Sabah kahvaltıda olan üzücü sohbetin ardından saatler geçmişti. Güneş yavaş yavaş kaybolmaya başlamış gökyüzüne veda ediyordu. Yıldızlar ve ay onun boşalan yerini doldurmak için heyecanla gökyüzünde beliriyordu. Tüm bu olaylar odamın penceresinden rahatlıkla gözüküyordu. Elimde ki tarağı bırakıp pencerenin kenarına gittim. Gökyüzünün oyununa yakından şahit olmak istiyordum.
Onun kırmızılığı aklıma büyük bir çekiçle vurdu. Ve o an aklıma günlerdir Elif'i aramadığım geldi. Hızla cebimden telefonu çıkardım ve onu aradım. Dakikalar sonra açtı.
"Elif.. "
"Atakan!" dedi büyük bir sevinçle.
"Özür dilerim. Aramalıydım."
Telefonun diğer ucundan gelen nefes sesleri beni daha da bunaltıyordu.
"Aramayacaksın sandım."
"Aradım."
"Aradın." dedi ve güldü.
Tam ağzımı açmış bir şey diyecekken annemin sesi tüm evde yankılandı. Hazırlanmam gerektiğini söylüyor, uyuşuk davrandığımı hatırlatıyordu.
"Üzgünüm. Gitmem gerek. Arayacağım. Mutlaka arayacağım. Ve sana büyük bir sürprizle geleceğim!"
Ardından onun bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapatıp cebime koydum. Kahvaltı da olanlarlardan dolayı annem bizi biraz mutlu etmek için bir yere gitmemiz gerektiğini söyledi. Annem gil geldikten sonra uslu bir çocuk gibi davranan Ateş, anneme bildiği bir yer olduğunu ve onun bize eşlik edeceğini söylemişti. Annem ise büyük bir sevinçle kabul etmişti. Babama sadece hazırlanmak kalıyordu.
Aynada kendime bir kez daha bakıp odadan çıktım. Annem, babam ve Ateş çoktan kapıda beni bekliyorlardı. Onları gördüğümde gülümsedim.
Babam dış kapıyı sakince kapattığında "Hadi gidelim." dedi. Ve yürümeye başladı.
Annem hızla ona yetişip koluna girdi. Biz ise Ateş'le iki iyi dost olup onların gerisinden gittik. O, babama çoktan yolu tarif etmişti. Ve bize babam öncülük ediyordu.
Ellerimi yıllardır yanımda olan dostumun omzuna attım. Bana yandan bir bakış attı ve güldü.
"Bayadır." dedim. "Görüşemiyoruz."
"Doğru ya!"
"Aynı evde yaşayan iki yabancı gibiyiz. Birbirini tanıyan, hatta birbirini delicesine ezberleyen iki yabancı..." dediğimde başını sağa ve sola salladı.
"Haklısın güzel dostum. Haklısın."
Gözlerimiz tekrar buluştuğunda tüm sokağı inletecek bir kahkaha attık. Onun gülüşü benim gülüşümün ellerinden tutuyor ve dostluk denizinde yol alıyorlardı.
Annem şaşkınlıkla bize döndüğünde ellerimizle ağzımıza görünmez bir fermuar çektik. Önüne döndüğünde ise gülmemiz daha içten ve sessizdi. Ve tam bu sırada yanımızdan geçen çiftin birbirine "Deli bunlar!" dediğini duydum. Sözünde hiç bir nefret olmadığını sezmiştim. Arkama dönüp büyük bir sevinçle onlara doğru " Doğru bildiniz! Biz iki kaçkın deliyiz!" dedim. Kadın gülümsedi, adam ise "Deli olmak güzel şey. " dedi. El salladım ve tekrar Ateş ile yürümeye başladık.
Sokağı sadece sokak lambası aydınlatıyordu. Sokağın loşluğu güzel bir hava katıyordu evrene. Babam ve annem durduğunda onlardan daha geri de olduğumuzu anladık ve yetişmek için koştuk.
"Geldik."
"Geldik."
Ateş ile babam aynı anda konuştuklarında annem güldü ve her ikisininde sırtına yavaşça vurdu. İçeri girdiğimizde buranın farklı bir evren olduğunu fark ettim. Köşede duran şömine , kafalarında ponponlu süsler olan garsonlar, etrafta bulunan renkli balonlar...
Cam kenarında bir yere oturduk. Babam hepimiz için çay istedi. Uzun bir süre herkes camdan dışarıyı seyretti.
Çaylarımız yarılanmış, havada ki sıcaklık daha da artmıştı. Aklıma düşen bir fikir ile ayağa kalktım.
Hepsi birden bana baktığında "Geliyorum." dedim. Ve garsonların olduğu yere yöneldim. Yanlarına yetiştiğimde "Buyrun efendim." dedi en genç gibi gözüken kadın.
"Sizden küçük bir ricam var." dediğimde hepsi başını salladı.
"Bir süre sonra buraya tekerlekli sandalyeye muhtaç olan engelli bir hanımefendi ile geleceğim. O çok zarif birisi. Ve göremiyor. Ona burada bulunan küçük balonlardan hediye eder misiniz? Parası neyse veririm! Ayrıca ona çok güzel olduğunu ve birisinin ona deliler gibi tutulduğunu söyler misiniz?" dedim. Hepsinden olumlu cevap aldığımda masaya geri döndüm.
Masada ki tüm gözler bana döndüğünde omuzlarımı silktim ve çayımdan bir yudum aldım.
Dakikalar sonra babam heyecanlı bir ses tonu ile anneme seslendi."Haydi çıkar da çantandakileri huzurlanalım, hanım!"
Annem "Ah, tabi!" dedi ve ellerini çay bardağından çantasına getirdi. İçinden bir çok renkli kitap çıkardı. Hepimize tek tek dağıttın da bunların şiir kitabı olduğunu anladım.
Merhametle babama baktığım da "Bugün herkes birkaç mısra okayacak." dedi.
Gülümsedim ve "Zarifoğlu!" dedim.
Annem ise cümlemi tamamladı. "En sevdiğin..."
Babam önce çayları yeniletti. Daha sonra ise elindeki şiir kitabından rastgele bir sayfa açıp okumaya başladı.
"Biliyorum, yaklaşıyoruz her an"
Sesi kalbimin en küçük iliğine kadar iliğine kadar işliyordu.
"Biliyorum, oruçlu doğar insan, ölümün iftar sofrasına.."
Daha sonra ise büyük bir sevinçle "Sıra sende." dedi anneme.
Annem de öylesine bir sayfa seçti ve okudu kendine düşen mısraları.
Sıra Ateş'e geldiğinde kaşlarını çattı.
Gülümsedi ve parmaklarının ucunda yazılan sevgileri, acıları, feryatları okudu.
"Anlamak fiilinden meşaleler yapılmalı yeryüzünde, birbirimizi görebilmek için."
"Nuri Pakdil! " dedim büyük bir şaşkınlıkla.
Babam gözlerini açtı ve kapadı.
Gözler tekrar beni bulduğunda elimde ki kitaba baktım. Özlemle karışık bir duyguyla araladım kitabı. Ve parmağıma değen mısraları aşk dolu bir sesle okudum.
"Çiçektozu üstümüz başımız"
Durdum. Gözümün önünde Elif'in siması belirdi. İkimizin kalabalıktan uzak bir köyün bahçesinde oturduğumuzu hayal ettim. Onun sarı bir elbise giydiğini düşledim kendi kafamda. Elinde olan çiçekleri hızla havaya attığını düşlediğimde güldüm.
"Bak sen geldin..."
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kadeh Ömür
Teen FictionSadece iki ay ömrünüz kalsa ne yapardınız? Kendi kabuğunuza mı çekilirdiniz yoksa oturup ölümü mü beklerdiniz? O tüm ezberleri bozdu. İş ilanlarından en güzelini ve en özelini seçti. Hayatın kendine biçtiği bu kısa süreyi gözleri görmeyen bir kı...