan midem bulanmıştı. 'Ben sadece yoruldum tamam mı? Artık beynimde dönen düşüncelere sus diyemiyorum! Burada mutluluğuma bile engel oluyor! Bunu kabullenemiyor. Arkadaş edindim. Hayatımda ilk kez bunu başardım. Onlarla gezmeye gittim diye bana yapmadığı kalmadı. O bana karışamaz Dağhan. Ben onun eline o yüzüğü koyalı çok oldu!' dedim sinirle. 'Ne? Nasıl?' dedi. 'Beni çöpmüşüm gibi hissetiren adamın yüzüğünğ taşıyacak değildim. Okulun açıldığı zaman verdim eline. Beni herkesten saklıyorsa böyle bir söze gerek yok' dedim. 'Bunu söyleyersek ailen işi bozar' dedi. 'Bozmaz Dağhan. Bozmayacaklar. Bu kadar kolay olsaydı, amcam zaten hallederdi' dedim umutsuzca. 'Bak gecenin bu saatinde yanına gelemiyorum çok saçma! Her şey çok saçma! Sikeyim böyle dünyayı! En kısa zamanda yanına geliyorum' dedi sinirle. 'Gel artık. Çok zorladım. Çok çabaladım olmuyor. Belki biraz toparlanabilirim. Lütfen gel' dedim. 'Şimdi yatağına gir, üzerini ört ve uyu. Geleceğim' dedi. 'Seni seviyorum' diyerek kapattım. Gözlerimi sildim. Aynada kendime baktığımda öylece kalmıştım. Arkamda duran adam benim bu dünyadaki cehennemimdi. Sadece baktım.
Gözlerindeki ifadeyi anlayamıyordum. Gözlerimi sildim. Saçlarımı anında açıp o izi kapattım. Oturduğum yerden kalkmadım. Bakışlarıma keskinliği bıraktım. Öylece sustum.
Bir şeyleri duyması iyi miydi kötü müydü bilemiyordum. Fakat beni bu halde görmesini istemezdim. Zayıf görünmek istemiyordum ama artık her şey sınırdaydı ve dur diyemiyordum. Ben kendime bakarken, oda aynadan pür dikkat beni izliyordu. Aramızda asılı kalan sessizliği bozmadım. Karanlıktan dolayı yüzünü düzgün seçemiyordum. Seçmeyede çalışmadım. Benim hakkımda ne düşündüğü umurumda değildi. İçim buz gibiydi. Nefretim boyumu aşmıştı! Akrep ve yelkovan hiç yorulmadan birbirini kovalarken dirseğim dizimde, elim çenemdeydi. Oda hiç kımıldamıyordu. Bir şeyler düşünüyor gibiydi.
Sessizlik, boğucu bir hal alırken ne diyeceğimi kestiremiyordum. Ne kadarını duymuştu, ne hissediyordu bilemiyordum.
Onun konuşmadını bekliyordum. Ne denirdi böyle durumlarda?
'Ben sana nasıl davranıyorum?' dedi bir süre sonunda. Sessizlik cam gibi tuzla buz oldu. Bakışlarım gözlerinde durdu. Omuz silktim. 'Sana seni anlatacak değilim' dedim. Sesim beklediğimden düzgün çıkmıştı. 'Senden dinlemek istiyorum' dedi. Sesinde bir şeyler aradım, yoktu. Sustum. Ona hiçbir şey anlatmayacaktım. Yeterince zayıf görünmüştüm. 'Sana bir bez parçası gibi nerede davrandım?' dedi. Bakışları üzerimdeydi. Beni baştan aşağı süzdüğünde üzerimdeki kıyafete hafif güldüğünü hissettim. Aldırmadım. 'Okulda söylememem cehennem gibi mi bir hayat oluyor? Neden?' bakışlarım hala gözlerine sabitliydi. Kendimden taviz vermedim. 'Barkın, ben sana kendi isteğimle gelmedim. Bende bu hayata zorla mahkum edildim, bana böyle davranamazsın. Sanki benim isteğimle olmuş gibi benden çıkaramazsın bunları' dedim. Sesim sakindi. Fakat kendimi patlayacak bir alev gibi hissediyordum. 'Birileri seninle sözlü olduğumu bilse ne değişir ki?' dedi. Duraksadım. Bu aslında takılabileceğim bir şey değildi. Fakat; bana yapılan ithamlar ağırdı. Kimse benim hakkımda bu şekilde konuşamazdı. Geldiğim yerde böyle bir şeye cesaret bile edilemezdi. 'Barkın, tuvalette arkamdan denilen o kelimelerin hiçbirini hak etmedim ben. Benim için yok işte seninle birlikte kaçtığımı söyleyenler hiçbirini susturamadım!' dedim. 'Evet onunlaydım demek yerine inkar ettim. Ben yalan söylemem Barkın. Ben hiçbir şeyden korkmam. Onlar umurumda değil. Ne düşündükleri de olmazdı. Fakat denilen kelimeler ağırdı. Sözlümün canını kurtarmıştım. Bu bence normal bir şeydi. Ama bil bakalım ne eksik?' dedim. Bana bakıyordu. 'Onlar bunu bilmiyor' saçımı geriye attım. 'Ben bu pyundan sıkıldım tamam mı? Beni saklamandan, her sabah donarak yürümekten, Boranın gözünün içine baka baka onlar gibi konuştuğu için kızmaktan, hayatımda edindiğim tek arkadaşıma yalan söylemekten sıkıldım! Onunla hiçbir şeyimi paylaşamamaktan yoruldum.' dedim. Durdum sonrasında. Ve susma kararı aldım. Bunların pekala da farkındaydı.  'Senin hakkında ne dediler?' dedi sakin bir sesle. Öylece baktım yüzüne. Sessizlik; en iyi çözümdü. Ne kadar anlatsam da bir şey değişmeyecekti. 'Barkın bunları konuşmak istemiyorum. Odadan çıkar mısın?' dedim sadece. 'Konuşacağız. O çocuğu aramadan benimle paylaşabilirdin! Gecenin bir yarısı ağlama sesine kalkıyorum ve, karşımda başka çocuğa yanıma gel diyorsun!' dedi. Güldüm. Ciddi miydi? 'Sana ne?' dedim saçımı tekrar geri iterken. 'Akçay' diyerek tısladı. 'Seni ne kadar ilgilendiriyorum ki!' diye çemkirdim. 'Sözlümsün, karşındaki yabancı bir çocuk.' dedi. 'Sen ne diyorsun be? Kim yabancı? Sen misin tanıdık?' dedim. Bileğimi kavradı. 'Akçay' diye uyarır gibi konuştu elimi kurtardım. 'O çocuk benim çocukluğum, ergenliğim şimdi de genç kızlığım tamam mı? O benim dünyam Barkın. O benim tek varlığım. O benim için abiden ve babadan bile daha öte. Anladın mı? Bir daha sakın. Sakın onu sorgulama. Bu sana düşmüyor. Ayrıca ben o yüzüğü eline koyalı çok oldu' dedim. Sinirlenmiştim. Aşırı sinirliydim. Ne dediğinin farkında mıydı?
'Peki. Hadi o abin. Başım üstüne. Boralar? Akşamın kaçına kadar eve gelmiyorsun, haber vermiyorsun! Ve yüzüğü  senin benim atmam bir şey değiştirmiyor.' dedi. Son cümlesiyle duraksadım. Bu ne kadar ağır bir gerçekti böyle? 'Bora benim arkadaşım!' dedim sadece. 'Yalanlar üzerine kurulu hayatımdaki tek gerçek' dedim. 'Ona anlatacağım her şeyi' dedim sonunda. Barkının karanlıkta gözlerinden çıkan alevi seçebilmiştim. 'Anlatmayacaksın hiçbir şeyi!' dedi. Omuz silktim. 'Çık şu odadan!' diye bağırdım sonunda. 'Bana bağırma!' diye kükrediğinde oturduğum yerden kalktım. Geçirdiği krizi hatırlayıp kendimi dizginlemeye çalıştım. Oda yerinden kalkarken hızla yürümeye başladım. Kapıdan çıkarken tuttu kolumdan. 'Bırak beni, tartışmayacağım seninle' dedim kolumu çekerken. Oda kendine doğru çekmişti. 'Bırak gerizekalı' diyerek sertçe ittim. Geriye savruldu. 'Bırak tamam mı? Uzak dur benden! Evet abimi çağırdım, evet Boralarla gezdim! Çünkü onlar bana iyi geliyor. Senin ağzına sıçtığın hayatımı biraz olsun yaşanılır kılıyorlar!' diye bağırdım. Odadan çıkıp askıdan montumu aldım. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Merdivenlerden koşarken Barkın da peşimdeydi. Gecenin kaçıydı?
Demir kapıdan hızla çıktığımda soğuk bedenimi sarmıştı.
Sabaha karşı olan ayaz, beni baştan aşağı titretirken sadece koştum. Gözlerimi kapatmıştım. Sakinliğin içinde sadece koştum. Geçmişimden, şimdiki hayatımdan kaçmak istemiştim. Yaptığım kötülükler zihnimde yüz bulurken, Boraya yaptığım haksızlıklar içimi boğuyordu. Daha da ileri koşmaya çalıştıkça ciğerlerim patlayacak gibi oluyordu. Yumruklarımı sıktım.
Ondan mefret ediyordum!
Hayatıma girdiği andan beni beni deli ediyordu. Hayatımı alt üst etmişti.
Sonunda bacaklarım isyan ettiğinde hızımı düşürdüm. Saçlarımın arasından arkama baktığımda çok gerideydi ama seçebiliyordum. Uzun süredir koşucuydum ve bu işte fazlasıyla iyiydim. Koşmayı ve şarkı söylemeyi her şeyden çok seviyordum sanırım. Beni fazla özgür hissettiren iki eylemdi.
Soğuk hava artık eskisi gibi bir etki yapmıyordu bedenimde. Çok az aydılanan hava da ki esinti artık tatlı geliyordu. Koşmaya devam ettim. Nereye koştuğumu bilmiyordum. Şuan nerede olduğumu da ama tek ihtiyacım olan şey biraz daha ileriye gidebilmekti. Ne yapmam gerektiğini bilmediğim zamanlarda bunu yapardım. O an yapacağım şeyden kaçardım.
Çok hızlı koşmasamda fazla da yavaş değildim fakat bir süre duraksamam Barkının bana yetişmesini sağlamış olmalıydı. Kolumdan tutup sinirle kendine çevirdiğinde göğsüne yapışmıştım. Bir an taksideki halimiz aklıma düşmüştü. İçimde bir yerler sızlarken, alnımdan öptüğü an tekrar zihnimde resim olurken duraksamıştım. Başımdan aşağı kaynar sular söken bu anılar duygularımı toparlamama engel olmuştu. Ona sadece bakarken nefes nefeseydim. Kolları boynuma dolandığında kaskatı kesilmiştim. 'Dur artık, yalvarırım dur' dedi. Oda nefes nefeseydi ve sesi yorgundu. Titriyordu. 'Mecburum. Ben seni saklamaya mecburum. Zamanı geldiğinde anlayacaksın. Ama buna mecburuz. Senden utandığımdan falan değil. Sadece mecburum. Daha kimse bilmediği halde başına belalar açtım. Farkında değil misin? O kızları haklaman bir şeyi ifade etmiyor. Senin gücün burada bir iş görmüyor Akçay' dedi. Sesi yorgun ve kısıktı. Ellerim belinde kalmıştı sadece. Çok yorulmuştum artık.
Her şeyin üzerime gelmesinden, okuldan, ondan. Her şeyden yorulmuştum.
Gözlerim aydınlanmaya dönen göğe daldı. Beline tutunduğumda bu kokuya tutunmak istemiştim. Bir şeyleri artık atlatmak istemiştim.
Ama hiçbir şey değişmemişti.
Ellerimi belinden çekip cebime yerleştirdim. Oda geri çekildi.
Geri dönüp yürümeye başladım. Hayatım hiçbir zaman düzgün olmayacaktı. Güzel bir aile kuramayacaktım. Bir oğlum olmayacaktı. Bu içimdeki boşluk, soğukluk edebiyen benimle kalacaktı. İçim cayır cayır yansa da bir şeyler donuktu. Bakışlarım donuktu, bedenim donuktu. Yürüyordum, nefes alıyordum, soğuğu hissediyordum ama yine de donuktum. Tuhaf bir şeydi. Ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Mecburumdan kastı neydi bilmiyordum. Onu döven adamlar kimdi bilmiyordum. Okulda bize neden böyle yapıldığını bilmiyordum. Kocaman bir bilinmezlik çukuruna düşmüştüm ve o bana yardımcı olmuyordu. Ona neden tutunmak istemiştim? Birkaç saniyeliğine de olsa beline tutunduğumda gerçekten bir şeylerin toparlanmasını istedim. Başka şartlar altında tanışmak istedim, ilk kez birinin benden nefret etmemesini istedim. Bana sahip çıkıp koruyup kollamasını istemiştim. Abi gibi değil. Bambaşka bir güven istemiştim. Sonra bundan vazgeçmiştim. Çünkü bu olmazdı. Bu güveni Barkında tadamazdım ve Barkın'a mahkumdum. Bu isteğimde diğerleri gibi uçup gitmişti. Ruhsuzlaşmıştım benden her bir parça koptuğunda. Uçuşan saçlarım, soğuyan ve titremeye başlayan bedenim. Her şey ağlamaya itse de kendimi tuttum. Yanıma yetişen Barkın'a bakmadım bile.
Kolunu omzuma yerleştirip kendine doğru çekti. Şaşkınca baktım. 'Özür dilerim Akçay. Böyle olmasını istemezdim. Ve üşüyorum. Bir anda çıkınca üstüme bir şey alamadım, sarılabilir miyim?' dedi. Şaşkınca baktım. Bana sarılmak mı istemişti? Birden böyle yakın davranması yine beni alt üst etmişti. Affetmem için çabalıyor olması neye işaretti? Beni gerçekten anlıyor muydu biraz olsun?Ona sarılmak doğru bir şey miydi? Sözlümdü evet ama biz normal sözlüler gibi değildik. Aramızda buzdan duvarlar vardı. Yinede bir şey demedim. Sessiz kalmayı tercih ettim. Ona karşı tek savunmam sessizlikti. Ayak uyduramayacağımı az çok görüyordum bu yüzden birkaç adım geride durmak en iyisiydi.
Kolumu omzumdaydı ve kendine bastırmıştı. Elim beline sarıldığında ikimizinde titrediğini yeni yeni kavrıyordum. Bende en azından mont vardı. Onun üstü incecikti. Koşarken fark etmesem de fazla koşmuş olmalıydım. Biraz geri çekilip montumu çıkardım. Bana kaşlarını çatmış bakıyordu. 'Benim vücut ısım şuan beni koruyacak derecede biraz da sen giy' dedim. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Evet demin bağırıp çağıran ben şimdi bir kedi kadar sakinleşmiştim. 'Giy hadi biraz ısın' dedim. Şüpheli bakışlar atsa da giyindi. 'Ya hasta olursan? Gel buraya' diyerek sıkıca sardı kollarını bedenime. Vücudumun ona değen kısımları havaya tezat oluşturacak şekilde bedenimi yakıyordu. Kendimi fazla tuhaf hissediyordum. Dağhan ve Bora dışında birine sarılmak, nasıldı? Ne hissettiğimi kestiremiyordum.
Başım omzuna dayalıydı. Her şey fazla sakindi. Yürüdüğümüz bu sokak, aramız fazla sessiz ve sakindi. Hep böyle kalmasını istedim. Birbirimizi sevmesek bile annem babam gibi olmayı istedim. En azından onlar böyle kötü değildi. Onlar gibi olmamak için yıllarca kendimi her şeyden soyutlasam da sonucum onlara dönmüştü hatta daha beterine ve ben böyle olmak istemiyordum.
Yaşadığım her yerde herkes töre büyüklerinin, aşiret büyüklerinin uygum gördükleriyle evlenirdi. Ve eğer bir adam ve kadın birbirine uygun görüldülerse bunu kabullenirler ve bir şekilde birbirlerine bağlanıp mutlu olurlardı.
Ama biz böyle değildik. Önümdeki hiçbir örnek gibi değildik. Bizim oradaki Gül Ablayı hatırladım. 20 yaşındaydı Ahmet abiyle uygun görüldüğünde. Hiç birbirlerini tanımasalar da bir süre konuştuklarında birbirlerine ısınıp hatta sevmişlerdi. Şimdilerde üç yıllık evli bir de ufak bebekleri vardı.
Biz neden böyle olamamıştık ki? Neden bir şeyler böyle kolayca hallolunmamıştı? Yaşımız küçük olduğu için miydi? İkimizde birbirimizi hiçbir şekilde istememiş, boyun eğmemiştik. Belki bu kadar takmasaydık şimdi bu pozisyonda isteyerek olur muyduk?
Kafamdaki düşünceleri fırlatıp atmak istedim. Bunu başaramadığımda sadece iyice beline sarındım.
Üşüyordum.

-bölüm sonu-

Rönesans' Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin