Bana yakın olduğun kadar, ben sana uzağım kadınım...
-
Hani böyle bazı anlarınız da tam çukurun içindeyken birisi size el uzatır ya. Kendi ağlarken bile, siz üzülmeyin diye gözyaşlarını ceketini ucuna siler ya. Sırf sen seviyorsun diye sana şiir kitapları alır ya. Böyle, tam gözünüzde biriken yaşlar akacakken tek lafı ile sizi kahkahalarla güldürür ya... Sanırım buydu arkadaş. Aydınlık renkler arasında, arkada saklanan koyu bir renkti arkadaş...
Dostluğu tatmayan şu ufak kalbime dostluğu tattıran ilk kişiydi o. Duygularım intihar ederken, hızla ilmeği kesendi o. Ölüm beni kendine çektikçe o inatla kendine doğru çekiyordu sıska bedenimi. Bu rüzgara kapılmamam için dostluğun duvarlarını örmüştü önüme.
Üşüdüğümü hissettiğimde kollarımı kendime sardım. Önümde uçsuz bucaksız mavilikte bir deniz, yanımda Dünya'nın en iyi dostu. Yanımda, saçları birbirine girmiş belki de aylardır tarak yüzü görmeyen saçları olan, simsiyah gözleri olan ve içkilerin onu görünce saklanacak delik aradığı bir adam var. Allah'ım... Biliyorum öleceğim. Lakin, benden sonra şu serseri çocuğa acı. O yapamaz tek başına. Eğer yapmışsa bir kaç hata, affet onu.
"Kanka." dediğinde kafamı ona doğru çevirdim.
"Üşüdüm." dedi tekrardan. Onu takmayarak kafamı tekrar denize çevirdim. Simit peşinde uçan martılar, öleceğini bilmeden kanat çırpan kelebekler, etrafta koşan çocuklar, annesinin kendini azarladığı küçükler... Şiir yazılmaya değer bir manzaraydı.
"Üşüdüm." dedi tekrardan.
"Ulan sen çocuk musun?" dedim ona bakıp. Güldü. Kafasını salladı.
"Bende üşüdüm ama söylemiyorum."
"Sen gizli şeyleri seversin kanka." dedi elini omzuma atarken.
''Severim. Gizlileri. Tam bana göre değil mi? Tüm sessizlik kalabalıklar arasında en arkada duran bir mezar. Tam bana göre değil mi dostum?''
Sessizlik kaplayınca yine ciddileşti. Biraz daha sıktı omzumu. "Seni." diye fısıldadı. Yutkundu. Elmacık kemiğinin yukarı ve aşağı süzüldüğünü gördüm ona göz ucu ile bakarken. Sustu biraz. "Özleyeceğim."
''Çok özleyeceğim. Belki de şu ana kadar hiç beraber içmedik ama... Ama bir gün seni hatırladığım da içerken 'Şiirlerin adamı, ölümün kaçırdığı çocuk olsaydı ne içerdik be!' diye haykıracağım. Herkes duysun diye beni.''
Belli belirsiz gülümsedim. O susunca ben konuştum.
"Hatırlıyor musun?" dedim önce gözlerimi kısıp ona bakarken. Kaşlarını çattı. Anlamamıştı.
"Bir gün öylece bilgisayarın başında öylece otururken sana mesaj atmıştım. Küçüktük o zamanlar. Sevdiğimiz ünlüler filan. Profilin çekmişti dikkatimi. Böyle beyaz... Adını hatırlamadığım bir adam... Çok seviyordun o zamanlar. Şimdi sorsam bilmezsin de. Hemen mesaj atmıştın bana. Saniyeler içinde. Kim olduğumu bile sormadan. 'Selam :D ' diye. Sadece attığım kısa bir mesajla şuan yanımdasın dostum! Her neyse. İşte nerelisin. Yok böyle şöyle. Şehirlerimiz farklıydı tabii o zamanlar. Konuştuk hep senle. Ben sana her şeyimi anlattım. Giydiğim donu bile söylerdim."
Güldü. "Hala tavşanlı don giyiyorsun değil mi?" dediğinde başımı salladım.
"Bir yıl oldu. İki yıl oldu. Büyüyoruz biz tabii. Ama hiç kopamamıştık seninle be. Belki de kopmak istememiştik. İki gencin dostluğa susamış sevdası değildi bizim ki. Sevgiye doymuş kalplerin dostluğuydu. Her okuldan dönüşte heyecanla seni beklerdim. Benden daha geç çıkardın okuldan...Seni anlattığım herkes, sana aşık olduğumu düşünmüş ve bir çok gereksiz lakaplar takmışlardı. Ama olsun Ateş. Dostluğumuz için değerdi.'' Konuşmak için ağzımı açtığımda ellerini dudaklarımda hissettim.
''Sus.'' dedi. ''Devamını ben anlatacağım.''
''Seninle hep buluşma hayalleri kuruyorduk. 'Bak oğlum şöyle. Bak oğlum böyle.' filan. Ben umut bağlamak istemezdim hep. Ama bir gün oldu. Sen benim şehrime gezmeye geleceğini söylediğin de evde halay çekmiştim. Şaka lan şaka. O kadar da değil. Neyse. Duygusallığı bozdum değil mi?''
''Birazcık.'' dedim ve güldüm.
''Seninle o gün sabahlara kadar gezmiştik. Yoldan geçen küçük kızlara şeker vermiştik. Ağaca tırmanıp aşağıdakilere yumurta atmıştık. Görenlere ise dil çıkarmıştık. Senin gitmen gerekiyordu ama ben güzel günlere doyamamıştım. Bir gün tekrar geleceğini ve beni oraya çağıracağını söyleyip ayrılmıştın şehrimden. Aynı şehre taşındık. Aynı evde yaşadık. Ama iki farklı adam olduk. Sen şiirlere aşık oldun ben içkilere. Sen çikolata sevdin ben serserilik. Aynı hızda atan iki kalp... Ama ikisi de başka şeyler için atıyor. Bir gün yemek yerken başının ağrıdığını söylemiştin. Geçer sandım... Diğer gün televizyon izlerken yine söyledin... Geçer sandım... Banyodan çıkıp saçlarını tararken yine söyledin... Geçer sandım... Ama''
''Geçmedi.'' diye tamamladım kelimelerin uçurumdan düştüğü cümlesini.
''Geçmedi. Sen bana göre daha sessiz sakindin. Ben daha deli dolu. Her gece duvarlara iki üç şiir yazardık seninle. Sonra dinlenmek için oturduğumuz da 'Bugün başım daha çok ağrıyor.' derdin. Doktora gitmeni söylemiştim. Gittin. Gittin ve ölebileceğini , beyninde bir tümör olduğunu söyledin bana. Keşke biraz daha yaşasan. Biraz daha... Keşke... Daha şiir yazmadığımız duvarlar var dostum.''
"Daha okumadığım kitaplar. Yazmadığım şiirler var. Bakmadığım gözler, görmediğim mavi kıyılar var!"
Yine güldü. Güldüm.
"Bir gün ölüm o büyük kandan pençesine alacak bedenimi. Ve beni hiç bilmediğim o sonsuzluğa itecek. 'Hayır. Götürme.' diyemeyeceğim. Ölüm bu... Bekler mi? Bazen sessiz kalınca. Sen susunca veya sen uyuyunca aklıma geliyor. Benden sonra nasıl olacağın, ailem duyduğun da nasıl olacağı. Merak ediyorum... Düşünüyorum da. Ben ölümden korkmuyorum. Kulaklarımı'' dedim kulaklarımı işaret ederek.
''Tırmalayan sessizlikten korkuyorum. Ölüm her gece uğruyor gece yarısı odama. 'Götüreceğim seni.' diyor. Gidiyor sonra. Köstekli bir saatim ben. En fazla ne yapabilirim ki? Nereye kaçabilirim ki ucumda ki saatle? Kaçmak istesem yakalar, gizlensem bulur. Sen... Adımı hatırlayan son kişi olacaksın. Ve sen ölünce silinecek kayıtlarım buradan."
Acı ile başını omzuma gömdü. Gözlerini yumduğunu hissettim. Ve o... Sanırım ilk defa hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sanırım ilk defa bu kadar çaresizdi. Başının titrediğini hissettim.
''Yapma...'' dedi hıçkırıklar arasında.
''Dostum...''
Cümlelerini tamamlayamıyordu. Sanki birisi boğazına yapışmış gibiydi. Elimle yanağımdaki küçük yaşları sildim. Acı ile nefes aldım.
''Son hafta... Elif'in babasından parayı alacağım ve sana vereceğim. O parayla istediğin kadar iç. Gez toz. Artık sana karışan birisi olamayacak. ''
''Yapma.''
''Sana sprey boya alacağım. Kutuyla. Her gece. Ama bak söz ver. Her gece bir şiir ezberleyip yazacaksın tüm duvarlara. Neden biliyor musun? Onlar benim söyleyemediklerim. Haykıramadıklarım. İçime gömdüklerim. Sonra... ''
''Yapma dedim sana.'' dedi hala boğuk çıkan sesi ile. Onu dinlemeyerek devam ettim.
''Yatağımın altında bir şiir kitabı olacak. Onu Elif'e oku. Her gün ama! Her gün bir şiir oku sırayla. Şiir yazın. Benim hakkımda konuşma ama Ateş... En çok çikolata severdim ya. Çikolata yiyin. Geceleri çok yemek yeme dostum. Davul gibi olursun. İçme çok. Evi dağıtırsın... Başına bir şey gelir. Bir de yürürken arkana bakmayı unutma. Yanına bakmayı unutma. Gece yatağa girdiğin de karşına bakmayı unutma. Ben bir kaç hafta sonra oralarda saklanacağım.''
Cümlemi tamamlayamadım.
''Sus.'' dedi ağlarken.
''Erkek ağlamaz Ateş... Erkekler ağlamaz. Ağlama dostum.''
''Adamlar ağlar.''
Sustum bir süre.
"Beni özle. Seni özleyeceğim.''
"Ve şunu yaz duvarlara..."
"... 'Bir adam vardı. Şiirlerin onu kendi mıslarında sakladığı.' "
*
..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kadeh Ömür
Teen FictionSadece iki ay ömrünüz kalsa ne yapardınız? Kendi kabuğunuza mı çekilirdiniz yoksa oturup ölümü mü beklerdiniz? O tüm ezberleri bozdu. İş ilanlarından en güzelini ve en özelini seçti. Hayatın kendine biçtiği bu kısa süreyi gözleri görmeyen bir kı...