''BÖLÜM-3-
Kağıtların en arkasında ki adam iken, hayat bulunduğum defterin inatla sayfalarını değiştiriyor, ben hareket etmeden öylece sıska vücudumu rüzgara bırakmışken, hayat son oyunlarını benim üzerimde oynuyordu. Ölüm yavaş yavaş kapımı çalmak için hazırlanırken, korku her gece odama uğruyordu. Ve ben her gün korkunun kucağında buluyordum kendimi.
Her insan bir şeylerden korkar. Kimisi eve geç gelmekten, kimisi sessiz olamamaktan, kimisi annesinin ya da babasının kızmasından korkar. Bazıları ise ölümden korkar. Ölümün odasına girmesinden korkar. Ona seslenmesinden korkar. Onu yanında uyuyacağından korkar. İnsanoğlu korkar. Unutulmaktan ya da hiç doğmamış olmaktan.
Dün bulunduğum konumdaydım. Üzerinde İngilizce kelimeler yazan, rengarenk olan kapının önünde dikiliyordum. Onu bugün birazcık da olsa mutlu etmeliydim. Yüzünün gülmesini sağlamalı, içinde olan kelebekleri uçurtmalıydım.
İçerden girmem gerektiğini söyleyen ses geldiğinde kapıyı açtım, içeri girdim. Görünüşü dün ki gibiydi. Saçları örülü, gözleri uzağa odaklıydı. Değişen tek şey üzerinde masmavi bir elbisenin boy göstermesiydi.
Gülümsedim ve ''Ben geldim!'' dedim büyük bir heyecanla. Onu gerçekten mutlu etmek istiyordum. Azıcık. Çok az...
Gülümsedi. Kafasını sallayıp tekrardan durdu.
''Elinden tutacak seni götüreceğim.'' diyerek ona doğru adım attım. Önüne gelince durdum. Diz çöküp ellerimi, ellerinin üzerine koyduğumda hafif bir titreme yayıldı onun vücuduna.
''Pardon.'' dedi birden. ''Aniden öyle gelince... korktum.'' dediğinde ellerini sıktım birazcık 'Peki.' dermişçesine.
''Hadi o zaman, gidelim!'' dediğimde kahkaha attı. Ve gözleri karanlığa bulanmış o kız, öyle bir kahkaha attı ki. İçimde sağa ve sola sallanan, kalbimi hipnoz eden köstekli saat durdu. Öylece durup, kendini içimde yaşayan acılar şehrine attı.
"Tekerlekli sandalye kullanıyorum." dedi. Buna şaşırmış olsam da hiçbir şey demeden, odaya bakmaya başladım.
"Tekerlekli sandalye yok odada." dedi saniyeler sonra sanki yaptığımı anlamışçasına.
Kafamı sallayıp ''Nerede?'' diye sordum.
''Aşağıda.''
Cevabı aldıktan sonra onun koluna girdim. Merdivenlerden özenle indirdim. Kollarını dikkatle tutuyor birazcık daha güçlendirsem tutuşumu kırılacak gibiydi.
Ya o çok zayıftı ya da ben bu kadar özen gösteriyordum.
•••
Gökyüzünün rengini almış olan küçük göle geldiğimizde bir süre konuşmadan oturduk. Ona yoldan birçok şey almıştım ama o daha sonra yiyeceğini ısrar etmişti.
Küçük rengini ayırt edemediğim kelebekler süresini aldırmadan havada dolaşıyorlardı. Kuşlar onları büyük bir kıskançlıkla izliyorlar, yanda oturanlara 'Nasıl olsa ölecek!' diyorlardı. Önümüzde boylu boyuna uzanmış göl ise bütün bu karmaşayı gülerek izliyordu.
"Gökyüzü ne renk?"
Sorusu ile başımı ona çevirdim. Ona gerçeği söylemek istedim. Ağzımı hızla açıp ona karşı 'Mavi!' diye haykırmak istedim çirkin evreni örten gökyüzünü. Ama sanırım bu konuda diğerleri gibi davranmalıydım: Kırılmaması için ona en doğru cevabı vermeliydim. Yani bunu, kendi hayal gücüne bırakmalıydım.
"Sen ne renk hayal edersen." dedim en doğru cevap kabul ederek. İki elini boşlukta salladı ve " Hayır hayır. " dedi.
"Gerçekte ne renk? Sizin gibi şanslı insanlar onu nasıl görüyor?"
"Şanslı değiliz." dedim kafamı sallayarak.
"Şanslısınız. Lakin bunu kabul etmeyecek kadar da bencil, egoist. Tepenizde dikilen, ışıklarını görmek için uğruna kanlar dökülen Güneş'i, şiirler yazdığınız sevdiğinizi görebiliyorsunuz. Ben... hiç şiir yazamadım." dediğinde gülümsedim.
"Şey..."
"...eğer istersen bir gün beraber şiir yazabiliriz." dediğimde sanki hiç dememişim gibi " Gökyüzü ne renk?" diye sordu tekrar.
"Mavi." dedim düşünmeden.
''Saçma!'' diye haykırdı birden. ''Bu çok saçma. Küçükken benimle dalga geçtiklerinde ağlayınca, gittiğim özel derslerde mutlu olunca farklı renklere büründüğümü söylerlerdi. Doğunca beyaz olduğumu ve insan öldükten sonra tüm kanı çekilince mor kalacağını iddia ediyorlar. Peki ya onca olaya, onca kırgınlığa, sevince şahit olan bu gökyüzü niçin tek renk?!'' dedi her kelimenin üstüne basa basa.
''Bilmiyorum.'' deyip gözlerimi gökyüzüne ilikledim. Söyledikleri, kafa karıştırıcı türden şeylerdi. Üstüne oturup saatlerce düşünülesi gereken bir takım sözler...
"Bak küçüklükten beri tek amacım oldu: İnsanlara yardım etmek. Ailem bana bunu aşıladı.'' dedim büyük bir gururla. Sesim de hiçbir kötülük yoktu. Ya da ego. Ellerimi dizlerime koydum.
'' Sadece birilerinin gülümsemesi için ya da küçük bir kedinin mutlulukla 'Miyav!' demesi için uğraştım. Oradan dinleyince ne kadar tuhaf biliyorum.''
''Bundan birkaç gün önce doktora görünmem gerekti. Çünkü, başım artık çok fazla ağrıyordu. Yaşadıklarımı sanki kafamda kurgulamışım gibi unutuyordum. Ellerimi kontrol edemiyor, ağzımdan kelimeler bazen büyük bir hırıltıyla çıkıyordu. Doktor ne dedi biliyor musun? Kırık beyazın hakim olduğu odasında göz çarpan kırmızı koltuğunda biraz öne eğildi ve 'Hastalığının son evresi. Sadece iki ayın kaldı.' dedi. ''
Durup dururken ağzımdan çıkan bu sözlerle, kalbimin ritmi değişti.
" O gece içim çıkana dek ağlamıştım. Demek isterdim ama bu terimler bana saçma geliyor. İçim çıkmadı. '' diyerek güldüm.
''Neyse, özür dilerim konudan saptım. O gece sabaha dek hatta daha doğrusu kendi evrenimde sabah olana dek ağlamıştım. Hayalim ünlü bir doktor olmaktı. İnsanları tedavi etmek, yeni ilaçlar bulmak istiyordum. Ama şu halime baksana. Hayatım bir saate bağlı!''
''Diyeceğim o ki, izin ver yardım edeyim. İzin ver, seni bulunduğun o çukurdan kurtarayım. Çünkü, bunu yapmalıyım. Sana yardım etmeliyim.''
Sözlerim bittikten sonra onun bir şey demesine fırsat vermeden gelirken aldığım kolayı çıkardım poşetten. Biraz eğilip, kapağını açtım ve önümüzde duran göle döktüm.
"Hey. Ses geliyor. Ne yapıyorsun?" dediğinde " Kolayı göle döktüm. Dağılıyor. Ben göl. O ise kola. Her geçen gün yayılıyor. Acıtıyor. Çok fazla.''
"Göremiyorum."
"Biliyorum"
Biraz daha döküp en son kapağı kapatıp yanıma koydum.
"Kola suda belli oluyor değil mi? Göremiyorum biliyorsun." dediğinde gözlerimi kapayıp güldüm ve " Evet. Sanırım." dedim.
"Eğer su kirli olsaydı belki belli olmaz ve ona karışırdı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kadeh Ömür
Teen FictionSadece iki ay ömrünüz kalsa ne yapardınız? Kendi kabuğunuza mı çekilirdiniz yoksa oturup ölümü mü beklerdiniz? O tüm ezberleri bozdu. İş ilanlarından en güzelini ve en özelini seçti. Hayatın kendine biçtiği bu kısa süreyi gözleri görmeyen bir kı...