İki saattir yoldaydık. İlk durak İstanbul'du oradan arabayı bırakıp havalimanına gidecektik.
Benin hemen kabulleneceğimi sanmaları aptallıktı. Küçüklüğümden beri asi bir kızdım. Kabullenmeyen bir kızdım. Beni hafife alıyorlardı.
Birkaç saat sonra İstanbul'a ulaşmıştık. Murat'ın evine gidip valiz hazırlamıştık.
Arabayı evinin önüne park edip taksi ile havalimanına ulaşmıştık. Heyecan bütün hücrelerime yayılmıştı. Korku da vardı. Bulurlarsa hiç iyi şeyler olmazdı. Hızlıca aklıma gelen kötü şeyleri kovaladım.
Biletlerimizi 5 dakika kalkacak olan uçağa almıştık. Almanya'ya gidecektik. Orada ilk bir otele yerleşirdik.
5 dakika uçağı bekledik. Süre dolduğunda ise valizlerimizi görevliye verip uçağa bindik.
Elimi eline yerleştirmişti. Eli içimi ısıtrkan daha sıkı tuttum elini. Haytımın en güzel parçasıydı.
Yerlerimize geçip kemerlerimizi bağladık. Yolcular doluşmaya başlamıştı.
"İşte kurtuluyoruz. Artık hiç kimse ayırmaya kalkamaz bizi." dediğinde başımı omzuna koyup gülümsedim.
Son yolcular da yerini alırken uçak kalkmaya hazırlanıyordu. İşte tam o sırada korkudan tiz bir çığlık atmıştım.
Silah sesi. Üst üste silah sesleri. Bulmuşlardı. Murat'a dolu gözlerimle baktım. Murat kaşlarını çatmıştı. Çığlık çığlığa karışmıştı. Bu kadar ileri gideceklerini düşünememiştim.
Hemen kemerlerimizi çözüp uçaktan indik. Silah sesleri yaklaşırken el ele tutuşmuştuk ve hızlıca koşuyorduk.
Ayaklarımı hissetmeden arkama bakmadan koşuyordum. Hızımızı arttırırken silah sesi kulağımın dibinde patlamıştı. Ne olduğunu anlamamıştım.
Her şey birden olmuştu. Murat'ın bedeni yere düşerken ağzımdan acı bir çığlık kaçtı. Hemen yere eğilip kafasını dizime koydum.
Ağzı şaşkınlıktan açılmıştı gözleri tepkisizdi. Nereden vurulduğuna baktığımda sırtındandı. Ama tam kalbinin olduğu yere denk gelmişti.
Gözleri kapanırken sarstım. "Beni bırakma! Muraaaat! Ölme, ölme lütfen. Sana ihtiyacım var." diye bağırıp gözlerimden akan yaşlara hakim olamıyordum.
"Yardım ediiiin! Kimse yok mu?!" diye son gücümle bağırdım. O sırada yaklaşan zümrüt yeşili gözlere sahip adamı gördüm. Daha adını bile bilmediğim adam benim sevgilimi öldürüyordu.
Murat'ın gözleri kapanırken dudaklarını dudaklarım ile örttüm. Sadece dudaklarını hissetmek istedim. Ayrılırken dudağına bir buse bıraktım. Kapanan gözlerine bakıp yüzünü ellerimin arasına aldım.
"Öz..zür dil..eeerim. Sen..i kurta..ramadım." diye soluk soluğa konuşurken hıçkırıklarım eşlik etti şiddetli ağlamama.
"Murat, sevgilim! Ölemezsin! Bana bunu yapamazsın." diye yüsek sesle konuştum. Bu sırada elinde telefon güvenlik bize hızla yaklaşıyordu.
Zümrüt yeşilindeki gözlü adam ise durmuş olanları izliyordu. Tepkisizdi. Oysa benim sevdiğimi öldürmüştü.
Bütün Dünya şuan tamamen durmuştu sanki. Kulağımda sadece rüzgar uğultusu vardı. Saçlarımı önüme doğru uçuruyordu.
Murat gözlerini tamamen kapatırken tekrar bir çığlık attım. Ellerimde ölüyordu. Benim yüzümden!
Kafasını sarsıp uyanmasını söylüyordum. "Ölmek için çok erken. Bunu bana yapamazsın. Ölemezsin. Hayır, şimdi değil. Haaaayır!" diye son kez bağırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TÖRE -Küçük Hanımağa-
Teen FictionBir insanın hayatını söndürmek aslında çok kolaydır. Acı çekmesini sağlamak, üzmek kolaydır. Bütün hayatı sönen bir kız. Bütün mutluluklarını okyanusun derinliklerinde kayıp eden. Töreye kurban giden bir kız. Ya mutlulukları için o okyanusun içinde...